[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadelesi ABD emperyalizminin egemenliğini aşındıran gelişmelerle büyüyor. ABD liderliğinde uzunca bir süreyi kapsayan “neoliberal” birikim modelinin önce tıkanması, 2008’de de bir krize sürüklenmesi ve süreklileşmesi ekonomik açıdan, politik açıdan ve de pazar alanlarında somutlaşmasıyla askeri açıdan belli sonuçlara neden olmuştur. Krizdeki ABD liderliğindeki “Batı bloku” aynı zamanda bir iç çözülme süreci de yaşamıştır. Bu çözülme Trump döneminde, NATO içinde ve ekonomik savaşımda ciddi gerginliklerle su yüzüne çıkmıştı. NATO’nun, işlevini yitirdiğine dair iddialar ve görüşler bu süreçte ABD’nin ve AB içindeki lokomotif ülkelerin en üst düzey makamlarınca ifade edilmiştir. Büyük çaplı iş birlikleri ve kaynaşmayla birlikte emperyalist tekellerin devletlerin hukukunu da aşacak şekilde serbest hareket etmesini içeren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması (TTIP) süreci yine bu dönemde akamete uğramış, gümrük duvarlarının karşılıklı yükseltildiği, gerginliğe yol açan adımların atıldığı, anlaşmaya dair çalışmaların askıya alındığı bir dönem yaşanmıştır. Her ne kadar, Biden’ın gelişi ile “Batı emperyalist ittifakı”ndaki ilişkilerin ekonomik açıdan Çin, politik-askeri açıdan Rus tehdidini önceleyerek yeniden sıkılaştırılması süreci başlatılsa da gelişmeler bu ittifakın ne eski bütünlüğü inşa etmeyi başarabildiğini ne de aralarındaki çelişkileri gidermeyi sağlayacak güveni tesis edebildiğini göstermektedir.
Çin “Tek Kuşak, Tek Yol” projesinde ciddi ilerlemeler sağlarken sermaye akışı ile pazar alanlarına daha etkili şekilde girmiştir. Çin sosyal emperyalizmi biriken ve pazar arayan genç ve dinamik bir emperyalist güç olarak ekonomik aygıtlarını etkili bir politika ile devreye sokmuştur. Bu eksende Uzak Asya’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar diğer emperyalistlerin hegemonya kurduğu alanlarda bir emperyalist güç olarak varlığını daha fazla hissettirmiştir.
Rus emperyalistleri ise çözülen “Batı emperyalist” blokunun önce Orta Doğu’yu yeniden dizayn etme mücadelesine Suriye üzerinden askeri bir direnç göstermiş, daha sonra bu direncini başta Kuzey Afrika olmak üzere tüm Afrika’ya doğru yaymıştır. Buralardaki parçalanmadan faydalanarak bir hegemonya oluşturmayı başarmıştır. Batı blokunun Doğu Avrupa’daki genişlemesini sürdürerek yaptığı kuşatmaya Ukrayna işgali ile yanıt vermiştir. NATO’nun uzun zaman sonra kenetlenip Ukrayna’ya verdiği güçlü desteğe savaşma iradesiyle Ukrayna’yı parçalayarak karşı koymuştur.
Kafkaslar’da ise çok uluslu yapısına ve tarihsel etkisine dayanarak Gürcistan’daki etkinliğini pekiştirirken 2020’de yeni bir eksen arayan Ermenistan’ı Azerilerle yaşadığı Karabağ sorununda zayıf düşürerek bölgeye daha güçlü bir biçimde yerleşmiştir. Rus emperyalistleri devletler arası askeri gerginliklerde ve çatışmalarda, siyasal egemenlik sınırlarındaki değişimlerde merkezde yer almaktadır. Bu çatışmaların ve sınır değişikliklerin oluşmasında Rus emperyalizmi birinci derecede özne olan taraf ya da denge unsurudur. Bu onu bir yanıyla yıpratırken diğer yanıyla daha etkili bir politik güç olarak konumlandırmaktadır.
Bu gelişmeler Batı emperyalist ittifakının ekonomik ve siyasi kuşatmasını sıkılaştırırken Rus emperyalistlerini Çin sosyal emperyalizmine daha fazla yaklaştıran ve belli yönleriyle ona mahkûm kılan bir durum oluşturmuştur. Çin’in özellikle Batı emperyalistlerinin ekonomik hegemonyasını kırmaya yönelik daha da güçlü adımlar atması bu gelişmelerin sonucudur. Rusya ile devasa enerji anlaşmaları, rezerv paraya karşı yıpratıcı adımlar, dahil olduğu ekonomik örgütlenmelerin güçlenmesi ve genişlemesi gibi hamlelerdir bu gelişmeler.
BRICS örgütlenmesi Körfez ülkeleri, İran, Mısır, Etiyopya vs. gibi ülkelerle genişlerken bu ticari birliğin siyasi birlik olma çabası da artık gizlenmemektedir. Ancak özellikle Körfez ülkeleri, Mısır gibi ülkelerin petro-dolara bağlılığı ve ABD’nin sadık uşakları olduğu gerçeği bunların aynı zamanda Batı emperyalistlerinin Truva Atı olduklarına, söz konusu gelişmenin tek taraflı bir hamle olmadığına işaret etmelidir.
