[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Son yıllarda sıklıkla bir masa etrafında görülen, itidalli ortaklık mesajları ile dostluk görüntüsü veren Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler hem Rusya ile diğer emperyalistler arasındaki çelişkilerin hem de TC’nin uşak bir ülke olarak uluslararası politik arenada takındığı tavrı tartıştırması bakımından önemlidir. Suriye eksenli konularla sıklaşan görüşmeler ve S-400 füze savunma sisteminin alınması ile birlikte farklı bir görüntüye kavuşan iki ülke arasındaki ilişkiler aslında bu başlıklar ile sınırlı değildir. İki ülke arasında 2015 yılında “uçak krizi” olarak anılan, TC’nin ABD emperyalizmi ve NATO’nun kendisine biçtiği “bölgeyi yeniden dizayn etme” görevi doğrultusunda oluşturduğu hareket tarzı ile gerdiği ilişkiler sonucunda, Rusya ile geçmişte ciddi oranlara yaklaşarak 37 milyar dolar seviyelerini gören ticaret hacminin hızlı bir biçimde düşmesine sebep oldu. Bu ticaret hacmi, TC açısından ithalat-ihracat dengesinin korunduğu bir biçimde gerçekleşmedi elbette. Bununla birlikte kriz döneminde TC’nin Rusya’ya olan ihracatı neredeyse durma noktasına geldi. Son yıllarda yeniden toparlanmakta olan ticari ilişkilerin, Erdoğan’ın ifadesi ile 100 milyar dolara çıkarılması hedefi ortaya atılırken, artan ticaret hacminin pek de Türkiye lehine gelişmediği de ortadadır. Geçmişte de özellikle petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artışlar ve başkaca hammadde fiyatlarında görülen keskin artışlar, iki ülkenin ticaret hacminde genişleyen bir görüntü oluştursa da bu genişleme dengeli olmamakta, TC’nin ithalat payının artması ile (Rus ihracatının artması ile) ortaya çıkmıştır. Bugün görülen gelişim de özellikle enerjide ve emtialarda yaşanan arz kesintisi ve kısıtlamalar ile birlikte yükselen fiyatlardan kaynaklanmaktadır. Bunun için örneklerden biri Türkiye’nin doğal gaz ithalatıdır. 2022’nin yalnızca ilk 5 ayında Rusya’dan 10 milyar dolar değerinde doğal gaz ithalatı yapılmıştır. İlk yedi ayda ithalat toplamda 32 milyar dolar, ihracat ise 3,8 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır. Ardından, geçtiğimiz günlerde Türkiye hakkında açıklamalarda bulunan Putin iki ülke arasındaki ticaret hacminin geçen yıla oranla 2 kat arttığını belirterek bunun aynı zamanda yakın ilişkiler ile bağlantılı olduğunu ifade etmiştir. Gerçeklik ise Rusya’nın hammadde ve enerji ihracat fiyatlarındaki artışın ciddi boyutlarda olmasıdır. Türkiye’nin ise Rusya ile en ciddi ihracat payını meyve-sebze ve kimyevi maddeler oluşturmaktadır. Ancak ithalat ve ihracat rakamları arasındaki derin uçurum aynen mevcuttur. Ekonomik ilişkilerin bu seyri, ABD-Türkiye arasında bir kopuş ve Türkiye’nin Rus emperyalizminin yörüngesine girme eğiliminde olduğuna dair kimi yorumların da ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bunun yanında Suriye ekseninde Astana görüşmeleri, Ukrayna-Rusya arasındaki savaşta “denge” siyaseti, Rusya’nın Avrupa ile doğal gaz üzerinden yürüttüğü politikasında Türkiye’yi araçsallaştırması, Putin-Erdoğan arasındaki sıkı politik ilişkiler bu tartışmaları daha da güçlendirmektedir. Ancak bağımlı ülkeler için eksen değişikliği, belirtildiği biçimde kolay gerçekleşecek bir durum değildir. Ayrıca Rusya’nın özellikle doğal gaz alanında ciddi bir aktör oluşu tek başına Türkiye’yi etkileyen bir durum değildir. Üretimde ciddi anlamda geri seviyede olan Türkiye ile olan ekonomik ilişkilerinde makas aralığının bu derece açık olması da bir sürpriz değildir. Bağımlılık düzeyini ve bağımlı bir ülkenin eksen değişikliğinde de belirleyici olan faktör ticaret hacminin gelişkinliği veya gelişebilirliği değildir. ABD emperyalizmi ve AB’li emperyalistler ile daha gelişkin ticari bağları olmakla birlikte, esas sorun ülke ekonomisinin bel kemiğini oluşturan yabancı sermaye, döviz veya borç sorunu; tam hali ile emperyalist sermayeye muhtaç olma sorunudur. Bu da ekonomi açısından yapısal bir koşula işaret eder. Bağımlı bir yarı feodal ülke olan TC emperyalist sermayenin ülke kaynaklarını talan etmesine muhtaçtır. Bu sebeple de emperyalistler için en uygun pazar koşullarını yaratabilmek adına çabalamakta ve diğer pazar alanı olabilecek yani uşaklık yarışına aday olabilecek aktörler ile de çelişki içerisindedir. Bu alanda en büyük bağımlılığı ise ABD ve AB’li emperyalistler olmaktadır. Yabancı sermaye bağımlılığı sadece ülke kaynaklarının emperyalistlerce talan edilerek komprador sınıfların kâr elde etmesi için