Emperyalist-kapitalist sistemin derinleşen yapısal krizine paralel ivmelenen emperyalist paylaşım mücadelesi olanca yıkıcılığı ile sürüyor. Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya, Afrika’dan Asya-Pasifik’e kadar dünyanın dört bir yanında süren bu mücadelenin andaki adreslerinden biri kuşkusuz Ortadoğu’dur. On yıllardır emperyalistlerin hedefi olan Ortadoğu, bu özelliğini bugün de koruyor. Bölgedeki nüfuz mücadelesinin baş aktörleri ABD ve Rusya’dır. Bölgede hâkimiyet kurmak için çekişen bu iki gücün arasındaki rekabet son yapılan hamlelerin de gösterdiği üzere bölge açısından git gide daha yıkıcı bir hal almaktadır. ABD’nin Golan’daki İsrail ilhakını tanıması ve İran Devrim Muhafızları’nı (İDM) terör listesine alması gibi hamleleriyle neyi amaçladığına bakmak, bölgedeki gelişmelerin gidişatı hakkında ipuçları verecektir.
Öncelikle emperyalistlerin, özellikle de ABD’nin, yaptıkları hamlelerle ne amaçladıklarını anlamlandırabilmemiz için hem bölgesel, hem de küresel anlamda emperyalistler arası dalaşın geldiği noktayı ortaya koymalıyız. Bu eksende ilk nokta sisteme içkin olan krizin aynı zamanda güncel de olmasıdır. Neo-liberal sermaye birikim modeli “can çekişiyor” ve ABD hegemonyası geriliyor. ABD geriledikçe, Rusya ve Çin emperyalizmine yeni pazarlara sızma, ekonomik, siyasi, askeri nüfuz alanlarını genişletme imkanı doğuyor. Bu durum emperyalistler arası kurulu güç dengesini değişime zorluyor. Pazar paylaşımının güce göre yapıldığı emperyalist-kapitalist sistemde güç dengelerinin değişmeye başlaması pazar alanlarının yeniden paylaşımını daha da yakınlaştırıyor. Ortadoğu’daki yönelimden de göreceğimiz üzere, ABD güç kaybettikçe giderek saldırganlaşıyor. Bu ABD başkanı Trump’ın çılgınlığından ziyade rakiplerini artık yumuşak gücü ile önleyememesi nedeniyle sertleşmeye ihtiyaç duymasıyla açıklanabilir.
Kuşkusuz ABD’nin gerileyip Rusya ve Çin’in güçlendiği alanların başında Ortadoğu geliyor. ABD, BOP ile Ortadoğu’yu “dikensiz gül bahçesine çevirmek” ve bölgede katı bir hegemonya kurmak istiyordu. Fakat başta bölge halklarının direnişi, Rusya ve Çin’in işbirlikçi devletlerle (Suriye ve İran) birlikte yaptıkları manevralar ABD’nin bu projesini boşa düşürdü. Bu da bölgede ABD’nin gücünün aşınmasına yol açtı. BOP süreci Rusya ve Çin’in bölgeye ABD’ye rakip olacak seviyede sızmalarına olanak sağladı. İran’ın, ABD aleyhine yayılmasını sürdürmesine ve kimi yeminli ABD uşaklarının efendileriyle aralarının açılmasına zemin hazırladı. Toplamda BOP beklentilerinin tam tersi sonuçlar yaratmıştır. Ancak ABD küresel alanda olduğu gibi Ortadoğu’da da “aslan payı”nı kimseye bırakmaya niyeti yoktur. Dolayısıyla her ne kadar ABD bölgeden çekilme görüntüleri sunsa da BOP, amaçları bakımından biçimsel olarak değilse de öz olarak halen günceldir. Yani ABD, Rusya ve Çin’in etkinliği ile zayıflayan nüfuzunu güçlendirmeye, eski üstünlüğünü tekrardan tesis etmeye çalışmaktadır. Bu amaca ulaşmak için bölgeyi yeniden dizayna hız vermiştir. Çekilme mesajı taktiksel olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
ABD’NİN İRAN’A YÖNELİMİ RUSYA VE ÇİN’İ HEDEFLİYOR
ABD’nin bölgede hegemonyasını kurabilmesi, Çin, Rusya ve işbirlikçisi İran’ı geriletmekten geçmektedir. Bu eksende İran’ı sürekli gündemde tutmakta. İran’da iç karışıklıklar yaratmaya çalışmaktadır. İran’ın Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak’ta etki gücünü artırması ABD’yi fazlasıyla rahatsız ediyor. Diğer yandan İran’ı hedef alarak, esasında İran üzerinden Rusya ve Çin’i hedeflemektedir. Dolayısıyla İran’ı geriletmesi aynı zamanda Rusya ve Çin’in etki alanını daraltma anlamına gelmektedir. Bu ABD’nin bölgeye yönelik stratejisinin bir parçasıdır. Kısa vadede İran’da rejim değişikliğinin yapılmasına gücü yetmeyeceğini anlayan ABD İran’ı kendi sınırları içine hapsetmeye, uluslararası alandan tecrit etmeye çalışıyor. Nükleer anlaşmadan çekilmesi, Suriye Kürdistanı’nda üsler kurması, en son İran rejiminin sembolü, yayılmacılığının asli unsuru İDM’yi “terör örgütü” olarak ilan etmesi bu kapsamda atılan adımlardır. ABD’nin İran’a yönelik bu saldırgan politikası, siyasi, ekonomik ve her türlü araçla İran’ın nefes borularını daha da sıkacağı anlamı taşımaktadır. Zira İDM dış politikada etkin olduğu kadar ekonomide de kilit sektöre hakimdir. Şimdi onunla iş yapacak olan ülkeler ABD tarafından “teröre” yardım suçlaması ile daha sert yaptırımlara maruz kalabilecektir.
