2001’de gerçekleşen ABD işgaliyle yönetimden düşen Taliban, 20 yıl sonra yeniden Kabil’de ABD ve NATO askerlerinin ülkeden çekilmeye başlamasıyla, neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan ülke yönetimini yeniden ele geçirdi. ABD’nin besleyip büyüttüğü Taliban’ın silahları bu defa ABD’nin kendisine çevrildi. Tarih “tekerrür” etti ve Afganistan Rus Sosyal Emperyalizmi’nden (RSE) sonra ABD için de bataklığa dönüştü.
YAKIN COĞRAFYADAKİ ÜLKELERİN GÜVENLİK KAYGISI
ABD için büyük bir başarısızlık anlamına gelen Taliban’ın Afganistan yönetimine yeniden geçişinin başta Rusya ve Çin olmak üzere bölge ülkelerinde nasıl yankılandığı da önemli bir başlığı oluşturmaktadır. Afganistan’la ilişki içinde olan emperyalist güçler ve bölge devletleri bu durumun kendi çıkar ve güvenliklerini nasıl etkileyeceğinin hesabını yaparken Afganistan’a komşu olan Pakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, İran ve belli oranda Çin’in temel kaygısı, Taliban’ın yeniden iktidara gelişinin ülkelerindeki İslamcı örgütlere olası etkisi oldu. Bu olasının diğer adı güvenlik sorunuydu. Rusya ve bir bütün Ortadoğu’yu da bu ülkelere eklediğimizde ortaya çıkan coğrafyanın devasalığı bu temelde çıkabilecek olası sorunların büyüklüğünün de göstergesidir.
Özellikle Çin ve Rusya, ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’dan çekilmesinden memnun olsalar da Taliban gibi bir örgütle bu şekilde yüz yüze kalmaktan da oldukça rahatsız ve endişeliler. Bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin’in; Afganistan’ın, Rusya’nın güvenliğiyle doğrudan ilişkisi bulunduğunu, sığınmacı kılığında ülkelerinde militan istemediklerini, Kuzey Kafkasya’da 90’lı ve 2000’li yılların ortasında yaşananların herhangi bir şekilde tekrarlanmaması gerektiğini belirtmesi Rusya cephesindeki kaygının da işareti oldu.
Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun güvenlik konusundaki açıklamaları da yine dikkat çekicidir. Şoygu, Suriye ve Libya dahil bir dizi ülkeden IŞİD militanlarının Afganistan’a gittiğini belirttiği konuşmasında Afganistan’daki terör faaliyetlerinin Orta Asya’ya taşınmasını önlemek için tedbirler alındığını, bu yanıyla da Tacikistan ve Kırgızistan’daki Rus üslerinin muharebeye hazırlık düzeyini artırdıklarını ve kriz durumlarına müdahale potansiyellerini güçlendirdiklerinin altını çizdi.
Bütün bu gelişmelerle birlikte Afganistan’daki iktidar değişimini yakından takip eden Çin, Rusya ve İran, ABD ve NATO askerlerinin Afganistan’dan çıkışının olası sonuçlarına karşı da hazırlık yapan ülkelerin başında gelmektedir. Taliban’la da bir şekilde ilişki geliştiren ve iletişimini sürdüren bu üç ülke temmuz ayı içerisinde Taliban heyetleriyle yaptıkları görüşmeler sonrası kendileri için endişe yaratan konularda Taliban’dan garanti aldıklarını açıkladılar. Bu konuların başında sınırların ve Afganistan’daki yabancı diplomatik temsilciliklerin güvenliği vardı. Çin, özellikle batıya açılan kapısı olan ve “Kuşak ve Yol” projesinde büyük önem taşıyan Sincan Uygur Özerk Bölgesi ile ilgili hassasiyetini belirtirken Taliban’ın barış görüşmelerini ilerletmesini de istedi. Bu görüşme sonrası Taliban’ın, Çin yatırımları için Afganistan’da ortam hazırlama sözünü verdiği de Çin tarafından açıklandı. Bu açıklama Çin’in Talibanlı bir Afganistan’a bakışına dair de önemli veri teşkil etti.