değil, aynı zamanda borç miktarı ile de ilintilidir. Son yıllarda dünya üzerinde dövize bağımlılığı en çok artan iki ülkeden biri olarak gösterilen Türkiye, 2022 Haziran’ı itibari ile 444 milyar dolar seviyesindeki dış borcu ile en ciddi ekonomik risk altında görülen ülkelerden biri durumundadır. Bu da dış sermayenin talanına daha uygun koşullar yaratmak adına ekonomik alandaki tüm savunmanın kaldırılmasına sebep olmaktadır. Bununla birlikte dış borcun büyük ölçüde İngiltere, AB ve ABD’ye olduğu da bilinmektedir. Ayrıca sermaye akışının da sağlandığı ülkeler bu ülkeler olmaktadır. Bu bağımlılık peşi sıra politik ve askeri bağımlılığı, diğer bağımlı ülkeler ile de çekişmeyi beraberinde getirmektedir. Elbette bağımlı bir ülke olarak TC, kendisine açılan alan dahilinde ve uluslararası alanda oluşan boşluklardan kendisine pay çıkaracak biçimde politik tavır alabilmektedir; ancak bunun da Suriye, Libya gibi örneklerde görüldüğü üzere bir sınırı vardır. TC, tüm bu alanlarda esasta ABD emperyalizminin yedek gücü ve diğer aktörlere karşı koz olarak kullanılmaktadır. Bu sınırların S-400 sorununda olduğu gibi zorlanması durumunda ise uşaklık yarışında TC’ye rakip olabilecek diğer aktörler ön plana çıkarılmakta ve bir biçimde TC’nin blöfü cezalandırılmaktadır. Karşılığında ise talana daha açık hale gelmekte, deyim yerinde ise gardı düşmekte ve bağımlılığı perçinlenmektedir. Tüm bu sebeplerle TC’nin yörünge değişikliği bugünden yarına kolayca gerçekleştirebileceği bir şey değildir. Öncelikle belirtmek gerekir ki yakınlaşma görüntüsü kamuoyuna yansıyan veya yansıtılan bir halden ibarettir. Göstermelik bir yakınlaşma görüntüsü çizilmektedir. Ekonomik ilişkinin seyri Rusya ve birçok Batılı ülke arasındaki ilişkiden pek farklı değildir. Bununla birlikte son sürece kadar AB ile Rusya arasında daha karmaşık ancak daha dengeli bir ekonomik ilişkinin olduğu görülmektedir. Politik arenada ise ABD emperyalizminin bölgedeki askeri varlığı TC’yi çekişmenin ABD emperyalizmi lehine tarafı ve Rusya açısından da muhatap kılmaktadır. Netice itibari ile bölgedeki çekişmede Türkiye, Suriye ve Libya başta olmak üzere birçok alanda ABD’nin doğrudan desteği veya iznine tabi olarak bir hareket alanı bulmaktadır. Dolayısı ile bu hareket alanı ABD çıkarları lehine Rusya’ya karşı gelişmektedir. Doğal olarak gelişen bu muhataplık durumundan da kimse esas olarak rahatsız değildir. Son dönemde Ukrayna işgali sürecinde de Türkiye’ye biçilen rol, yine Batılı emperyalistlerin lehine sonuçlanmış ve TC-Rusya yakınlaşması olarak çizilen portrenin aslında TC’nin başta ABD emperyalizmi olmak üzere ne biçimde kullanıldığını da göstermiştir. En son Ukrayna ve Rusya ile oluşturulan tahıl koridoru anlaşmasına ev sahipliği yapan TC, lojistik ve denetim alanında da görev almıştır. Bu anlaşmadan günler sonra Rusya tarafından yapılan açıklamada açılan koridor üzerinden tahılın Afrika ülkeleri başta olmak üzere yoksul ülkelere gönderileceğinin belirtildiği; ancak tüm aktarımın AB’ye sağlandığı ve bu konuyu Türkiye ile görüşecekleri belirtilmiştir. Bu durum da Türkiye-Rusya ilişkilerinin içeriğini ve yönelimini somutlaştıran bir durumdur. Ayrıca Ukrayna işgali de dahil olmak üzere hemen hemen Rus emperyalizminin attığı her adımda TC bir biçimde Batılı emperyalistlerce Rusya’nın önüne sürülmektedir. Bu durum açıktır ki bir muhataplık doğurmakta ve istişare süreçlerinde TC’nin de yer almasına olanak vermektedir. Batılı emperyalistler için ise TC’nin tampon denilebilecek pozisyonu elverişli olmaktadır. Birçok konuda TC öne sürülerek Rus emperyalizmine karşı hamleler uygulanabilmektedir. Ayrıca politik açıdan da Türkiye Batılı emperyalistlere rağmen küçük sayılabilecek, S-400 gibi başlıklar haricinde, bir tavır alamamaktadır. TC’nin Rusya’yı, Ortadoğu’dan Doğu Akdeniz’e ve daha birçok konuda kısıtlanan rolünü artırmak için politik bir kaldıraca çevirme eğilimi ve yaklaşımı vardır. Ancak bu yaklaşım bir eksen kaymasına değil çeşitli emperyalist güçlerin kurduğu oyunda daha fazla oyuncak olmasına neden olmaktadır. Bugün tartışılan TC-Rusya yakınlaşmasına dair duruma buradan bakmak gerekir. TC’nin ekonomik-siyasi sistemi köklü, derin bağlarla Batı emperyalizmine bağımlıdır. Bu ilişkileri koparmak bir yana esnetmeye yönelik hiçbir ekonomik-politik-askeri gelişme söz konusu değildir. Bir kopuş için yıkmak gerekli olan şeydir. Bunun olmadığı, tam tersi güçlendirmeye yönelik çabanın olduğu yerde Rusya eksenine kayış tartışması gerçekçi değildir.