Devrim mücadelesi kendi içerisinde iniş çıkışlarla yol alır. Bu iniş çıkışlar sınıf mücadelesinin nesnel yasalarıyla ilişkili bir biçimde öznel koşulların (KP) kendi içerisindeki sıçrama ve düşüşleri de içinde barındırır. Komünist önderlik, sınıf mücadelesinin karmaşık gelişimi içerisinde tüm bu iniş çıkışlara rağmen devrim mücadelesini ileriye doğru yönlendirme rolünü oynar. Bu rol, doğru zamanda doğru kararlar vermeyi, ideolojik çizgiyi geliştirmeyi, politik açıdan boşluk bırakmamayı başka bir deyimle ise ideolojik-siyasi önderliği gerektirir. Her sıçramayı bir sonraki sürecin öznesi ya da her düşüşü daha nitelikli bir gelişimin aracı kılabilmek için ideolojik sağlamlık kadar onu tamamlaması zorunlu siyasi bir ataklık da gereklidir. İdeolojimiz ancak siyasi strateji ve taktikler aracılığıyla toplumsal bir güç haline gelebilir. Ve bu güç, halk kitlelerinin ve kitleler içerisinde komünist partisinin örgütlenmesinde ete kemiğe bürünür. İdeoloji ve siyasi hattın somut ayağı olarak örgütlenme süreci, sınıfın ve halkın çelişkilerinden kopmamayı, her seferinde daha yetkin bir biçimde çizgiyi ve örgütü burada konumlandırmayı zorunlu kılar. Özellikle tarihsel bir özellik gösteren sıçrama veya düşüş dönemlerinde çelişkilere odaklanmak, örgütsel gelişimin yönünü belirlediği gibi ideoloji ve siyasetteki yalpalamaların önüne geçmede de işlev kazanır.
ÇÖZÜMÜ KOLEKTİFTE VE KİTLELERDE ARAYALIM
Eğer Komünist Partisi’nin karşılaştığı sorun ve ihtiyaçlar, sınıf mücadelesinin nesnel gerçeklerinden ileri geliyorsa -ki nihayetinde öyledir- bu sorunları çözmenin ve ihtiyaçları karşılamanın yolu da nesnel şartlarla doğru ilişki kurmayı gerektirir. Özellikle sınıf mücadelesinin keskin dönemlerinde sorunları ve çözümü kolektife mal etmek komünist çizginin vazgeçilmez bir yöntemi ve doğrusudur. Söz konusu kolektifleştirme durumu Komünist Partisi ve kitleler olmak üzere iki biçimlidir. Biri KP’de cisimleşen kolektif yapının potansiyel ve enerjisini açığa çıkarır. Onunla ilişkili bir biçimde ikincisi ise kitlelerin, başka bir deyimle sınıfsal çelişkilerin potansiyel ve enerjisini açığa çıkarır. Önderlik kolektiften, kolektif ise kitlelerden beslenerek ve yine diğerini besleyerek komünist çizginin kitlelere nüfuz etmesini sağlar. Bu aynı zamanda önderliğin kitlelerle buluşmasının da yoludur. Komünist çizgi, önderlik, kolektif ve kitleler arasındaki diyalektik ilişkiyi doğru kurduğumuzda sınıf mücadelesinin inişli çıkışlı gelişimi içerisinde de yönümüzü bulmakta zorlanmaz, harekete doğru yönü kazandırabiliriz.
Söz konusu genel doğruları Proletarya Partisi’nin içinden geçtiği süreç ve karşılaştığı sorunlar özgülünde de tanımlamak gerekir. Proletarya Partisi bugün aldığı ağır kayıplara rağmen devrimci çizgisi temelinde Halk Savaşı’ndaki ısrarını ikirciksiz bir biçimde hem dosta hem düşmana ilan etmektedir. Yaralarını sararak sınıf mücadelesinde ve bunun en ileri biçimi halk savaşında daha güçlü bir biçimde konumlanma iradesini ortaya koymaktadır. Öyleyse bu iddia ve ısrarın bugünkü politik ve örgütsel koşullar içerisinde somutlanarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Faaliyetlerimizin önemli bir bölümünü kapsayan ve Halk Savaşı stratejisinin bir parçası olarak tanımladığımız şehirler ve özellikle büyük şehirler bu somutlama pratiğinde üzerinde duracağımız önemli alanlardan birisidir.
