[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Yazıyı dinle “]
Burjuvazinin iktisadi hamleleri bunalımını kendi iç dinamiklerinde taşır; bu bunalımları yeniden üretir ve yönetir ancak net bir çözümle sonuçlandıramaz. Ve bizim gibi yarı-sömürge ülkelerde ise tek bir ekonomik planda istikrar sağlama konusunda yetersizdir çünkü emperyalist mali-sermayeye bağımlıdır; ancak yine de bunalımlardan doğan yeni krizlerle geçici bir denge sağlamaya çalışarak çözüme netlik kazandırma hamlelerinde bulunur. Bunun için de her dönem kârını artıracağı yedek ve düşük ücretli iş gücü ordusuna ihtiyaç duyar ve bunun sacayaklarından birini de çocuk işçiler oluşturur. Patronlar için çocuk işçilik bir yandan ücretlerde pazarlık yapamayacak ve hakkını aramakta geri duracak bir sömürü kaynağı iken diğer yandan da işçi sınıfı içerisinde ücretleri kontrol altında tutabileceği bir rekabet aracıdır. Koşullar değişiklik gösterdiğinde bu rekabet erkek işçi karşısına kadın işçi ya da yerli işçi karşısına göçmen işçi şeklinde de yansır.
STAJ ADI ALTINDA SÖMÜRÜ
Sömürünün bir diğer boyutu var ki o da istismar. Çocuk istismarı yalnızca cinsel değil aynı zamanda duygusal, fiziksel ve ihmal zincirleri şeklinde iç içedir. Ülkedeki çocuk istismarı oranı, yüzde 80 gibi büyük bir rakamdadır ve verilerin çoğunluğunu duygusal ve fiziksel istismar oluşturur. Baskı, korku, tehdit ve şiddet atında çalışan çocuklar psikolojik ve fizyolojik gelişim geriliği karşısında eğitim hakkından da mahrum bırakılır. Giderek artan yoksullukla birlikte çocuklar çalışma alanlarına itilir ve bazen eğitim alanı da bu sömürünün önünü açar. Örneğin Millî Eğitim Bakanlığı destekli Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) bu kurumlardan biridir. 6111 ve 7103 sayılı istihdam teşvik programı adı altındaki emek sömürüsü, kadın ve yine çocuk işçileri kapsıyordu ancak devlet maddi teşvikte yetersiz kaldığı için bu yasa kaldırıldı. Yerine patronların çocuk işçiliğini devam ettirebileceği ve yaşı daha erkene çekebileceği eğitim ve öğretim adı altında MESEM getirildi. Haftanın bir gününü okulda teorik diğer kalan dört gününü ise çalışma sahalarında geçiren çocuklara asgari ücretin yalnızca yüzde 30’unu veren patronlar için bu alan, bulunmaz bir sömürü kapısı haline geldi. Millî Eğitim Bakanlığı e-MESEM internet sitesi verilerinde 1 milyon 848 bin çocuk bu programlarda yer alıyor ve programa teşvik için de çocuk işçilerin sigortalarının yatırıldığı belirtiliyor; ancak bilindiği üzere staj sigortası sigorta başlangıç tarihi olarak sayılmıyor. Meslek liseleri ise MESEM’lerden farklı olup, lise son sınıfta 3 gün teorik 4 gün staj şeklinde gelişmektedir ve bir diğer farkı ise çıraklık, kalfalık ve ustalık belgelerini alamamaktadırlar. Örneğin Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken ise pişkin bir şekilde çıraklarımız çocuk işçi değil meslek öğrenen öğrenciler şeklinde savunma yaparak çocuk işçiliğini MESEM ve staj kapsamında devlet desteğiyle meşrulaştırmaktadır. MESEM programları şimdilik tekstil, tesisat, inşaat, konaklama ve seyahat, güzellik ve saç bakımı vb. alanları kapsasa da çocuk emeğinin giderek meşrulaştırılması üzerine daha fazla kapsayıcılığı olacağı görünüyor.
