Filistin ulusal mücadelesi için 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı yeni bir evreyi ifade ediyordu. İsrail, Filistin’deki işgalini uzun süredir parça parça geliştirirken aynı zamanda varlığıyla doğrudan etkide bulunduğu Orta Doğu düzenini yeniden kurmayı amaçlıyordu. İbrahim Anlaşması, bazı Arap devletleriyle kurulan siyasi ve ekonomik iş birlikleri Filistin Ulusal Mücadelesini perdelemişti. Tam da bu zamanda büyük ve tarihsel ulusal direnişe dayanan Aksa Tufanı eylemi emperyalizme ve sömürüye dayanan bu adımları paramparça etti. Aksa Tufanı, 1. yılını geride bıraktı. Siyonist İsrail var gücüyle Filistin’e saldırmaya devam ediyor. Bu saldırganlık bugün Lübnan’a doğru yayılmış durumda. Bu beklenmedik bir gelişme değil. Direniş Ekseni’nin bir süredir yeterince yanıt olamamaya dair sergilediği tüm “zamansızlık, hazırlıksızlık” görüntüsüne rağmen Filistin üzerindeki şiddet, yayılımı kaçınılmaz kılmaktaydı ve bugün beklenen gerçekleşiyor. Orta Doğu’da siyasi dengeleri “kırmızı çizgilerle” yöneten emperyalistler için Filistin direnişi ayrık otuydu. Ayrık otunu söküp atacak olan da İsrail’di. Fakat haklı direniş her defasında emperyalistlerin ve İsrail’in kâbusu oldu.
7 Ekim’den bu yana Filistin coğrafyasında savaş büyüyerek devam ediyor. Siyonist İsrail özellikle Gazze Şeridi’ne soykırım düzeyindeki saldırılarını artırarak devam ediyor. Bu süreçte Direniş Ekseni [İran, Lübnan (Hizbullah), Yemen (Husiler) ve Filistin Ulusal Güçleri] İsrail ile savaş içerisinde. Elbette burada bir ayrım yapmak gerekiyor. Hizbullah ve Filistin Ulusal Güçlerinin sıcak savaşı daha keskin ilerlemektedir. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın katledilmesinin ardından savaşın rotası düzey değiştirdi. Siyonist İsrail Lübnan’ın güneyine işgal saldırılarını başlattı. Bu da Orta Doğu’nun diken üstü gerilimini yükseltmeye devam etti.
SINIRLAR MI ZORLANACAK UZLAŞI MI?
Nasrallah’ın ölümünün ardından İsrail zafer sarhoşluğuna daha fazla kapılmıştı. Teknolojik üstünlüğünün getirdiği kazanımları abarttığını gözlemlemek mümkündü. İsrail için Nasrallah gibi güçlü bir figürün kaybı Filistin ve bölge açısından bir “yenilgi”ydi. Siyonist İsrail ezelden beri güçlü istihbarat yapısıyla kendisine karşı olan yapılara karşı böylesi suikast girişimlerini defalarca yaptı. Bu, psikolojik savaşın bir parçasıydı. Yine Lübnan’da binlerce cihazı patlatmakla, adeta “hayalet saldırısı” düzenlemekle güç gösterisi yaptı. Elbette objektif tabloda İsrail için bu önemli bir kazanımdı. Halka boyun eğdirmek, liderleri hedef almak sindirmenin bir parçasıydı. Fakat şunu biliyoruz ki, Filistin Ulusal Mücadelesi ödenen büyük bedelleri ve kararlı savaşıyla dünya tarihinde önemli bir yerde duruyordu. Halkın sarsılmaz iradesi ve savaşı büyük imhalara, kayıplara ve saldırılara rağmen yeniden ve yeniden ayağa kalktı. Bu durum emperyalistler için “ayrık otu” Filistin ulusal mücadelesinin yok edilemeyeceğinin bir göstergesiydi.
Siyonist İsrail’in özel olarak ve görünürde Hizbullah’a; ama somut olarak Lübnan’a ve yer yer Suriye’ye saldırısı yeni cepheyi açmış oldu. 2 Ekim’de İran, İsrail’e bu zamana kadar yapılmamış büyük çaplı bir füze saldırısı düzenledi. Bu saldırı, İsrail’in nidasını hızla durdurdu. Çünkü “kuş uçurmaz” denilen Demir Kubbe imajı parçalandı ve yüzlerce füze İsrail topraklarına düştü. İran’ın bu çıkışını ele almamız gerekiyor.