ŞEHİTLERİMİZİN YAŞAM ÖYKÜSÜ SINIF MÜCADELESİNİN KENDİSİDİR
Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki önderlik düzeyinden savaşçısına kadar şehit verdiğimiz tüm yoldaşlar sınıf çelişkisinin ve sınıf savaşımının birer ürünüdürler. Her bir yoldaşımızın yaşam ve mücadele öyküsüne baktığımızda halkı oluşturan tüm sınıf ve katmanların yaşadığı sorunları ve bunlara karşı verdiği mücadeleyi görürüz. Yoldaşlarımız fabrika ve şantiyelerde, yoksul köylerde, emekçi semtlerde, lise ve üniversite öğrencilerinin mücadelesinde, kadın mücadelesinde, çevre mücadelelerinde; TEKEL direnişinde, zindan direnişlerinde, IMF, NATO karşıtı militan eylemlerde, 1 Mayıs Taksim direnişlerinde, Gezi İsyanı’nda, korsan ve mitinglerde ve saymakla bitmez irili ufaklı çelişki ve direnişlerde olgunlaşarak savaş cephesindeki yerlerini almışlardır. Kuşkusuz tüm bu süreçlerde Proletarya Partisi’nin oynadığı politik rol, belirlediği yönelim ve görevler içerisinde gelişim göstermişlerdir. Eğer şehit yoldaşlarımız kahramanlıklarıyla bir tarih yazmışlarsa bu tarih tam da kitlelerin tarihinin bir parçası, o tarihin motoru olarak yaşam bulmuştur. Mao yoldaş, gerçek kahramanın kitleler olduğunu belirtirken söz konusu role vurgu yapmakta ve komünistlerin görevini kitlelerin bu tarihsel rolüne öncülük yapmakla ilişkilendirmektedir.
Şehit yoldaşlarımızın yaşam ve mücadele öyküsünün kendisi dahi iddia ve ısrarımızı somutlayacağımız noktalara ışık tutar niteliktedir. Onlar yoksul ve ezilen halkın bir parçası olarak en yoksullara, çelişkisi en keskin olanlara ve en fazla baskıya maruz kalanlara yönelmemiz gerektiğinin de işareti olmuşlardır. Toplumsal yaşam ve mücadele, başka ad ve kimlikler kazandırsa da her bir insanı şekillendiren ve onun toplumsal ilişkilerde nasıl bir konum ve rol üstleneceğini belirleyen temel öge tam da bu sınıfsal (-cinsel, ulusal…) kökenlerdir. İnsanı belirleyen sınıfsal kökenler, burjuva-feodal sınıflara mensup insanların neden gerici ve faşist; işçi sınıfı ve ezilenlere mensup olanların ise neden devrimci ve komünist niteliğe büründüğünü açıklar. Doğal olarak biz komünistler, faaliyetlerimizi herhangi bir sınıfta veya alanda değil tam da işçi sınıfının, yoksulların, ezilenlerin bulunduğu alanlarda yoğunlaştırırız. Bu, basit bir gerçek gibi görünse de her geçen gün burjuva, küçük burjuva alan ve ilişkiler içerisinde üretilmeye çalışılan genel devrimci-demokratik mücadelenin temel zaaflarından da biri durumundadır. Devrimci propaganda ve örgütlenme çalışmasının işçi sınıfı, yoksullar ve ezilenlerin çelişkilerine; onların bulunduğu alanlara yönlendirilmediği ve yine işçi sınıfı ve halktan beslenen devrimci bir organizma yaratılamadığı yerde, devrimci-demokratik hareketi burjuva, liberal, reformist ilişki ve düşüncelerin sarmalaması da kaçınılmaz olmuştur.
HALK SAVAŞI VE ŞEHİRLERDE SINIF ÇALIŞMASI
Yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde proletaryanın devrim stratejisi olan Halk Savaşı, kırsal bölgelerdeki mücadeleyi esas alır. Şehirler ise bu stratejinin vazgeçilmez bir parçası, tamamlayanıdır. Ülkemizde şehirlerin artan nüfusu ve şehirlerde yoğunlaşan sınıfsal ve toplumsal çelişkiler, şehirlerin halk savaşındaki önemini daha da artırmıştır. Özellikle milyonlarca işçiyi ve kent yoksulunu içinde barındıran büyük şehirler, devrimci mücadelemizin ana merkezlerinden biri olarak örgütsel faaliyetlerimiz bakımından da sürekli üzerine kafa yorduğumuz alanlar olmuştur. Birbiriyle bağlantısı içerisinde hem Halk Savaşıyla ilişkisi ve savaştaki rolü bakımından hem de işçi sınıfı ve yoksulların örgütlenmesi bakımından şehirler her dönem üzerinde durduğumuz bir konu olmuştur. Temel perspektifimiz; şehirlerde (büyük şehirlerde) işçi sınıfı içerisinde çalışmayı esas; diğer çalışmaları ona bağlı ele almaktır.