ABD emperyalizmi, Rusya, Çin ve İran’a karşı hakim konuma geçmek için bölgedeki işbirlikçilerine hiç olmadığı kadar mahkumdur. Dünyanın diğer alanlarındaki paylaşım mücadelesi bu ihtiyacı artırmaktadır. Bu ABD’nin ilk defa başvurduğu bir yöntem değildir. Daha öncede gücünün gerilediği dönemlerde gerek Ortadoğu’da gerekse dünyada, yarı-sömürge ülkeleri sahada kendi çıkarları ekseninde vekil tayin ettiği, inisiyatif tanıdığı dönemler olmuştu.
Bu dönemlerde ABD sahadaki güçlerini azaltmış olsa da hiçbir zaman bölgede üstün güç olmaktan vazgeçmedi. Sadece varlığını daha çok bölgedeki vekil güçler üzerinden sürdürme politikası izledi. Suriye özgülünde, işbirlikçi güçlere ihtiyacı artmış olsa ve onlara daha çok inisiyatif tanısa da ABD bırakalım geri çekilmeyi henüz sahadaki güçlerini azaltmaya dahi gitmiş değil. Şu an bölgede görünen, sahadaki güçlerine ek olarak uşaklarını daha çok sahaya sürüyor oluşudur.
İSRAİL’E VERİLEN DESTEK VE ABD’NİN İTTİFAK ÇABALARI
Bugün ABD bölgeyi yeniden dizayn etmeye çalışırken öne çıkardığı güçlerin başında İsrail geliyor. On yıllardır bölgede ABD’nin tetikçiliği misyonunu üstlenmiş olan İsrail’e yönelik destek daha da artmış durumda. ABD, özellikle İran’a karşı mücadelede İsrail’i daha da bir şevklendirmek ve pozisyonunu güçlendirmek adına hamle üstüne hamle yapıyor. Daha önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı. 1967’den bu yana işgal altında olan Golan’ı İsrail toprağı olarak tanıdığını açıkladı. Golan’ın stratejik konumu düşünüldüğünde (Şam’a 40 km uzaklıkta, Suriye’yi dürbünle dahi izleme imkanı söz konusu, Lübnan, Ürdün ve Suriye’yi askeri baskı altında tutabilecek konuma sahip ve su kaynakları açısından zengin) ABD’nin bu adımının amacı daha net anlaşılıyor. Şimdi de Filistin’in Batı Şeria bölgesinde İsrail ilhakının tanınması ve Batı Şeria’nın Ürdün’e taşınması gündemde. Elbette ki bu hamleler ABD’nin yakında açıklamaya hazırlandığı ve Filistin sorununu çözeceğini iddia ettiği “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen proje kapsamındadır. ABD’nin çözümden anladığı Filistin’i tamamıyla tasfiye etmektir.