MEVSİMLİK İŞÇİ ÇOCUKLAR
Nitelikli iş gücü ya da kalifiye eleman adıyla patronların sömürü aracı haline getirilen çocuk emeğinin bir de mevsimlik ve kayıt dışı yüzü var. Berivan Karakeçi bu çocuklardan sadece biri: Urfalı Berivan 13 yaşında ve mevsimlik tarım işçisiydi, çalıştığı portakal bahçesinde hortum çıkması üzerine çatıdan uçan sac kafasına geldi ve yaşamını yitirdi. Dicle Nur Selçuk ise Diyarbakırlıydı ve 14 yaşındaydı, mevsimlik işçi olarak çalıştığı Hatay’daki narenciye fabrikasında meyve paketlerken kıyafetini makineye kaptırdı ve makinenin arasında bedeni parçalanarak can verdi. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporlarına göre dünyada 160 milyon çocuk işçi bulunuyor ve bu rakamın yüzde 70’ini tarım işçileri kapsıyor, ülkede tarım alanındaki oran ise yüzde 40’ı buluyor ancak mevsimlik tarım işçiliğinde çocuklar yalnızca tarla ve bahçelerde çalışmıyor. Çocuklar dönemsel ve mevsimsel olacak şekilde aileleriyle birlikte göç ediyor ve hane içi emeğe dahil ediliyorlar. Çamaşır, bulaşık, yemek ve eğer varsa bebek bakımı da yine çocukların sorumluk alanına giriyor. Elbette bunları ilkel yaşam koşullarıyla; toprak zemin üzerine kurdukları çadırlarda taşıma suyla yapıyorlar. Bu yaşam alanlarındaki hastalık, böcek ve haşere, yeterli beslenememe ve giyinememe gibi sonuçları da tahmin etmek zor değil. Aile fertlerinin tümünün kaldığı çadırlarda çocuklar her türlü istismar ile karşı karşıya kalıyorlar ki taciz ve tecavüz de bunlardan yalnızca biri. Eğitim hakkından mahrum bırakılan ve yoksulluk karşısında bu yaşamı yaşamaya mecbur bırakılan çocuklar ise intiharı kurtuluş olarak görüyorlar. Kimi zaman da kaldıkları çadır alanlarından tarla ve bahçelere giderken servis kazalarında can veriyorlar ya da 4 yaşındaki Esmanur Solmuş gibi çocuklar ailelerinin çalıştığı tarla ve bahçelerde uyur ya da oynarken kamyon tarafından ezilip can çekişerek ölüyorlar.
Çocuk işçiliğinin bir diğer alanı da sokaklar. Atık kâğıt, ayakkabı boyacılığı, seyyar satıcılık vs. çocukların can güvenliğinin hiçe sayıldığı çalışma koşulları kapsamında. Trafik ışıklarında mendil satan çocukların araç içinden cinsel ve sözlü tacize maruz kalması da sokaklardaki çalışma koşullarının tehlikesini gözler önüne seriyor. Göçmen çocukları da çürümüş ekonomik ve siyasal sistemin mağdurlarından. Bazı dernek ve kuruluşlarının yaptığı araştırmalara göre 1 milyon civarındaki göçmen çocuk merdiven altı atölyelerde çok ağır koşullarda çalıştırılıyor. DİSK raporları ise bu sayıyı onaylayarak neredeyse hepsinin kayıt dışı çalıştırıldığını belirtiyor. Göçmen çocukların çalışma etkenlerine ailelerinin yeterli gelir elde edememeleri dahil edilebilirken diğer yandan da zor koşullarda, kısıtlı bir şekilde sağlayabildiği eğitim alanlarında akran ve eğitimciler tarafından dışlanmasıdır. Eğitim-Sen’in yürüttüğü eğitim çalışmalarında belirtildiği üzere bazı öğretmenler, göçmen çocukların travma yaşadığını ve toplumsal etnik saiklerden ötürü oluşan kutuplaşmalar nedeniyle çocuklar arası şiddet boyutlarının arttığını belirtiyor ve göçmen çocukların psikolojik destek almaları gerektiğini ekliyor. Öğretmenler eğitim içi desteğe vurgu yapsa da çocuklarda oluşan ezilmişlik ve dışlanmışlık psikolojisi karşısında yeterli olmayacağı üzerinde de ısrarla duruyorlar.