İşçi sınıfı, halkı oluşturan diğer toplumsal sınıflardan öncü ve önder sınıf olmasıyla ayrılır. Bu onun, üretimden gelen gücü ve tarihsel misyonuyla ilgilidir. Komünist ideoloji proleter sınıfın varlığında vücut bulur ve komünist partisi, proletaryanın öncü müfrezesi ve kurmay heyeti olarak bu ideolojinin asıl taşıyıcısıdır. Doğal olarak Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde ve bunun stratejisi olarak Halk Savaşı’nda proletaryanın rolü belirleyicidir. Halk Savaşı, herhangi bir savaş ya da devrim stratejisi değil proleter bir devrim stratejisidir. Bu, sadece proletarya ve komünist partisinin önder rolünün teorik olarak tanımlanmasıyla değil proletaryanın örgütlenmesi, Komünist Partisi ile organik ilişkisi ve devrime önderlik eden sınıf olması bakımından da böyledir.
1900’lü yılların ilk yarısında, çok büyük bir bölümü köylülerden oluşan 700 milyonluk Çin’de, sayısı birkaç on milyonu geçmeyen proletarya, büyük oranda ÇKP önderliğinde örgütlenebilmiştir. Proleter kadro ve savaşçılar, 1949’da Demokratik Halk Devrimi ile sonuçlanan Uzun Süreli Halk Savaşı’nda tayin edici bir siyasi rol üslenmişlerdir. Köylülüğün temel güç olduğu ve bu bakımdan Halk Savaşı’nın çok büyük oranda köylülere dayandığı yarı sömürge, yarı feodal Çin’de, proletaryanın Komünist Partisi aracılığıyla oynadığı rol tarihsel bir ders ve deneyim niteliğindedir. Aynı zorunluluk, Çin’in o günkü koşullarına kıyasla işçi sınıfının, halkın genel nüfusu içerisinde daha yüksek bir oran taşıdığı ülkemiz için de fazlasıyla geçerlidir.
EMEKÇİ MAHALLELER ÜSLENİM ALANLARIMIZDIR
Devrimimiz ve Halk Savaşı’mız için taşıdığı öneme paralel olarak şehirlerin üzerinde yükseldiği çelişkiler bakımından da işçi sınıfı içerisindeki faaliyetler başat çalışmalardır. Ancak ülkemizin gelişmiş kapitalist ülkelere kıyasla işçi sınıfının yapısı ve şehirler boyutuyla çeşitli özgünlükleri vardır. Bu özgünlüklere neden olan olguları; komprador nitelikteki geri bir kapitalizm, kentle kır arasındaki sosyolojik ilişkiler, ezilen ulus çelişkisi, savaşın yarattığı göç ve bunlara bağlı olarak mekânsal ayrışma olarak özetleyebiliriz. Ülkemizde kırsal bölgeler yanında şehirlerde de küçük burjuvazi başta olmak üzere ara sınıflar önemli bir kitleyi oluşturur ve işçi sınıfının büyük bir bölümü yukarıda sıraladığımız olgulardan azade, ‘arı’ bir sınıf değildir. Bu olgular hem sınıf çelişkisi hem de şehirlerde baş gösteren çelişkiler bakımından özgün politikaları zorunlu kılar. İşçi sınıfı faaliyeti, merkezinde yine üretim alanları olsa da işçi sınıfının yaşam alanları olarak emekçi semtlerdeki çalışmaları da kapsar. Emekçi semtler, sadece işçi sınıfının değil diğer kent yoksullarının da yaşam ve mücadele alanları olarak kendi içinde özgün bir devrimci potansiyel barındırırlar. Ülkemizin devrimci mücadele tarihi, büyük şehirlerin emekçi semtlerinde cereyan etmiş onlarca büyük direnişe tanıktır. Emekçi semtler işçi sınıfının, Alevilerin, Kürt ulusunun, kadınların, gençliğin vs. onlarca mücadele ve direnişine mekân olmuştur. Gezi/Haziran Direnişi’nde görüldüğü gibi devlete ve hükümete karşı isyan dalgası, emekçi semtlerle buluştuğunda daha militan ve yıkıcı özellikler kazanmıştır. Tüm bu özellikler emekçi mahallelerin devrim mücadelemizdeki önemini göstermektedir.