Direniş Ekseni içerisinde İran belirleyici bir rol oynuyor. İran, kendisinin belirleyicilerinden biri olduğu bölgesel dengeyi koruyan bir hatta duruyor. Bu hat ulusal çıkarlarını korumak üzerinedir. Anti ABD’ci politikasıyla bilinen İran, uzlaşıcı siyaseti de hiçbir zaman bırakmadı. Konu Filistin Ulusal Mücadelesi olduğunda da yaklaşım benzerdir. Şiiler içerisinde bir saygınlığı olan İran, bölgede dinî değerler üzerinden güçlü bir hegemonya kurmuştur. Sözünü ettiğimiz saygınlık sürekli pekiştirilmektedir. Bu durum bir beklentiyi de beraberinde getirmiştir. Anti Siyonist oluşu bunu getirse de uzlaşıcı ve kendi çıkarlarını gözeten bir İran olduğu aşikârdır. Burada Filistin Ulusal Mücadelesine “gönülden bağlı” bir İran göremeyiz. Tersine bölgede Aksa Tufanı ile oluşan dengesizliği yönetebildiği genel dengenin içinde tutma gayreti her aşamada gözlemlenebilmektedir. İsrail’e saldırısının ardından bu dengeye işaret eden açıklama yapıldı. İran bunun bir öz savunma olduğunu söyledi ve eğer petrol rafinelerine saldırı olursa ABD’nin Suudi Arabistan, Azerbaycan, Kuveyt, BAE ve Bahreyn’deki rafinerileri ve petrol sahalarını ateşe vereceğini belirtti. Aksi bir durum olmayacağı sürece İran’ın bekleyişini sürdüreceği açık… İran’ın savaşa doğrudan dahil olması henüz olası bir durum olarak değerlendirilmiyor. Çünkü bu durum ABD’yi doğrudan savaşın içerisine çekecek bir hamle olacaktır. Bu, Orta Doğu’daki dengeyi tehlikeye düşürecek bir gelişme olarak İran için büyük kayıp olacaktır.
Bölgesel ya da uluslararası egemen sınıfların kendi çıkarlarını korumak üzere benimsedikleri denge siyasetinde büründükleri roller değişkendir. Anti ABD’ci, anti Siyonist tutum İran için güçlü bir tutkaldır. Bu tutkalın zayıflaması bölgedeki itibarın zayıflamasını içerir. Filistin Ulusal Mücadelesi bu bakımdan belirleyici önemdedir. İran’ın İsrail’e olan bugüne kadar saldırıların kurmuş olduğu dengeyi pekiştirdiği bir gerçektir. Olası bölgesel savaş içinde de uzlaşı ve müzakere siyasetinden vazgeçmeyecektir.
Filistin Ulusal Mücadelesinin tümden kırılması ve imhası, başta ABD emperyalizmi olmak üzere Batılı emperyalist devletler için Orta Doğu’da “mutlak zafer” anlamına geliyor. Çünkü Filistin ulusal mücadelesi var oldukça emperyalistlerin çıkarları zarar görmektedir. İsrail bu yüzden ileri karakoldur, “yaramaz çocuk”tur, mızrak ucudur. Siyonist İsrail devleti için tüm olanaklar seferber edilmektedir. Emperyalistlere karşı gelişen her hareket, Siyonist İsrail ile yok edilmek istenmektedir. İsrail’in Lübnan’a saldırısı da bunu içeriyor. Ateşkes tartışmaları içeresindeyken İsrail’in Nasrallah ve Lübnan hamlesi emperyalistlerin ağzını sulandırıyor. Nasrallah’ın ölümünün ardından Lübnan’a yönelik işgal saldırısı, Lübnan içindeki farklı grupları kaşımayı ve savaşı içeriden yönetmeyi içermektedir. Çünkü Hizbullah’ın varlığı kendi varlıkları için ciddi bir tehdittir. “Direnişin silahları kutsaldır.” diyen Nasrallah, esas savaşın her defasında Siyonist İsrail devlete karşı olduğunu vurgulamış ve bu sözün gereğini de her defasında yerine getirmiştir. Hizbullah, saldırılara her defasında güçlü yanıtlar vermiştir. Bugün de Lübnan’ının güneyini işgal eden İsrail yalnızca 1,5 km ilerleyebilmiştir. Hizbullah’ın bu söylemi, halkın büyük bir karşılık bulmaktadır ve halkın desteğiyle İsrail’e karşı direnişin gücü kırılmamıştır. Siyonist İsrail’in Hizbullah’ı ortadan kaldırma ısrarı da buradan gelmektedir. Nihayetinde Hizbullah’ın ve İran rejiminin yıkılması İsrail için asıl amaçtır. “Böl-parçala-yönet” politikasının Orta Doğu’da mutlak oyuncusu da İsrail’dir.
Filistin Ulusal Mücadelesi çağımızın önemli direniş odaklarından biridir. Filistin’deki mücadele büyük teknik ve askerî güce rağmen devam ediyor. Emperyalistler için ciddi bir karın ağrısıyken dünya halkları için direniş meşalesidir Filistin. Geniş halk yığınları yüzlerini hiç görmedikleri ve tanışamayacakları direnişçilerin, savaşçıların zulme karşı başkaldırısıyla bağlar kurmuş durumdadır. 7 Ekim’den bir yana halklar Filistin için sokağa çıkmaktadır. Gerici devletlerin ve sınıfların soykırımdan dahi sakınmadıkları bir direniş söz konusudur.
Özellikle emperyalist devletlerin İsrail’e mutlak desteği görülmelidir. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya başı çeken ve İsrail’in “mutlak” koruyucusudurlar. Ezilen ve sömürülen dünya halkları Filistin halkının direnişinden mutlaka güç alacaktır ve onunla bağ kurmaya devam edecektir. Kendi ülkesinde gerici egemen sınıflara karşı verilecek haklı savaşların ilk fitilidir. Savaşma, haklarını ve yaşamını savunma düşüncesiyle başlayan bağ, sınıf mücadelesinde proletaryanın muzaffer ilerleyişinin kaçınılmazlığının kavranmasını doğuracaktır.