Türk egemenlik sisteminin artan ekonomik ve siyasal krizlerine paralel geliştirdiği şovenist imha ve saldırganlığın ardında yatan büyük zayıflığı doğru okumak gerekmektedir. Son derece büyük ekonomik açmazlar içerisinde debelenen egemenlerin imdadına, emperyalist efendileri de çare olamıyor. Emperyalist mali sermayeye teslim edilmiş olan devlet ekonomisi ve yönetimi, buna rağmen, ekonomik döngüsünü çevirecek sıcak para akışını yani borcu bulamıyor.
Emperyalist sermayeye tam bağımlılığın getirdiği ekonomik dibe vuruşun açığa çıkardığı kriz ve buna eşlik eden egemen sınıflar arasındaki artma ve keskinleşme eğilimi gösteren çelişkiler, ezilenleri yönetme kabiliyetini aşındırma özelliğiyle içkin haldedir. Kriz ve iç çatışmalarının kitlelere yansıması, doğallığında çok daha ağır olmaktadır. Bir yandan ekonomik krizin tüm yükünü emekçi halka fatura ederken, öte yandan tüm ezilenlere dönük siyasal askeri saldırganlıkta alabildiğince dizginleri sıkı tutmak istemektedirler. Tüm saldırı ve baskılara rağmen, başta Kürt ulusu ve halkı olmak üzere, işçi sınıfı ve emekçi halkın öteki katmanlarının giderek artan protesto, grev, işgal ve tepkileri, egemenleri yeni saldırı politikalarına yönlendirmektedirler. Toplumda kıyıcı bir faşist terör dalgası estirmesine, korku iklimini hakim kılmak istemesine rağmen, halkın itiraz ve karşı çıkışları egemenleri derinden endişelendirmektedir. Çünkü emekçi halkımız, artık daha da görünür bir durumda olan ve dayanılmaz noktalarda hissedilen sorunlarından hareketle mevcut sisteme itiraz etmekte ve sorgulama sürecine girmektedir.
Yanı sıra egemen sınıf klikleri arasında da çatlaklar giderek derinleşmektedir. Şovenist saldırganlık, imha ve katliamlarda ortaklaşan AKP/MHP ittifakı, kamuoyu önünde karşılıklı suçlama ve eleştirilerle gerginleşmektedir. Kriz ortamının da beslediği bu çatışma hali, giderek derinleşmektedir. Derinleşen çatışma, egemen klik açısından yönetememe kriziyle tekrar tekrar yüzleşmeyi getirmektedir.
2019 Mart yerel seçimleri öncesi, giderek artan saldırılar, özellikle de Kürt Ulusal Hareketi ve müttefiklerine, tüm devrimci-muhalif kesimlere yönelik imha ve sindirme harekatı yoğunluk kazanmış durumdadır. Egemen AKP kliği, MHP ile yaşadığı ittifak çatlağı ile bu güçlere göz açtırmama, siyasal operasyonlarla “kolunu kanadını kırarak” seçim/politik çalışmasında etkisizleştirerek, özellikle de T. Kürdistanı illeri başta olmak üzere, birçok ilde avantajı ele geçirmek istemektedir.
Giderek krizin bunaltıcı yükü altında boğuşan sistem, emekçilerin kendi gerçek sorunlarını gizleme, onları manipüle ederek yönlendirme noktasında hiç boş durmamaktadır. Faşist diktatörlük son günlerde şovenizmi pompalamaya devam etmektedir. Kürt ulusuna yönelik artan imha operasyonları, sınır ötesi operasyon tehditleri, özellikle de Rojava’ya yönelik (Kobane) işgal girişimi ve saldırıları ile TC, bir yandan bölgeye yönelik sürdüregeldiği ırkçı faşist politikalarını gerçeğe dönüştürmeye çalışırken, öte yandan kitlelerin dikkat ve ilgilerini şovenist histeri ile buralara yönlendirmektedir.
