ABD Merkez Bankası (Fed), 2020 yılından bu yana, ilk kez politika faizini düşürdü. Son 2 yıldır kademeli bir şekilde faiz yükseltme politikası uygulanmaktaydı. 2020 yılında son düşüş görülmüş ve iki yıl politika faizi sabit tutulmuştu. 2022 yılından itibaren, 0-0,25 aralığında sabit seyreden politika faizinde keskin artışlara gidildi. En son faiz kararı ile seviye 5,25-5,50 aralığına çıkarılmıştı. Bu yüksek aralık, 2001 yılından sonra görülen en yüksek oran olurken ABD son 20 yılın en sert parasal daralma politikasını uygulamıştı. Enflasyonla mücadeleyi temel alan bu politikanın enflasyon düştükçe terk edileceği biliniyordu ve piyasa uzun bir süredir yeni sürecin beklentisi içindeydi. İlk etapta 5,25-5,50 seviyesinde sabit tutma ve ardından faizi düşürme beklentisi belirgin bir gecikmeyle de olsa karşılık buldu. Dolayısıyla faiz düşürme kararı beklenmedik olmadığı gibi piyasalar bakımından değerlendirildiğinde gecikmeli gerçekleşti denebilir. Bu da ABD ekonomisinde her şeyin yolunda olmadığını, Merkez Bankası’nın kontrol yeteneğinin sorgulanır durumda olduğunu göstermektedir.
Dünya rezerv para birimi olan doların patronu konumundaki ABD, bu para biriminin gücünü, diğer emperyalistler ile olan çekişmesinde ve yarı sömürgelerinde etkili bir şekilde talan ve yağma aracı olarak kullanmaktadır. Fed tarafından uygulanan politika faizleri de dolar merkezli olarak uluslararası sermayenin söz konusu çekişmede, talan ve yağmada yönünü tayin eder. Bu sebeple Fed politikaları tüm dünyaca takip edilmek zorundadır ve edilir. Bu politikalara dair piyasa beklentileri dahi, ekonomik şekillenişe etki eder.
Her ne kadar ABD para politikasının dünya ekonomisindeki etki gücü belirleyici derecede önemli de olsa bu politikaların her şeye kadir olduğu düşünülemez. Kapitalist ekonominin “anarşik” karakteri, aşırı üretim krizi, tekeller arası rekabetin neden olduğu belirsizlikler ABD için de ittifakları için de ciddi riskler taşır. Bu durum kendi iç çelişkilerinin yoğunluğuna da etki eder. Piyasa çelişkinin yalnızca bir yönüne göre şekil almaz, tüm yönleri gözetir ve bu çelişkide, her ne kadar eşitsiz olsa da tüm yönlerin etkisi vardır. Sonuçta piyasanın kendisi de bir mücadele alanıdır. Bu biçimde anarşiye ve plansızlığa dayanan bir sistemde, tek bir yön ve kutup olması düşünülemez. Bu sebeple de ABD emperyalizmi dahi, bu politikaları belirlerken birçok riskle karşı karşıyadır.
Politika faizi ile Fed borçlandırma faizini belirler. Diğer merkez bankaları da bu faiz oranı üzerinden hem kendi borçlanma stratejilerini belirler hem de kredilendirme politikalarını oluştururlar. Denebilir ki Fed’in para politikası temel alınmadan merkez bankalarının, dolayısıyla bütün bankaların yön belirlemesi olanaksızdır. Politika faizinin düşürülmesi, piyasaya para sürüleceği anlamına gelir. Bankalar ellerindeki tahvil ve değerli kâğıtları kredi olanaklarında yararlanmak uğruna merkez bankasına rehin bırakır, bunun karşılığında ucuz borçlanma olanağı sağlanır. Düşen faizler kredilenmeyi kolaylaştırır, sanayi ve ticari alanlarda bu kredilenme olanağı sayesinde istihdam ve üretimde, dolayısı ile ekonomide büyüme başlar. Bu politikanın esas riski, piyasada bollaşan paranın değerinin de düşmesi ve ekonomi üzerinde enflasyonist baskı oluşturmasıdır. Sonuçta üretimde artış demek aynı derecede ve sürekli artan bir tüketim artışı anlamına gelmez. Ürünlerde “değer artışı” kâr güdüsü ile çalışan sömürü mekanizması için kaçınılmazdır. Son yıllarda enflasyon baskısının kaçınılmaz bir sorun olarak devletlerin, merkez bankalarının başını ağrıttığı biliniyor. Fed’in faizi yükseltme kararlılığı da bu “baş belasını” uzaklaştırma amacı güdüyordu zaten. Faizin düşürüldüğü ülke ABD ve konu edilen para da ABD doları gibi dünya ticaretinin kilit para birimi ise tüm dünyada borçlanma olanağı da artar. Likidite ve fon faaliyetlerinin artması biçimindeki bu para bollaşmasıyla sermaye ihracı dolayısı ile bağımlı ülkelerin ekonomisinde sıcak para akışına ve canlanmaya neden olur. Ancak bu borçlanma olanaklarının artışı, aşırı borçlanmayı ve marjinal harcamalarda artışı beraberinde getirir. Para bolluğu, paranın değersizleşmesine ve “balon sektörlerin” oluşumuna yol açar. Bu durum da nihayetinde finans kökenli krizleri beraberinde getirir. Düşük faizle dağıtılan para toplanamaz ise bu büyük bir krizin fitilini ateşler.
