[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Tüm emperyalist güçler Ukrayna’da Rus işgaliyle birlikte “bir kanlı yumak” haline gelmiştir. İşgalin üçüncü ayında Rus emperyalizmi yavaş da olsa amaçlarına doğru ilerliyor. Hedeflediği şehirleri parça parça ele geçiriyor. Gerici Ukrayna rejimine yönelik “Batılı emperyalist” blokun savaş kışkırtıcılığına dayalı desteği ise artık sadece Rusya’nın daha fazla yıpratılması içindir. Bununla birlikte Ukrayna rejimine yönelik desteğin bütünlüğünde de bir çözülme gerçekleşmiştir. Soruna farklı cephelerden, kendi çıkarları açısından bakma eğilimi işgal uzadıkça daha belirgin olmaya başlamıştır. Batılı emperyalist güçlerin Ukrayna’ya verdiği desteğin ve Rusya karşıtlıklarının başta ortaya konanlardan çok uzak olduğu açığa çıkmıştır.
Haziran ayı ortasında emperyalist güçlerin peş peşe Kiev’e en üst düzeyde ziyaretleri gerçekleşti. Avrupa’nın üç dinamosu Almanya, Fransa ve İtalya’nın liderleri planlanan şekilde 17 Haziran’da, İngiltere lideri ise sürpriz bir ziyaretle 18 Haziran’da Kiev’de boy gösterdi. Hiç kuşkusuz bu ziyaretler Ukrayna’nın daha fazla direnmesini sağlamak içindi. Fakat Zelenskiy ile yapılan görüşme sonrasında Rusya’nın kınanmasında yakalanan ortaklık dışında, üçlü ile İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın yaklaşımları arasındaki farklılık dikkat çekti. Almanya Başbakanı Olef Scholz savaş ve yıkımı kast ederek “Kâbusun bir an önce son bulması gerektiğini” söylerken Fransa Cumhurbaşkanı Macron “Ukrayna’nın Rusya ile masaya oturması gerektiğini” belirtti. Bu ziyaretten hemen sonra Boris Johnson’ın sürpriz ziyareti ise Ukrayna’ya daha fazla askeri destek, Ukrayna güçlerine yönelik “eğit-donat” programının daha fazla güçlendirilmesi ve bu şekilde Rus işgaline karşı daha güçlü bir savaş yürütülmesi yönlü bir teşvik içeriyordu. Savaş cephesine yönelik bu yoğunlaşmış ve en üst düzeyde gerçekleşen peş peşe ziyaretlerin ortaya çıkardığı sonuç Rusya’ya karşı kenetlenmiş “batı blokunda” gidişata yönelik farklı eğilimlerin belirginleştiğidir. Savaş kışkırtıcılığını elden bırakmayan bu emperyalist güçler verili güç dengeleri ve değişen şartlar karşısında taktik hamlelerle ayrı rotalara yönelmeye başladılar. Rusya’ya yönelik ekonomik ve siyasi yaptırımların da beklenen düzeyde caydırıcı olmadığı açığa çıkmış durumda. Bu yaptırımların bütünlüklü olarak uygulanamadığı da ayrı bir gerçeklik olarak kayıtlara geçmişti zaten. Bu süreçte Rusya Çin ile ilişkilerini daha da güçlendirmekle kalmamış, BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkeleriyle bu parçalı ablukayı hafifletecek hamleler de yapmıştır. Bunun yanında Rusya Avrupa ülkelerine karşı kullandığı enerji silahını ve rezerv paraya karşı aldığı önlemlerde somutlaşan kozlarını elinde tutmayı sürdürmektedir.
26 Haziran’da Almanya’nın Münih kentinde toplanan G-7 Zirvesi’nde Rus petrolüne fiyat sınırlandırması gündeme alınmış, Rusya’dan altın ithalatı ise yasaklanmıştır. Bu toplantıda Ukrayna işgaline yönelik farklı taktiklerin, özellikle birebir görüşmelerde masaya yatırılacağından şüphe yoktur.