İşçi sınıfı mücadelesi sadece üretim alanlarını değil sınıfın bulunduğu tüm alanları kapsamak, tüm bu alanlara sınıf bilincini taşımak zorundadır. Burada önemli olan, hangi alan olursa olsun işçi sınıfı perspektifinden kopmamak, her çalışmayı işçi sınıfı çalışmasına bağlamaktır. Emekçi semtler, işçi sınıfının yaşam alanları olmanın yanında işsizliğin, yoksulluğun, dışlanmışlığın ve devlet baskısının kol gezdiği mekânlar olarak devrimci faaliyetin de üslenim alanlarıdır. Birçok şehit yoldaşımız bu alanlarda Proletarya Partisi ile tanışmış, politik kimliğini kazanmış ve mücadeleye sayısız hizmette bulunmuştur. Bugün şehit yoldaşlarımızın izinde emekçi semtlerdeki devrimci çalışmalarımızı geliştirmek ve daha güçlü bir biçimde Halk Savaşı’na hizmet edecek bir düzey yakalamak zorundayız. Bunun için ilk ve genel perspektifimiz yukarıda anlatmaya çalıştığımız çerçevede sınıf çelişkilerine odaklanmak, kitle ve örgütlenme çalışmalarını yoğunlaştırmak olmalıdır.
POLİTİK YÖNELİM VE ÖRGÜTSEL PLANLAMA ANAHTARDIR
Her çalışma, politik bir yönelim gerektirdiği gibi örgütsel bir planlama da gerektirir. Örgütsel açıdan en zayıf koşullarda dahi politik yönelimi doğru tespit etmek ve bunu nasıl bir planla hayata geçirebileceğini bilmek, hedeflere en verimli ve en kısa sürede ulaşabilmenin de anahtarıdır. Komünistler için en kötü koşullar bile şikâyet edilecek ya da donup kalınacak koşullar değildir. Her dönemin, tam da reddettiğimiz gerçekliği dönüştürmeye dönük devrimci bir çözümü vardır. Sorun bunun açığa çıkarılabilmesi ve kuşkusuz örgütsel bir ahenkle hayata geçirilebilmesidir.
Dönem dönem çalışmalarımız; aksayan, geriye düşen faaliyetlerin ve alanların toparlanması, yeniden ileriye taşınması biçimini alabilir. Gazete dağıtımlarının istikrarının sağlanması, faaliyet gündemlerimize dönük ajitasyon-propaganda materyallerimizin halka ulaştırılması, demokratik kitle örgütlerindeki çalışmalarımızın ilerletilmesi, taraftar kitlemizle ilişkilerin güçlendirilmesi, halkta ortaya çıkan çelişki ve taleplere müdahale edilmesi gibi görev ve çalışmalar bu içerikteki çalışmalardır. Bu çalışmalar her dönem farklı boyutlarda yaşama geçirilen ve geçirilmesi gereken gündelik (her günkü, sürekli-Lenin) faaliyetlerimizdir.
ÖRGÜTSEL HER AMAÇ DAHA YÜKSEK BİR HEDEFİN ARACIDIR
Söz konusu çalışmaların gündelik niteliği, kısır bir rutin olarak algılanması sonucunu da doğurabilmektedir. Paralelinde her dönem “aynı” şeylerin tekrar edildiği ve sanki sınıf çelişkisinden, kitlelerden uzak bir faaliyetin sürdürüldüğü gibi bir düşünce de ortaya çıkabilmektedir. Oysa söz konusu gündelik çalışmaların ele alınış tarzı belirleyici olandır. Ve en önemlisi hangi politik yönelime hizmet ettiği ve nasıl bir örgütsel plana bağlandığıdır. Eğer bunlar eksikse işte o zaman çalışmalar rutinleşmeye, faaliyetçiler de ruh ve enerjisini yitirmeye başlar. Ancak daha geniş bakılırsa bu çalışmaların, daha kapsamlı politik yönelimler ve kitlelere dönük daha yaygın çalışmalar için zorunlu birer araç olduğu görülür. Önemli olan örgütsel toparlanmaya dönük faaliyetlerin kendi başına bir amaç olarak ele alınmaması, en kısa zamanda sonraki adımlara geçebilmenin planının yapılmasıdır.