Türk hakim sınıfları, bölgede esas oyun kurucu emperyalist güçler olan ABD ve Rusya vb. bloklarla kurdukları bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, onların direkt ya da dolaylı icazetleri ile Rojava’ya saldırılar düzenlemekte, bölgeye dair politikalarını esasta Kürt karşıtlığı temelinde çaresizce dayatmaktadır. Etkisindeki cihatçı güçler ve kendi faşist militarist güçleriyle, bu güçlerin oyun kuruculuğunda hesaba katılmasını ve rol verilmesi peşinde koşmaktadır. Efendileriyle yaşadığı kimi “krizler”de verilen ayarlarla had bildirilmesi sonrası bir ona bir buna koşuşturmakta iken Kürt ulusu ve ulusal hareketinin bölgede statüsüz kalması, bölgenin istikrarsızlığı için bölge gerici faşist devletleriyle ortak hareket etmekten de geri durmamaktadırlar.
Türk hakim sınıfları büyük bir sahtekarlıkla iç politikada sıklıkla kullanılan, “milli çıkarlar” eksenli ancak her şeyi ile bağımlılığın girdabında can çekişen gerçekliğine rağmen, ABD vb. güçlere karşı “bulutsuz havada gürlemeleri”, “anti-emperyalist” rollerde oynamaları, buna dair hamasi söylemleri de elden bırakmadan başarılı şekilde yapmaktadırlar. Tüm bir devlet yönetiminin, Mc Kinsey gibi uluslararası bir özel denetleme firmasına teslimiyetinin toplumda yarattığı tepkiyi de böylelikle ustaca savuşturma ve politik iklimi kendi lehlerine çevirme uğraşındalar.
Ve tüm bu saldırganlıklarına ezilen milyonların şovenizm illetiyle alet edilmesi, sisteme artan tepki ve öfkenin buraya yöneltilmesini hedeflemektedir. Böylece kitlelerin her zamanki gibi kendi gerçek sorunlarından uzaklaştırılarak, öfke ve enerjileri egemenlerin istediği sahalarda boşa harcanacak ve yönlendirilmiş olacaktır.
Ekonomik krizin yanı sıra klikler arası iç çatışma ve çelişkiler, uluslararası güçlerle bölgesel çıkarlar ve politikalar eksenli yaşanan karşıtlık ve çatışmalarla malul egemenlerin, işçi sınıfı ve emekçiler ile Kürt ulusal mücadelesi karşısında giderek saldırganlaşmasının nedeni daha açık ortadadır. Mesele, bu gerçekliğin, bir bütünlük içerisinde ezilen emekçilere açıklanması ve kavratılmasıdır.
Emperyalizme ekonomik ve siyasal olarak temelden bağımlı Türk egemenlik sisteminin, Kürt ulusu ve emekçi Türkiye halkına yönelik faşist saldırganlığının aynı güçler ve merkezlerce yaşatıldığını kavratmak gerekmektedir. Birbirini tetikleyerek, etkileme ve derinleştirme gerçekliğine sahip ekonomik ve siyasal krizlerini, faşist karakter gereği halka yönelik daha da saldırganlaşmayı getirdiğini, bu şuursuz saldırganlıklarının da emperyalizme bağımlılığın yol açtığı zayıflığın bir dışavurumu olduğu ortaya konulmalıdır.
Çeşitli inanç, ulus ve milliyetlerden Türkiye halkının yaşadığı ekonomik-siyasal sorunların, kitleleri, devrimci politik mücadelenin aktif öznelerine dönüştürecek bir zemine de sahip olduğunu görmemiz gerekmektedir. Faşist diktatörlük bir yanıyla bunaltıcı baskı ve katliam saldırılarıyla toplumda görünürde bir içe kapanma ve sinmişlik yaratsa da halkın içsel olarak sisteme ve düzen partilerine karşı taşıdıkları tepki ve karşıtlığı açığa çıkaracak yönelim ve çalışmalara ihtiyacımız bulunmaktadır.
Mevcut politik iklimin sertliği, koyu faşizm koşullarına teslim olan tasfiyeci, reformist anlayışların gelişmesine elverişli bir zemin sunmakta olduğu doğrudur. Verilen mücadele de ekonomik, sosyal taleplerle sınırlandırılmış yaklaşımlar söz konusudur. Bunun tek ve gerçekçi yönelim olduğu, mücadelenin de bu zeminde şekillendirilmesi gerektiği söylenerek, devrimci mücadele seçenekleri raflara kaldırılmaktadır.