Ukrayna’da “tek bir kanlı yumak” haline gelen emperyalistlerin ortaklıklarını ve farklılıklarını nasıl bir dengeye sabitleyeceklerini G-7 ve 28-29 Haziran’da yapılacak NATO toplantısı sonrasında daha açık bir şekilde görebileceğiz. Şimdiden Ukrayna’nın Rusya’ya toprak vererek ya da oluşmuş durumu fiilen kabul ederek bir uzlaşma yoluna gitmesi gerektiğinden söz edilmektedir. Böylece süreci kontrol altına almayı sağlayacak yeni bir yol haritası arzulanmaktadır. ABD ve İngiltere ile Almanya ve Fransa’nın bu eksende taktik bir ayrışma içinde olduğu söylenebilir. “Barış; ama ne pahasına?” tartışması bu güçlerin masasındadır. Rusya’yı maksimum düzeyde zayıf düşürecek, tavizler koparacak ancak işgal edilmiş Ukrayna topraklarının Rusya’ya bırakılmasını içerecek bir çözüm arayışı söz konusudur. Bu kanlı yumağın bir parçası olan Rusya ise sınırlarını NATO’ya karşı korumuş olacak, ancak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusu ile devam eden süreçte yalnızlaştırılma problemiyle uğraşmaya devam edecek… Hiç kuşkusuz uzadığı varsayılan işgal hareketinin politik ve ekonomik olarak getirdiği kayıpların sonuçlarıyla boğuşmak da Rusya’nın diğer bir problemi olarak görülmektedir. Buna rağmen Rusya rublenin değer kazanmasıyla, altın ve gümüş stokuyla, paladyum benzeri elementlere sahip olma üstünlüğüyle gücünü esas olarak korumayı bilmiştir. Avrupa devletleri ile yaşanan problemlerin bugüne özgü olmadığı da hatırlanırsa bir kıskaç altında sıkıştırıldığı iddiası hiç de inandırıcı görünmemektedir. Bu durum hiç kuşkusuz emperyalist dalaşın daha fazla boyutlanması, tırmanması, tüm pazar alanlarında daha kanlı bir mücadelenin de süreceği anlamına gelmektedir.
Emperyalizm ezilen halklar ve uluslar için işgal, sömürü, kan ve gözyaşı demektir. Aralarındaki çelişkilerin boyutlanması demek halklar için daha fazla kan, daha acımasız bir yıkım, daha büyük açlık-yokluk ve acı demektir. Emperyalist saldırganlık, işgal ve savaş kışkırtıcılığı zemini, onların zincirinin tüm halkalarında böyle şekillenmeleri ve bağlı tüm gerici güçlerin de bu eksende şekillendirilmeleri anlamına gelmektedir. Bu durum aynı zamanda ezilen uluslara ve halklara yönelik saldırıları cesaretlendiren bir faktördür.
Gelişmeler aynı zamanda dünya genelinde büyüyen şovenizm, tarihsel sorunların ve sınır anlaşmazlıklarının olduğu her yerde gerginlik ve çatışma zeminidir. Türk hâkim sınıfları tam da bu zeminde şovenizmi körükleyerek Ortadoğu’dan Akdeniz’e, Afrika’dan Kafkasya’ya kadar ilhak-işgal ve savaş kışkırtıcısı bir konumlanış içindedir. Özellikle Kürt ulusuna karşı olmak üzere Akdeniz ve Ortadoğu’da kanlı hesaplar içeren saldırgan bir konumdadır.
Sefalete, kendi deyimleriyle iflasa sürükleyen bir ekonomik ve politik kriz hâkim sınıfları içerde ve dışarda saldırganlaştırmaktadır. Böylece halkın yoksullaşmaya ve dolayısıyla iktidara karşı biriken öfkesini farklı alanlara yöneltmeye çalışmaktadır. Bu durum onu daha güçlü bir kriz sarmalına doğru sürüklemektedir. İçerde İşçi sınıfı ve emekçileri ağır bir ekonomik krize mahkûm eden, faşist saldırıların dozunu arttıran, hak arama temeline dayalı tüm örgütlülükleri, ifade ve düşünce hakkını ablukaya alan yaklaşım Kürt Ulusal Mücadelesi somutunda dışarıda da saldırılarını boyutlandırmaktadır. Kürt ulusal mücadelesinin her alanını ağır bir baskı altına almakla yetinmemekte aynı zamanda şovenizmle tecrit edip boğmaya çalışmaktadır. Gerillaya yönelik imha operasyonları, legal siyaseti yasaklama, Kürt basınına yönelik sansür ve saldırı, tüm Kürt ulusal örgütlenmelerini dağıtmaya odaklı yaklaşım durmaksızın sürmektedir. Onlarca Kürt gazetecinin tutuklanması son saldırıların bir halkası olmuştur.