Elbette Taliban’ın verdiği taahhütlerin ne kadar hayata geçeceği pek çok kirli hesap ve anlaşmanın döndüğü bu ilişki ağları içinde belirsiz bir yerde duruyor. Rusya ve Çin her ne kadar gelişmeleri soğukkanlılık içinde izleyip iktidar değişikliğini lehlerine çevirmeye çalışsalar da Taliban’ın ABD ile yaptığı anlaşmanın tek “bilineni” ABD ve NATO güçlerinin çekilmesinin, Taliban’ın radikal İslamcı örgütlerle ilişkisini kesmesi karşılığında olduğudur. Ayrıca ABD daha Afganistan’dan çekilmeden “IŞİD-Horasan”ın gerçekleştirdiği saldırılar Afganistan’ın geleceğiyle ilgili hiç de iyi işaretler vermemektedir.
EMPERYALİZM VE TALİBAN GERİCİLİĞİ
ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’ı terk etmesi ve Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi sonrası ülkemizi de içine alan önemli tartışmalardan biri de Taliban’ın kimliği ve niteliğiyle ilgilidir. Son dönemde ülkemizde hükümet kanadında Taliban’ın eski Taliban olmadığı üzerinden pek çok söylem geliştirilip adeta Taliban seviciliği yapıldı. Bir yandan “Taliban tanınmamalı” tepkisi gelişirken diğer yandan Taliban’a “anti-emperyalist, özgürlükçü” bir hava kazandırılmaya çalışıldı. Ancak Taliban’ın Afganistan’da oluşturduğu yönetim politikası, Türkiye hükümetinin umduğu gibi olmamış olsa gerek ki Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Taliban’ı tanıma konusunda “Şartlara ve gelişmelere göre hareket edeceğiz.” demek zorunda kaldı.
Görünen o ki Taliban, Afganistan’ı ne kadar emperyalist-kapitalist sisteme bağlar ve emperyalist çıkarlara yedeklerse emperyalistlerce o denli meşrulaştırılıp iktidarını sürdürmesine itiraz edilmeyecek, Afgan halkının uğradığı zulüm görmezden gelinecektir. Hatta bu temeldeki oyun dahi kurulmuştur: Taliban’ın yerine yeni düşman adayı ve hedefteki örgüt, daha üç-dört ay öncesine kadar Taliban’a karşı desteklendiği bilinen IŞİD-Horasan olmuştur.
ABD’ye ve diğer emperyalist güçlere verilen taahhütler, tanınmak için kurulan ya da kurulmak istenen ilişkiler Taliban’ın anti-emperyalist bir çizgide olmadığını; Afganistan’ın da tam bağımsızlığına kavuşmadığını gösteriyor. Bu bağımsızlığın; sınıfsal konumu ve emperyalizme olan uşaklığıyla Taliban gibi hareketlerin önderliğinde gelişmesi mümkün değildir. Taliban’ın işgale karşı savaşta güçlenerek iktidara gelmesi, yine işgal eden güçlerle dünden bugüne ilişkili olmasını engellememiştir. Karmaşık gibi gelse de işgalden, sömürge durumundan yarı-sömürge durumuna geçen birçok ülkenin çağımızdaki gerçeği budur. Ve bu gerçek tam da ‘içeridekinin’ sınıfsal konumunda ve emperyalizmin dünya çapındaki hâkim siyaset tarzında gizlidir.
Taliban, Afganistan’ın gerici sınıflarını temsil etmektedir ve emperyalistlerle yarı-sömürgelik (kompradorluk) ilişkisi kurmak istemektedir. Taliban gericiliğiyle emperyalist gericiliğin buluştuğu ortak özü de bu ilişki oluşturmaktadır. Taliban’ın temellerini atmaya başladığı yapı içerisinde bugün Afganistan’da anti-emperyalizm ile Taliban gericiliğine karşı mücadele aynı anlama gelmektedir. Bu nedenle ne Taliban’dan “anti-emperyalist, özgürlükçü” bir tavır ne de emperyalistlerden “insan hakları, demokrasi, kadın hakları” beklenmelidir. Bugün artık tek gerçek Afganistan halkının Taliban’a ve emperyalistlere karşı mücadelesidir. Odaklanacağımız, dayanışma içerisinde olacağımız ve güçlenmesini isteyeceğimiz tek alternatif halka dayanan alternatif olacaktır. Afganistan halkı, acı deneyimlerle de olsa er ya da geç gerçek kurtuluşunun; demokratik halk devriminin yolunda yürüyecektir.