Hindistan’da, eylül ayında gerçekleşen G20 zirvesinde ABD, AB, Hindistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin “Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru” anlaşması ile Biden’ın “borç ve tuzak anlaşması” diyerek saldırdığı Çin’in “Tek Kuşak Tek Yol” projesine karşı bir hamle yapılmıştır. G20 Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde Rus emperyalizminin Ukrayna işgali ise bir önceki yıldan farklı olarak kınanmamıştır. Tüm bu gelişmeler emperyalistler arası çatışmanın, pazar mücadelesinin ne düzeyde geliştiğini ve emperyalizme göbekten bağımlı yarı sömürgelerin ise bu mücadelede pastadan daha fazla pay kapma hesabıyla şekillendiğini göstermektedir.
Bu durum genel olarak çatışmalara, devletler arasındaki gerginliklere ve hesaplaşmalara, güç oluşturmaya dair ilişkilere de yeni bir zemin olduğuna işaret etmektedir. Nihayetinde tüm yarı sömürgelerin oyun kurucu emperyalistlerin planları etrafında biçimlendiği, ortaya çıkacak fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye odaklandıkları söylenebilir. Fakat gelişmeler bir yandan çatışma ve savaş ortamını beslerken bir yandan da geçici denge arayışına ihtiyaç duyan güçlerin birbirini tartmasını ve karşı adımları bozucu hamleleri içerdiğini görmek gerekmektedir.
Dünya ölçeğinde ekonomik kriz derinleştikçe bu arayış ve mücadeleler de tırmanacaktır. İç ve dış dengelerin el verdiği ölçüde tüm gerici devletler siyasi etkinliklerini genişletmek için saldırgan konumlanış içinde olacaktır. Tıpkı faşist Aliyev yönetimindeki Azerbaycan’ın Karabağ’a yönelik saldırısı ve işgali gibi. Türk devletini, İsrail’i arkalayarak Rus ve ABD emperyalizminin dengeci siyasetini fırsata çevirerek Karabağ’ı işgale ve burada Ermenileri imhaya tabi tutmaya yönelmektedir. Ermeni devletinin çaresiz ve hazırlıksız yapısını kullanarak egemenlik sınırlarını genişletmektedir. Bu, Türkiye’de şovenist bir histeriye ve faşist diktatörlüğün tüm bölgedeki saldırganlığına enerji taşıyan bir yaklaşıma dönmüştür.
Bu yaklaşım Irak ve Suriye’de Kürt ulusunu kendi kaderini tayin hakkını içeren siyasi imkânlardan tecrit etmek, örgütsel gücünü zayıflatmak ve her parçadaki ulusal bütünlüğü parçalamak ya da engellemek amacında somutlaşmıştır. Irak, İran gibi devletlerle birlikte Kürt Ulusal Mücadelesini, Kürt ulusunun her parçadaki haklarını engelleyecek bütünlüklü bir saldırı söz konusudur. Bunun için Barzani önderliğindeki KDP gibi güçleri de yedekleyerek hareket etmektedir. Faşist diktatörlük Suriye, Irak ve İran Kürdistanı’nda Fars ve Arap egemen güçleri ile Kürt düşmanlığı paydaşlığında daha güçlü saldırı için yoğun mesai harcamaktadır. Daha bütünlüklü bir şekilde Kürtlerin haklarına saldıracak hazırlıkları yönelim olarak belirlemiştir. Olası tüm gelişmeleri Kürt ulusal haklarının gerçekleşmemesi ve Kürtlerin her parçada “bağımlı ezilen ulus” statüsünün devam etmesine odaklanmıştır. Şovenizmi özellikle ekonomik krizin halkı boğduğu koşullarda bir kurtarıcı olarak kullanmaktadır. Göçmenlere karşı, Azeri saldırganlığında Ermenilere karşı, ABD’ye uşaklık mücadelesinde Yunanlılara karşı bıkmak bilmeyen bir şovenist kampanya gerçekleşmekte ve tüm bu dalganın bağlandığı nokta Kürt düşmanlığı olmaktadır.
Askeri saldırganlıkta konumlanmış faşist azgınlığa karşı Kürt Ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkı Türk halkına daha güçlü bir propaganda ile taşınmalıdır. Halkın ekonomik krizle birlikte devlete yönelen öfke ve tepkisinin şovenizmle karartılmasına karşı açık ve kesin bir duruş ortaya konmalıdır. Tüm faşist kliklerin halkı polarize ederek şovenizmle kuşattığını, Kürt düşmanlığında buluştuklarını unutmayalım. Tüm kuvvetimizle, politik cesaretimizle, ajitasyon-propaganda araçlarımızla, bilincimizle faşizmin bu yönelimine vuralım. Halkı örgütlerken, seferber ederken, bilinçlendirirken şovenizmi hedefe koyacak tutumdan vazgeçmeyelim. Faşizmin içeride ve dışarıda oluşturduğu saldırganlığı bu yaklaşımla püskürtelim.