Yazılı ve görsel basında oluşmuş mutlak ve kesin hâkim sınıf çizgisi ile geniş kitlelerin dezenforme edilmesi yetmemiş, “dezenformasyonla mücadele” adı altında kapsamlı bir sansür yasası gündeme getirilmiştir. Böylelikle tüm muhalif basına ağır bir sansür ve saldırı zemini yaratmak ve sanal medyanın kontrol altına alınarak, sisteme muhalif herkesin fişlenmesi, hedef gösterilmesi ve devlet mekanizmasıyla baskılanması amaçlanmaktadır. Faşizm, böylelikle yaygınlaşan ve büyüyen öfke ve tepkinin etkileşimini sınırlamayı, tüm birleşme olanaklarını ortadan kaldırmayı, gerçeklerin görünmesini engellemeyi, mücadelenin gelişme dinamiklerini tırpanlamayı ummaktadır. Sistem için tehlike arz eden en küçük tepkiye, düşünceye dahi tahammül edemeyen bir yönetme tarzı şekillenmekte ve yönetmek her zamanki gibi bir soruna dönüşmekte ve halkın çıkarlarıyla çatışma içeren derin açmaz bir kez daha gerçekleşmektedir.
Bunlar devrimci durumun gelişkin olduğuna işaret eder. Ezen sınıflar ezilenleri tarih boyunca her zaman manipüle etmiş, aldatmışlardır. Sadece baskı mekanizmasıyla değil egemen olmanın sağladığı tüm araç ve yöntemlerle bunu yapmışlardır. Kitlelerin hâkim sınıflar tarafından aldatıldığı gerçeğine dayanarak ve bunu tersine çevirerek mücadelenin gelişmesini beklemek hiç kuşkusuz yanıltıcı bir yaklaşım olacaktır. Egemen sınıfların kitleleri bu tarihsel kesitte hangi bütünlük içinde aldattığını net bir biçimde tanımlamak gerekmektedir. Bu türden aldatmaların temel dinamiği kitlelerin, kendi politik çıkarlarından ayrılmasını sağlamaktır. Kitlelerin farkında oldukları gerçekliği anlamlandırmalarını sürekli manipülasyonla engellemek, onları sürekli değişen kendi gündemlerinin anlamları içinde bırakmak bunun en bilindik yöntemidir. Son zamanlardaki “yoğun gündem değişimleri,” büyüklük gösterileri kitleleri aldatma pratiğinin unsurlarıdır. Böylece kitlelerde artma eğilimi gösteren gerçek değişim fikrinin önü alınmaktadır. Büyük fikirler, büyük değişimler ve büyük gelişmelerin olanaksız olduğuna dair tam ve kapsamlı bir kandırma süreci yaşanmaktadır. Bu bağlamda tüm sınıf ilişkilerini ve buna dayalı politik çıkarları muğlaklaştıran, değişimi ve mücadeleyi pasifize edecek şekilde meclis-sandık-oy denklemine sokan bir kuşatma söz konusudur. Komünistlerin görevi sınıf ilişkilerini ısrarla esas alan, tüm mücadeleleri bu temelde analiz eden, bunların gelişme dinamiklerine odaklanan ve kitlelerin kendi politik çıkarlarına ikna edilmesini amaçlayan bir mücadele ve yönelim içinde olmalarıdır. İdeolojik-politik mücadele özellikle halkın sistemi iyileştirme vaatlerine ikna edilmesine, sisteme yedeklenmesine karşı yönelmelidir. Tüm çalışmalar ise doğrudan tüm egemen sınıfları ve onların kliklerini hedef almalıdır. Halkı parlamentarizme, iyileştirmelere, anayasalcı gevelemelere ikna eden her politik tutum egemenlerin kuşatmasına, kandırmasına dolaylı şekilde ortak olan bir yaklaşımı içermektedir. Tüm bunlarla aramıza kalın bir çizgi çizmek, kitlelerin mücadelesinin özünü ve esas eğilimi kavramakla olanaklıdır.
Bu eğilim ise hiç kuşkusuz toplumsal ve politik devrim eğilimidir. Halkın politik çıkarlarını devrim için yönelmiş, devrimin ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş, onun bilinciyle donanmış ve hiç kuşkusuz öfkeyi ve bileylenmişliği Halk Savaşı çizgisinde seferber etmiş komünist partisi temsil edecektir. Yönümüzü bu rotaya çevirmeliyiz. Halkın mücadelesinin, yaşadığı çelişkilerin temel eğilimi devrimin örgütlemesi, devrim bilinciyle mücadelenin geliştirilmesidir. Onları bağlayan tüm gerici zincirlerin paramparça edilmesini sağlayacak olan da budur.