Faizlerin yükselmesi ise parasal daralma politikasının uygulanması anlamına gelir, böyle süreçlerde riskli alanlardan para kaçışı olur, tüketici tasarrufa yönelir ve kredi harcamaları yüksek maliyetler sebebi ile kısılır. Kredilenme olanakları azaldıkça büyük üretim ve ticari faaliyetler de bu durumdan sert bir şekilde etkilenir, yeni üretim alanları oluşturulamaz, var olanların içerisinde kredi bağımlılığı ve borçlanma eğilimi yüksek olanlar borçlu oldukları bankalar tarafından mülksüzleştirilir. Azalan üretim ve ticari faaliyetler istihdamda düşüşe, ekonomide daralmaya ve mudilerin güvenli limanlara kaçmasına yol açar. Yüksek faizli kredilenme para akışının azalmasına, paranın ise değerlenmesine yol açar. Böylece enflasyonist baskı da kırılmaya çalışılır. Parasal daralmanın uygulandığı ekonomi ABD doları ise dolar ile borçlu durumda olan bağımlı ülkelerin borçları katlanır ve azalan yeni kredilenme olanakları sebebi ile ödenemez duruma gelir. Borç krizleri, reel sektör krizlerinin yanı sıra yine farklı yönden finansal kriz görülme ihtimali ortaya çıkar. Parasal genişleme döneminde riskli alanlarda faaliyet gösteren finans kuruluşları, parasal daralma döneminde kaçan mudiler sebebi ile zor duruma düşer. Tüm bu olgular, ağır resesyon risklerini yani ekonomik durgunluk görüntüsünü içinde taşır.
Yani, ABD emperyalizminin elindeki bu önemli araç, her kullanımda fayda sağlayacak diye bir olgu yoktur. Sonuç itibari ile ABD’nin kendisi tarafından ve kendisine karşı da dolar para birimi ticari olarak kullanılmak durumundadır. Oluşan bu riskler direkt olarak ABD için de mevcuttur. Pandemi dönemi ve sonrasında emperyalist çekişmenin tırmanması ve hali hazırda marjinal tüketimde sınırlamaya gidilmesi ihtiyacı ile parasal daralma politikası izlenmek durumunda kalınmıştı. Uluslararası ticaretteki konumuna rağmen, genişleyen para politikası ile değeri düşen doların değerinin yükseltilmesi bağımlı ülkelerin borçlarının katlanmasını ve bu borçların ödenebilmesi için daha yüksek faizlerin işletilmesini veya daha büyük “politik bedellere” zorlanmalarını, böylece ABD emperyalizminin arkasında daha net biçimde hizalanmalarını sağlamıştı. Ayrıca pandemi ile birlikte tedarik zincirinde, daha sonra krize dönecek aksamaların varlığı, Rus emperyalizminin Ukrayna işgalinin yeni politik ve ekonomik krizleri tetiklemesi, ABD açısından parasal genişleme politikası ile karşılanabilecek bir süreç değildi. Ayrıca bu politika pandeminin son dönemi ile birlikte çalışamaz duruma gelmişti. Zaten amacı riskli alanlar dahil, en geniş alanlarda yatırımların artması ve ekonomik büyümenin sağlanması olan bu politika, diğer emperyalist ülkelerce izlenen politikalar ve gerginlik yüzünden karşılık bulamamaktaydı. Riskli alanlardan kaçış mevcuttu ve tedarik sorunları sebebi ile üretim ve ticarette düşüş görülmekteydi, enflasyon da artmaya başlamıştı. Tüm bu sorunlar Fed’in parasal daralma politikasına demirlemesine sebep olmuştu, gerekçe ise yüksek enflasyonun dizginlenmesiydi.