Oysa ki faşizmin elverişsiz koşullarında dahi krizin siyasal bir karakter kazanarak daha da derinleşme eğilimi vardır. Günümüzde, kitlelerin tepki ve taleplerini, ekonomik taleplerle boğmak, politik mücadele eksenli ele almamak sınıf mücadelesinin karakterine uygun değildir. Kitlelere yaşanan ekonomik sorunların politik nedenleri açıklanıp kavratılarak ekonomik istem ve taleplerine politik bir karakter kazandırarak devrimci mücadelenin parçası haline getirilebilir. Güncel gerçeklik zorlu olsa da doğru ve gerçekçi politik yönelimlerle devrimcileşmenin, örgütsel anlamda sağlamlaşmanın zeminini barındırmaktadır. Sisteme karşı açıktan bir sınıf savaşımına tutuşmuş devrimci-komünist yapıların, tasfiyeciliğe ve reformizme karşı da daha bilinçli ve sürekli bir ideolojik mücadele vermesi gerekmektedir. Kitlelerin enerjilerinin, öfke ve taleplerinin sistem karşıtı devrimci politikalarla buluşturulması temel amacımız olmak durumundadır. Bunun koşullarının olduğunu net olarak ifade etmeliyiz. Baskıcı, daraltıcı koşullara teslim olmak değil, zorlu koşullarda devrimci seçenekleri kitlelere taşımak devrimciliğin temelidir. Kriz koşullarını devrimci politik çalışmada yoğunlaşma, kitlelerle ekonomik-siyasal sorunlar eksenli daha sıkı ilişkiler içerisine girerek, bu temelde çalışmaları örmek, geleceği daha güçlü örmenin de ön adımları olacaktır.
Dönemin öne çıkan politik yönelimlerinden biri de sistemin emekçileri körleştiren şovenist saldırı dalgasına karşı barikat olmak, işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadıkları sorunlarla, Kürt ulusunun yaşadığı sorunların bir bütünün parçası olduğu ve çözümünün de ortak olduğunun kitlelere propaganda edilmesidir. Kürt karşıtlığı temelinde şekillendirilerek etkilenen kitlelerin tam da derin ekonomik sorunlar yaşadığı bu koşullarını, onlarla ilişkilenme ve gerçekleri anlatma/kavratma zemini olduğunu unutmamalıyız.
Tüm olumsuz koşullara rağmen, işçi sınıfı ve emekçi halkın değişik katmanlarının lokal düzeyde de olsa karşı çıkış ve tepkileri kendini açığa vurmaktadır. Gün, koşullara teslim olarak, kendi içine büzülme, hareketsiz kalarak “güç biriktirme” değil, ezilen emekçi halk kitleleriyle daha canlı bağlar kurma, onlara gerçekleri daha ısrarlı ve disiplinli şekilde taşıma günüdür. Gün kitlelerle daha güçlü ve kalıcı bağları kurarak, pratik mücadelelerine politik karakter kazandırarak güçlenme dönemidir.
Kürt ulusuna karşı imha ve işgal saldırılarına, şovenist saldırı dalgasına karşı daha direngen bir politik yönelimi örmek görevimizdir. Emperyalizme kölece bağımlılığına rağmen, “anti-emperyalist” hamaset gösterilerine karşı, gerçek anti-emperyalist bilinçle kitlelere emperyalizm ve ona bağımlı yarı-feodal, yarı-sömürge sistemi teşhir eden ve ona karşı etkin bir mücadele bilinci ve çağrısını taşımalıyız. İşçi sınıfı ve emekçilerin, Kürt ulusunun gerçek kurtuluşu olan Demokratik Halk Devrimi perspektifinin, güncel politik mücadelede adım adım örülmesinin yolu buradan geçmektedir. Siyasal, örgütsel olarak gelişmenin, derinleşmenin gerçekleşeceği alan burasıdır. Her türlü tasfiyeci akıma karşı ideolojik olarak güçlenmenin, mücadele etmenin, kitleler içerisinde devrimci mücadele seçeneklerinin güçlü kılınmasının yolu bu yönelimdedir.