Örgütsel olarak belli bir gelişme düzeyine ulaşıldığı dönemlerde dahi örgütsel sorunların ortadan kalkmayacağını, bunun devrimin ve örgütün gelişimine paralel sürekli bir ihtiyaç olarak kendini göstereceğini bilmeliyiz. Bu doğal olandır çünkü sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar tekrar tekrar politikalarımızı ve örgütsel yapımızı gözden geçirmeyi, yeniden şekillendirmeyi dayatacaktır. Burada asıl üzerinde durduğumuz şu anki faaliyet düzeyimizdir ve bugünkü düzeye de aynı bakış açısıyla yaklaşmamız zorunludur.
Faaliyetleri ve alanları toparlamaya, düzeltmeye, yerine oturtmaya dönük belirlenen ‘amaç’, kendi gelişimi içerisinde daha kapsamlı bir amaç için ‘araç’ haline gelmelidir. İşte o zaman faaliyetlerin genişlemesi, derinleşmesi ve sıçrama yapması daha yakıcı bir şekilde gündemimize girmeye başlar. Görece ‘içe’ dönük süreçlerden daha yoğun bir biçimde yüzünü kitlelere ve onların örgütlenmesine dönen bir düzey bu şekilde sağlanabilir. Her bir yoldaş ufkunda bu ileri perspektifi taşıdığı ve bu perspektifi Halk Savaşı stratejimize bağlayabildiği oranda gündelik faaliyetlere yaklaşımı da o aranda ciddiyet ve ataklık kazanacaktır.
FAALİYETLERİMİZİ GERİLLA RUHUYLA YÜRÜTELİM
Faaliyetlerimizde ciddiyet ve ataklık, bir anlamda gerilla ruhu ve şekillenişinin her bir alanımıza yayılması demektir. Daha dün, bahsini ettiğimiz gündelik faaliyetleri omuzlayan ve bizim bugün tartıştığımız sorun ve ihtiyaçları omuzlayan şehit yoldaşlarımızın, daha zor görevleri omuzladıkları gerilla savaşındaki duruşları hepimiz için örnek olmalı ve bize bir fikir vermelidir. Daha çetin koşullarda onlarda bayraklaşan iddia ve ısrar, şehit yoldaşlarımızın sınıf savaşımı ve partiyle bütünleşme düzeylerinin bir sonucudur. Belirleyici olan bulundukları alanda sağlanan ideolojik düzey ve bu düzeyin yoldaşlarımızda cisimleşmesidir. Başka bir açıdan ifade edecek olursak ileriye doğru değişen şey yoldaşlarımızın iç çelişkileri ve ideolojik düzeyidir. Bugün bize rutin ya da değişmez gibi gözüken her soruna ideolojik bir duruşla yanıt olduğumuz ve gerilla bakış açısıyla yaklaştığımızda aslında bu sorunları aşmada ve savaşa daha yüksek düzeyde yanıt olma noktasında yığınla olanağa sahip olduğumuz kendiliğinden anlaşılacaktır.
Şehit yoldaşlarımız bizler için duygusal yönü ağır basan bir hatıra ya da bağlılıkla sınırlanmamalıdır. Hayatlarını feda ettikleri devrim mücadelesinin büyütülmesi, boş kalan mevzilerin doldurulması ve Halk Savaşı’nın geliştirilmesine dönük hedeflerimizde en başta bu yoldaşlarımızın üstlendikleri cüreti ve yaşadıkları değişimi kavramalıyız. Onların adımladıkları sokaklarda, militanlığını yaptıkları emekçi semtlerde ve alın terlerini döktükleri üretim alanlarında partiyi güçlendirmek, onların izinden yürümenin de gerçek pratiği olacaktır. Kuşkusuz bu pratik ufkunda savaşa göre şekillenmeyi ve savaş alanlarında konumlanmayı barındırmalı, bu bilinç ve ruhla ilerlemelidir.