Ancak enflasyonun tek sebebinin faiz politikası olmaması, Fed’in “şahin politikaları”na rağmen enflasyon “istenen” ölçüde dizginlenemedi. Bununla birlikte, daralan para politikasının ciddi riskleri de baş gösterdi.
Geçtiğimiz yıl, finans alanında teknoloji-kripto para gibi riskli olarak değerlendirilen faaliyet alanlarına yoğunlaşan çeşitli merkezlerden bankalar iflas açıklamıştı. ABD merkezli SVB’nin iflası yine aynı alanda faaliyet gösteren Signature Bank gibi birçok bankayı zora sokmuş yalnızca ABD değil, İngiltere ve İsviçre merkezli Credit Suisse bankası gibi bankalar ile finans faaliyetlerinin önemli merkezlerinde birçok banka tarafından iflas ihtimali ve merkez bankalarından borçlanma açıklamaları yapılmıştı. Her ne kadar teknoloji ve kripto alanlarında faaliyetleri olan büyük bankalar bu durumdan etkileniyor görünse de finans kuruluşlarının birbiri ile olan derin bağları, aynı zamanda piyasada risk beklentilerinin artması domino etkisi ile finans krizlerine kapı aralamaktadır. Ayrıca bu bankaların iflas görünümü İngiltere, İsviçre, Almanya gibi birçok ülkede ağır borsa düşüşlerine sebep olmuştu. İngiltere’de FTSE yüzde 6 düşmüş, Stoxx Europe bankacılık endeksi neredeyse “çakılma” denilebilecek yüzde 7’lik bir düşüş gerçekleştirmişti. Beliren bu uluslararası ölçekli tehlikenin ardından Fed’e yönelik piyasa baskısı oluşmuş ve faiz artırımlarının durdurulması ve kısa vadede düşüşe geçilmesine yönelik tavsiyeler yoğunlaşmıştı. Bunun üzerine Fed, son bir yıldır 2023 Temmuz ayından bu yana faiz artırımı politikasını durdurarak politika faizini 5.25-5.50 seviyesinde sabitlemişti. Böylece bankacılık sektörü kriz riskleri devam etmesine rağmen, daha büyük ölçekli iflas görüntüsünden bir süreliğine kurtulmuştu.
Bu durumun tek riski, geniş çaplı finans krizi değildi. Bir diğer olgu, üretimde düşüş ve istihdamın azalması ile artan işsizlik ekonomik küçülme göstergesiydi. Bu aynı zamanda ekonomik durgunluk tehditlerini besleyen, faiz artırımlarına rağmen ekonomideki zayıflama nedeniyle enflasyonun düşüşünü engelleyen bir olguydu. ABD ekonomisi 2023 yılı dahil olmak üzere 3 yıl üst üste küçülme görüntüsü sergilemişti. Alman ekonomisi 2023 yılında teknik resesyon tehdidi altında küçülme gösterdi. Aynı tehdit bu yıl için İngiliz ekonomisini de tehdit ederken 2024 başında Japon ekonomisi beklentileri boşa çıkararak büyük bir küçülme eğrisini devam ettirdi. Japon ekonomisinin belkemiğini özel tüketim oluşturmaktadır. Özel tüketim hanehalkının “hane” özgülünde yaptığı harcamaların yani yatırım dışı ve üretim dışı harcamaları kapsar. Bunun içerisine konut kira-alım-satım faaliyetleri, gıda, eğlence, giyim, enerji harcamalarının tümü eklenebilir. Özel tüketime en büyük etki ise kredi politikaları üzerinden gerçekleşir. Kredilenme zorlaştıkça tüketim azalır ve tasarruf eğilimi görülür. Japon ekonomisinin, dolar politikalarından direkt ve yoğun biçimde etkilenmesi Fed faiz artırımının küresel etkilerinin ağır biçimde Japonya’da da görülmesine sebep olmaktadır. Japonya’da faiz oranı düşük olsa da Japon ekonomisindeki özel tüketimin payı ve başta dolar olmak üzere dövizden yansıyan ağır ithalat koşulları Japon ekonomisindeki küçülme eğrisinin esaslı sebeplerinden biriydi. Bu olgular, İngiltere ve Almanya ile birlikte Japonya’nın da teknik resesyon tehdidi ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Japonya’nın ekonomik göstergeleri bu ülkelere göre daha riskli bir seviyede duruyor. Hanehalkının tasarrufa yönelmesi yani özel tüketimde azalma ile dolayısıyla ekonomik küçülme, Japon piyasalarında da faiz politikasının değiştirilmesi ve daralma para politikasının izlenmesi için Merkez Bankası üzerinde baskı oluşmaktaydı. Bu parasal daralma politikası beklentisinin esas sebebi, Japonya’nın döviz üzerinden mevcut durumda ödeme gerçekleştirme zorunluluğu yani ithalat ve yoğun borç kalemleridir. Ayrıca Japonya, bu politik yönelime girmesinin sebeplerini birkaç başlıkta açıklamaktaydı: ABD merkezli dolar politikasının belirsizlikler oluşturması, faizdeki sert düşüşün borçlanmayı artırma olasılığı, ekonomik büyümenin sağlanabilmesi için istikrarlı ekonomi politikalarına geçiş… Ancak tüm beklentilere rağmen, Japon Merkez Bankası son toplantısında artış yoluna gitmedi. Buna yönelik en büyük endişenin enflasyon ve uluslararası piyasaya yönelik çekinceler olduğu belirtildi. Bu endişeye rağmen Japon ekonomisi için faiz artırımı kaçınılmaz bir hamle olarak beklenmekte. Bu “riskin” ne kadar ertelenebileceği tartışmalı görünse de uzun sürmeyeceğini öngörebiliriz.
