[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Devlet ve patronların işçi sınıfına sefalet koşullarını reva gördüğü bugünkü koşullarda emekli olmuş işçilere de “gereksiz nüfus” muamelesi yapılıyor. Açlık sınırının 14 bine*, yoksulluk sınırının ise 45 bine dayandığı günümüzde, emeklilere reva görülen 7 bin 500 TL maaşın anlamı apaçık ortadadır. Hükümet, on yıllarca sigorta primi ödeyen emeklilere “sadaka” dağıtır gibi paralar ödemekte ve bunu da utanmadan “müjde” olarak duyurmaktadır. En son Tayyip Erdoğan’ın “Cumhuriyet’in 100. Yılı” vesilesiyle açıkladığı kasım ayı maaşları ve tek sefere mahsus olduğu duyurulan 5 bin TL ikramiye, artan huzursuzluğu kontrol etmek ve en azından 2024’ün ilk aylarına kadar emeklilerden gelişecek bir tepkiyi (EYT örneğinde olduğu gibi) törpülemek amacı güdüyordu. Bu 5 bin TL’den “çalışan emekliler”in yararlanamayacak olması ise başka bir garabetti. Görünen o ki hükümetin ekonomi politikası çalışanı ve emeklisiyle işçi sınıfının ekonomik sefaletini daha da derinleştirmeyi amaçlıyor. Bunu yaparken “oyalama, vaat ve müjde” taktikleri ise hiç eksik kalmıyor.
EMEKLİLER, “FAZLALIK” OLARAK GÖRÜLÜYOR
Herkesin bildiği gibi işçiler on yıllarca sigorta primi ödüyor ve bugün reva görülenin aksine çok daha yüksek miktarda bir emekli maaşını çok daha uzun bir süre için fazlasıyla hak ediyorlar. Ancak egemen sınıflar -her ne kadar emeklilik primi deseler de- işçi sınıfını çalışırken de artık çalışamaz hale geldiğinde de iliklerine kadar sömürmeyi hedefliyor. İşçilerin genel ücretleri belirlenirken sermaye her zaman üretimin devamı (yeniden üretim) ve sermayenin daha da büyütülmesi mantığıyla hareket eder. Bu sebeple de işçi ücretlerini, söz konusu yeniden üretimi sekteye uğratmayacak asgari sınırlarda tutar.
Nedir bu asgari sınırlar? İşçi ve ailesinin yemek, barınma, dinlenme, çocukların (nesil işçiler) yetiştirilmesi gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak en dip sınırlardır. Ancak egemen sınıflar için en dibin bile sınırları esnektir, sınıf bilinci ve örgütlülüğü tasfiye edilerek işçiler köleleştirildiği oranda, ekmek ve onurun son milimlerini de zorlamaya başlar. Dün bir maaşla ev geçindirilirken bugün ancak birkaç asgari maaşla evin geçindirilmesi, bunun en basit örneklerinden biridir. İşçi ailesi için sadece asgari sınırlar daha da aşağı çekilmekle kalmamış, aynı zamanda daha fazla sayıda işçinin ücretli emeğe dahil olmasına rağmen bu yapılmıştır. Böyle de olsa sermayenin, çalışan işçiler için bir “yeniden üretim” kaygısı mevcuttur. Ancak emekliler için böyle bir kaygı yoktur. Onlar artık üretimin dışına çıkmış, kâr getirmeyen fazlalık ve “sosyal güvenlik” yükü olarak görülmektedir. Daha ellerine geçmeden maaşı biten emeklilere “değer veren” yalnızca bankalardır. Kendi bankalarıyla çalışmaları karşılığında verdikleri cüzi promosyonlar ve ileride soyup soğana çevirmek için teklif ettikleri krediler dışında emeklinin de maaşının da hiçbir değeri yoktur.
Emekliler market market gezerek en ucuz ürünü bulmaya çalışadursun, yıpranmış vücutları yetersiz ve sağlıksız beslenmenin de etkisiyle birçok sağlık sorunu yaşamakta. Hükümet ve patronlar, “en iyi emekli ölü emeklidir” dercesine onların yaşamını bir maliyet hesabı haline getirirken sürekli olarak “enflasyona ezdirmeyeceğiz” yalanına sarılıyor. Yıllar önce emeklilikle ilgili birtakım saldırılar yasalaştırılırken işçi mücadelesinin sloganı “Mezarda Emekliliğe Hayır” idi. Bugün ise egemen sınıflar, emeklilerin mezarına son taşları da yerleştiriyor. Emeklilere göstermelik zamlar yapıldığında bile “kök maaş” ve “Hazine yardımı” oyunları sayesinde emeklinin cebine kayda değer bir meblağın girmesinin önüne geçiliyor. Hazine yardımı ile birlikte en düşük emekli maaşı 7 bin 500 TL iken bunun üzerinde emekli maaşı alanlar (sigorta primleri yüksek olanlar) da unutulmuyor. Onları da olabildiğince kısa sürede sefalete sürüklemek için her türlü ayak oyunu devreye koyuluyor.