Bölgede rakiplerine karşı mücadelede ABD yalnız İsrail’e değil, gerici Arap devletlerine de ciddi biçimde rol biçmiş durumda. ABD’nin bölgedeki işbirlikçi Arap devletleri içinde baş tetikçi rolünü üstlenen S. Arabistan’dır. Onun peşi sıra Ürdün ve Mısır geliyor. ABD uzun süredir Körfez ülkelerini İran’a karşı “Arap NATO’su” içinde toplamaya ve İsrail’le yakınlaştırmaya çalışıyor. Bağlaşıklarını NATO benzeri bir ittifak içinde toplaması emperyalist rekabette ABD, İran’a karşı gerici Arap devletlerinin pozisyonunu kuvvetlendirecektir. Ancak uşak devletler arasındaki çelişkiler, ABD’nin bu planını hayata geçirmesini engelliyordu. Özellikle Suudi Arabistan’ın, ABD desteği ile Katar’ı hizaya çekme adına bu ülkeye ambargo uygulaması bu planın gecikmesinde ciddi bir rol oynadı. Uşaklar arasındaki çelişkilerin ön plana çıkmasını önleyememe ABD’nin güç kaybının da bir ifadesidir. Ne var ki Cemal Kaşıkçı cinayetini, Katar üzerindeki ablukayı kaldırmaya yanaşmayan, haliyle Arap NATO’su oluşumunu geciktiren Suudi Arabistan üzerinde baskı unsuru olarak kullanan ABD istediğini almışa benziyor. Zira, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da, Katar, Ürdün ve diğer körfez ülkelerinin katılımıyla Arap NATO’suna hazırlık toplantıları yapılması buna işaret etmektedir. ABD’nin, bölgedeki en büyük ordulardan birine sahip Mısır’ı bu ittifaka katmaya çalıştığı biliniyor. Ancak Mısır’ın bu projenin geleceğinden şüpheli olması ve İran’la arasını bozmama gerekçesiyle ittifaka dahil olmayacağını duyurdu. Mısır, Arap ülkeleri açısından önemli bir yere sahip olması nedeniyle ABD’nin bölgedeki planlarının uygulanması için kilit bir ülke konumunda. İttifaka katılmadığı gibi ABD’nin yaptırım tehditlerine karşı Rusya ile yakınlaşıyor, ondan savaş uçağı almaya çalışıyor. Bu durum Rusya’nın ABD’ye karşı nasıl bir denge ve tehdit unsuru haline geldiğini de gösteriyor.
ABD’nin İran’ı hedef tahtasına koyarken TC’yi de İran karşıtı bir ittifak içine almaya çalıştığı bilinmektedir. TC de esasında tıpkı BOP döneminde olduğu üzere ABD’nin bölgedeki koç başı-ileri karakolu olmaya can atıyor. Ancak ABD’nin bölge planlarında İsrail ve Suudi Arabistan’ı öne çıkararak TC’nin onlara eklenmesini istemesi, yayılmacı hevesler içinde olan Türk hakim sınıflarının itirazlarıyla karşılanıyor. Zira TC ABD’den başrol beklerken, özellikle Suriye’de Kürtlerle olan işbirliğini sonlandırıp kendisini desteklemesini istiyor. İsteğini alamayan TC’nin kendine alan açma adına Rusya’yla yakınlaşmasını sürdürmesi, ABD’nin esneklik sınırlarını aşmış durumda. Ekonomik kriz dolayısıyla TC ABD’ye heyetler göndererek tavizler verip kendisinin yapılacak planlamaya dahil edilmesini istiyor. Ekonomisine destek karşılığında hangi konularda uşaklığı kabul ettiği etmeye razı oluğu ilerleyen süreçte açığa çıkacaktır.
Özcesi bölgedeki emperyalistler, özellikle ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki hamleleriyle emperyalist rekabet ve saldırganlık ezilen halkların aleyhine git gide sertleşiyor. Emperyalist rekabet nedeniyle ABD kendine bağımlı olan bölgedeki gerici devletlerin güçlenmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. ABD’nin körfezin faşist iktidarlarına, İsrail’e ve Mısır’a; Rusya’nın, Suriye ve İran’a desteklerini artırmaları bu ihtiyacın ürünüdür. Bu durum bölgede anti- emperyalist ve anti-faşist mücadeleyi her zamankinden daha güncel kılıyor. Sudan’dan Cezayir’e hakim sınıflara diz çöktüren halkların isyanı yol göstericidir. Emperyalistlerin askeri darbelerle halk isyanlarının üzerine çöreklenmesini yine isyanla önlemeye çalışan halk ayaklanmaları bölgede anti- emperyalist, anti- faşist mücadelenin zeminin ne denli güçlü olduğunu gösteriyor. Tarihsel sürecin defalarca vurguladığı ve gösterdiği gibi direnen halklar kazanacaktır.