Emperyalistler arası çelişkilerdeki gergin seyir sürmektedir. Bunun nedeninin ekonomik kriz şartlarındaki derinleşme olduğunu sürekli vurgulamalıyız. Gerginliğin içerdiği riskler gerçekleşmektedir. İzlenen politikalar aynı zamanda riskleri de biriktirmekte, ekonomi politikalarının da bu biçimde istikrarsız ve temkinli ilerlemesini beraberinde getirmektedir. Bundan dolayı her ne kadar piyasaları rahatlatmak ve resesyonu engellemek adına çeşitli politik adımlar atılsa da mevcut istikrarsızlık ve yoğun gerginlik seyri, uluslararası sermayenin genel olarak güvenli limanlara kaçma eğilimini engelleyememektedir. Bu durum, resesyon olasılığının (belki de gizlenen resesyonun, demek gerekir) ve daha ağır kriz risklerinin, tüm atılan adımlara rağmen devam etmesine sebep olmaktadır. Emperyalistlerce izlenen para politikaları, gerçek ve güvenilir bir rahatlama getirmemektedir. Çatışmaların yoğunlaşması, politik kaosun bölgeselden uluslararası alana doğru genişleme trendine girmesi devam eden “rahatsızlığın” dışavurumudur. Ancak sözünü ettiğimiz ağır riskler, bugün için emperyalistlerin, aralarındaki savaşımı daha yumuşak bir seyre çekmelerini de dayatabilmektedir. Kimin kazanacağının belirsiz olduğu durumda “erteleme”, “ara yol bulma”, “sorun yaratıp rakibi sorunlara boğma” politikaları revaçta olur. İçinde olduğumuz seyir henüz böyledir. Ekonomik olarak da aynı yaklaşım geçerlidir. Bunun en büyük örneği, Fed tarafından alınan son faiz düşürme kararının beklentilerin oldukça üstünde 50 baz puan olarak açıklanmasıdır. Ancak buna rağmen, risk ve tehditler artarak devam etmektedir.
Sonuç olarak, emperyalistler arası çekişme daha derin sulara doğru ilerledikçe ekonomi politikaları da bu çekişmeye endekslenmekte, daha fazla risk biriktirmekte ve ağır sonuçlar üretebilmektedir. Bu ağır sonuçların bedelini ödemek durumunda bırakılan ise dünya halklarıdır. Parasal daralmayla üretimin azalması ve işsizliğin artması halkı vurmaktadır, parasal genişlemeyle artan enflasyon da halkı vurmaktadır. Bu politikalardan doğan ağır krizlerin faturası halka yüklenmektedir.
Emperyalist-kapitalist sistemin her politikası halk için daha fazla sömürü, emperyalistler için ise daha fazla talan ve kâr üretmek adına belirlenir. Bu politikalardan halka fayda sağlayacak hiçbir sonuç beklenemez. Görülmektedir ki, çelişkiler ağırlaşmış ve büyük ölçekli krizler kapının ardında belirmiştir. Halka saldırıların yoğunlaşarak devam edeceği, çatışmaların yayılacağı ve hatta yayıldığı ortadadır. Tüm bu seyre karşı halklar için devrimci mücadelenin yolu çizilidir, bu yol daha önce yürünmüştür, gelecekte gene yürünecektir. Bize düşen sorumluluk yola şimdiden koyulmaktır…