BİR ÖMÜR EMEK, 100 YILLIK “CUMHURİYET” VE 5 BİN TL
100. yılında “Cumhuriyet”in emekliye verdiği 5 bin TL’lik değer, aynı Cumhuriyet’in işçi sınıfına bakış açısının göstergesidir. Sürekli olarak biraz daha dişlerini sıkmaları istenen işçiler, karın doyurmayan “vatan-millet-Sakarya” ajitasyonuyla oyalanmakta, uygulanacağı belli olan bir düzenleme ya da maaş zammı bile aylarca bürokrasiye boğulmakta ve emekçiler üzerinden rant elde edilmektedir. 2000’lerin başında asgari ücretin 1,5-2 katı olan en düşük emekli aylığı bugün neredeyse asgari ücretin yarısına düşmüşse, bu işçi sınıfının en acı tablolarından biri demektir.
Dahası “çalışan emekliler yararlanamayacak” ne demektir? Emekli olduğu halde geçinemiyor ve çalışmak zorunda kalıyorsa suç çalışan emeklilerde midir? Ya da emekliler daha fazla oranda kayıt dışı çalışmaya mı itilmek istenmektedir? Ancak yakınmak ve devlete dert yanmak boşuna. Eğer emekliler bu noktaya gelmişse sorgulanması gereken tüm işçiler ve işçi hareketinin kendisidir. Çalışan işçiler, işsizler ve işçi-memur emeklileri bir bütün olarak işçi sınıfının değişik konum ve süreçlerini ifade etmektedir. Emeklisi sefaletle boğuşan bir işçi sınıfının kendisi de sefaletten kurtulamaz.
EMEKLİLER GELECEĞİMİZ VE BUGÜNÜMÜZDÜR
Emeklilik, işçi sınıfının sadece geleceğinin değil bugününün de aynasıdır. Doğal olarak sadece emeklilerin değil çalışan işçilerin de bir numaralı sorunları arasındadır. Oysa işçiler, işsizler ve emekliler farklı sınıfsal çıkarlara sahipmiş gibi sürekli ayrıştırılır ve birbiriyle rekabete sürüklenir. Kuşkusuz bu durumun oluşmasında, büyük oranda patronlar ve devletin kuklası haline gelmiş olan sendikal bürokrasinin de payı fazladır. Üye işçilerinin hakkını savunmayan sarı sendikaların göstermelik açıklamalar dışında emekli işçileri savunması beklenemez. Sendika konfederasyonları, devletin anti-demokratik sendikal yasalarını kabullenmişlerdir. Yasaya göre sadece sigortası aktif olan işçiler sendikaya üye olabilmektedir. Bu yolla emekli sendikaları kapsam dışında bırakılarak muhatap alınmamaktadır. Her ne kadar kimi konfederasyonların bünyesinde emekli sendikaları olsa da bu konfederasyonlar yasanın değiştirilmesi ve emeklilerin sendikal güvenceye kavuşması için ciddi ve samimi bir çaba vermemektedir.
Her şeye karşın devlet ve patronlar emeklilerde biriken öfkenin farkındalar. 5 bin TL “sadakası” ve Ocak 2024 işareti yine bir bekleyiş havası yaratsa da yeni yılda kayda değer bir artış olmazsa emeklileri susturmak mümkün olmayacaktır. Ancak “müjde”li zamların da daha uygulanmaya başlamadan eridiği son yıllarda, emeklilerin artık daha uyanık ve kararlı bir duruş sergilemeleri gerekiyor. Sadece emekliler değil aslında tüm işçi sınıfının aynı uyanıklığı ve kararlılığı sergilemesi gerekiyor. Bu nedenle asgari ücret belirlenme süreci, emeklilerin de müdahil olduğu bir mücadele süreci olarak kurgulanmak zorundadır. Emeklilerin ilk ve en mütevazı taleplerinin en düşük emekli maaşının asgari ücret düzeyinde olması olduğu hatırlanırsa bu iki ücretin belirlenme sürecinin ortaklığı daha iyi anlaşılabilir. Kuşkusuz bunun için işçi sınıfına, sendikalara ve en önemlisi sınıfın öncü güçlerine büyük görevler düşmektedir.
*Belli dönemlerde açlık ve yoksulluk sınırı açıklaması yapan Türk-İş’in son yıllarda açlık sınırı rakamlarını hükümetle koordineli bir biçimde görece daha düşük tuttuğu gözlemlenmektedir. Yoksulluk sınırını ne hükümet ne patronlar dikkate alırken düşük açlık sınırı rakamları ile asgari ücretin sınırı da belirlenmekte ve Türk-İş tarafından hükümete “meşruiyet” kazandırılmaktadır. Emeklilere ise açlık sınırı dahi reva görülmemektedir.