Ülkedeki kız çocuğu okuma oranına bakıldığında ise 900 bine yakın kız çocuğu 4+4+4’lük eğitim sistemini tamamlamadan okuldan alınıyor ya da hiç başlatılmıyor. Elbette bu oranlara göçmen ve kaydı olmayan çocuklar dahil edilmiyor, milyonları geçecek büyük rakamlar yalnızca vatandaşlık bilgileri üzerinden MEB aracılığıyla veriliyor. Yine MEB istatistiklerine baktığımızda öğrenim görmeyen kız ve erkek çocuklarının toplam rakamı 3 buçuk milyon olarak belirtiliyor ve bu kayıtlara yalnızca okula daha önce hiç kayıt yaptırmayanlar ekleniyor, kaydını yaptırıp devamsız görünen milyonlarca çocuk bu oranlara dahil edilmiyor. Devletin dindar nesiller yetiştirme amacıyla desteklediği medreselere giden çocukların da MEB kaydı olmadığı biliniyor ve bu çocuklar tarikat ve cemaatlerin çay ocağı, lokanta gibi işletmelerinde çok düşük ücretlerle ya da ücretsiz olarak çalıştırılıyor. Esnaf ya da küçük işletmeleri olan ailelerin yanında okul çıkışları ebeveyn ya da akraba tarafından fiziksel ve ruhsal sömürülen çocukların kaydı ise hiçbir şekilde bilinmiyor.
EMPERYALİZMİN BİR BAŞKA SÖMÜRÜSÜ
Yalnızca yaşadığımız ülkeye içkin değil dünya genelinde çocuk işçiliği toplumsal emeğe dahil ediliyor. Her yıl 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü kapsamıyla tekeller “şefkatli toplumsal mesajlar” veriyor ve dünyada çocuk işçiliğin en yaygın olduğu ülkelerden biri Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden çocuk emeği sömürüsüyle taş ve mineral temin ediyorlar. Ülkenin güneyinde kalan kobalt madenlerinde çocuklar günlük çalışma saati 14’ü bulacak kadar ağır koşullarda çalışıyorlar. Bedenleri küçük olduğundan dolayı geri teknolojinin de etkisiyle, açılan maden göçüklerinin içerisine gözlem amacıyla gönderiliyorlar. Ve toprak kayması nedeniyle kimisi diri diri gömülüyor ve yine ekipman yetersizliğiyle kurtarılamıyorlar.
BMW gibi otomotiv tekelleri, kobaltın Kongo’dan tedarik ettiğini belirtse de bazı tekeller bu durum hakkında bir açıklamada bulunmuyor. Örneğin kozmetik sektöründeki dev tekeller Hindistan’dan Mika madeni temin ediyor ve ürün açılımlarında çocuk işçilerin çalıştırılmadığı madenlerden tedarik edilmiştir şeklinde ibarede bulunuyorlar ancak tedarikçi firmayı gizli tutuyor, böylece çocuk emeği üzerinden dev kârlar elde ediyorlar.
Burjuva feodal sistemin çocuk işçiler için alacağı önlem ise yalnızca iş güvenliği ekipmanları sağlama vaadiyle sınırlıdır. Oysa çocukların eğitim, sağlık, barınma ve diğer bütün ihtiyaçları toplumsal emek gücü tarafından karşılanmalıdır. Çocuklar bir bireydir ancak toplumsal emeğin bir öznesi haline getirilemezler ve aynı şekilde devrimci mücadele cephesinde de yalnızca eğitim hakları ya da çocuk işçiliği konularıyla sınırlandırılamazlar. Örneğin Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi’nde geçen maddelerde, doğan her çocuğun ebeveynin sosyal durumundan bağımsız olarak, bedensel bütünlüğünün korunması ve geliştirilebilmesi için uygun yaşam koşulları sağlanmalıdır, çocuğun sağlığının korunması da tüm toplumun ve devletin sorumluluğundadır şeklinde geçer. Toplumsal emek gücü tarafından karşılanan çocuk hakları kapsamında aynı şekilde yine çocuğun bir birey olduğu belirtilir ve toplumun ve devletin mülkiyeti olarak görülüp, davranılamayacağı eklenir. Yani bugün bakıldığında yetiştirme yurtlarında büyüyen çocuklar da dahil devlet okullarında eğitim gören her bir çocuk devlete gebe ya da manevi borçlu şekilde mezun edilir. Devlet karşısında dile getirilebilecek her eleştiri ya da bir karşı duruş, toplumda nankör ya da ihanetçi sıfatıyla yargılanmasına neden olur. Çocukların toplumsal emek gücünün bir öznesi haline getirilemeyeceğini belirtmiştik ancak bu bildirgede ilk bakışta tam tersini andıran ancak öyle olmayan etkenleri 7. maddede görebiliriz: Her çocuk mümkün olan yaştan itibaren kendi becerileri ölçüsünde gerekli toplumsal çalışmanın içerisinde yer alabilir. Bu çalışma, çocuğun ruh sağlığını ya da zihinsel gelişimini olumsuz etkileyecek koşullar değil, eğitim sisteminin bir unsuru olarak ele alınmalıdır. Toplumsal üretime katılmak çocuğun en önemli haklarını gerçekleştirmesinden birini sağlar; bu çocuğun kendini bir asalak gibi hissetmemesi ve hayatın üretiminde etkin bir rol oynaması, varlığının sadece gelecek için değil bugün için de toplumsal değer olduğunu hissetmesidir. Yani görüyoruz ki çocuklar yalnızca fiziksel ve ruhsal gelişmeyi etkilemediği takdirde toplumsal emek gücüne dahil edilebilir, aksi bir durum proletarya devleti yasalarıyla kesinlikle yasaktır. Çocukta fiziksel ve psikolojik gelişim geriliği hissedildiği an birey kabul edilen çocuğun talebiyle ailesi ve eğitim kurumu da derhal değiştirilmektedir. Bildirgenin aktarılan ve geriye kalan maddeleri eleştirilebilir ve üzerinde birçok şey geliştirilebilir ancak günümüze döndüğümüzde eleştirip geliştirmekten öte çürüyen ve çocukları da kendisiyle birlikte çürüten bir sistem ile karşı karşıyayız. Çocuklar birey kabul edilmekten öte direkt yaşamadan büyüdükleri bir hayatla iç içeler hatta daha büyüyemeden bile kendilerinden bir parça da büyütmekteler. Her yıl 18 yaşının altında on bine yakın çocuk evlendirilmekte ve beş yüz ila iki bin arası da anne olmaktadır. Dini nikah ve kayıt dışı doğumlar ise bilinmemekte olup, yeni doğan çocukların ve sonrasında peşi sıra gelen kardeşlerin, çocuk anne ve babayla birlikte yaşamı, yaşamadan büyüyen hayatlara dahil olmaktadır.
Çocuk işçiliği yoksulluk giderek büyüdükçe normalleştirilmekten öte birer mecburiyet haline getirilmektedir. Yoksulluk egemenler tarafından “kader ve sınav” söylemleriyle sindirilmeye çalışılsa da eskisi kadar etki etmediği bir gerçek. Araştırmalara göre en zengin yüzde 1’lik dilimdeki bir kişi, yüzde 50 dilimindeki bir kişinin 580 katı servete sahip ve biliyoruz ki araştırmalar olmasa bile eşitsizlik gözler önünde. Eşitsizlik ve çocuk işçiliği karşısında yer alan slogan ise kalem tutması gereken eller yerine çekiç tutan eller dramatizasyonu şeklinde. Histerik, soyut ve duygusal manipülasyonlar ya da bazen çocuğun çalışırken çekilmiş videosunun arkasına eklenen acıklı bir fon müzik. Oysa kalemi tuttuğu okul sıralarındaki öğrenimi bile elleri çekiç tutan çocukların emeğiyle palazlananların hâkimiyetinde. Ve tüm hakları gasp edilen bu çocukların yaşamlarının iyileştirilmesi adına toplumda çocukla çocuk olabilme kanıksatılıyor, çocuk gibi düşünmek ve hareket edebilme gerekliliği çürümüş sistem tarafından dayatılıyor. Çocukların yaşamı ideolojiler üstü düşünülerek masumluk sıfatıyla apolitize edilemez. Evet çocuklar masum bireylerdir ancak tüm çıplaklığıyla karşımızda duran gerçekler ne şekerden evler ne de çikolatadan nehirlerdir.