Enflasyonun resmi olarak yüzde 20’lere, bağımsız kuruluşların araştırmalarına göre yüzde 50’lere dayandığı Türkiye’de, ekonomik kaos derinleşerek devam ediyor. Zayıf ve kırılgan ekonomi, Erdoğan’ın yaptığı konuşmalarla altüst olabilecek kadar değişkenlik gösteriyor. Erdoğan, “Nas orada” yani İslam ve Kuran orada “faiz haram” diyor, Dolar 1 TL artıyor, “dış güçler” diyor Dolar 1 TL artıyor… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 22 Kasım kabine toplantısı sonrası yaptığı konuşma, yeni bir kur artışını harladı. Gün biterken 11.47 TL’ye çıkan dolar fiyatı, yılbaşına göre yüzde 54’e, eylül ayı başına göre yüzde 38’e yükseldi. Başka bir ifadeyle, TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı yıl başından 22 Kasım’a kadar yüzde 35, faiz indiriminin gündeme geldiği eylül ayından beri yüzde 28’e vardı. Zaten kırılgan olan piyasalar Erdoğan’ın saldırgan ve hamaset nutukları içeren konuşmalarının ardından güvensizleşiyor.
Emperyalizme göbekten bağımlı, sıcak paraya ve yabancı sermayeye ihtiyaç duyan, inşaata ve özelleştirmelere dayalı Türkiye ekonomisi faiz-döviz kıskacında sıkıştı kaldı. Tarımı tasfiye etmeye çalışan, çiftçileri üretime teşvik etmeyen, üretimi değil patronları destekleyen egemenler, piyasaya döviz sürerek, faizleri indirerek ekonomiyi canlandırmaya çalıştı. Merkez Bankası’nın rezervlerindeki tüm döviz stoku 2020’nin ortalarında artan döviz kuruna müdahale etmek için piyasaya sürüldü. Piyasayı kontrol etmek için kullanılan milyarlarca dolar bir işe yaramamış olacak ki, o gün 6 lira bandından seyreden TL/Dolar kuru bugün 13 TL’yi aştı. ‘Pamuk ipliğine’ bağlı olan Türkiye ekonomisinde ip inceldiği yerden koptu ve ekonomi freni patlamış kamyon gibi duvara tosladı. Uzun süredir enflasyon-faiz-döviz kıskacına sıkışmış olan Türkiye ekonomisi Venezuela ve Arjantin’in ardından en riskli ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya yerleşti.
Bu döviz artışı, piyasalardaki dalgalanma absürt açıklamalarla açıklanmaya çalışılıyor. Ekonomik kriz hiç gündeme getirilmemeye çalışılıp “döviz artsın ki ihracat da artsın” deniliyor. Ama ekonomik veriler öyle söylemiyor, ihracat artmıyor fakat döviz artışıyla ihracat yapanlar kazanıyor. Döviz kuruyla birlikte 250 doların altına düşen asgari ücretten bahsedilmiyor, iç ve dış borcun katlanmasından bahsedilmiyor, döviz cinsinden ödeme garantisi verilen şirketlerden bahsedilmiyor, 10 ayda borç faizine ödenen 160 milyardan bahsedilmiyor, “döviz artsın ki ihracat artsın” deniliyor.
İşçilerin, emekçilerin temel haklarına, kazanımlarına ve özgürlüklerine yönelik saldırılar konusunda en cesaretli, en kararlı iktidar olarak AKP’yi tarifleyebiliriz. Geçtiğimiz yıllar içinde emekçilerin güvenceli istihdam, sağlık ve emeklilik hakkı başta olmak üzere neredeyse bütün kazanılmış hakları adım adım gasp etti. Yoksulluğun derinleşmesi, emperyalizme olan bağlılık yeminleri ve dövizin artmasıyla ülke adeta ‘ucuz iş gücü cenneti’ haline getirildi. Gelinen noktada çalışan nüfusun yarısından fazlası asgari ücretle geçinmeye çalışırken, asgari ücret neredeyse ortalama ücret haline geldi.
Bu tablo bir kez daha gösteriyor ki egemenlerin tek derdi ekonomiye yabancı sermaye girişini sağlamak, patronların çarklarını dönmesini sağlamak. Bu şartlarda egemenler, patronlar kârlarına kâr katacak, enflasyonun ve zamların altında ezilen emekçiler daha da yoksullaşacak. Patronların cebini dolduran, teşvik üzerine teşvik veren, vergi borçlarını silen devlet, krizin yükünü emekçilerin sırtına yükleyecek, üretmek için kredi alan köylüleri “hapse atmaya” devam edecek!
MİLYONLARCA İŞSİZ, AÇLIKLA BOĞUŞAN EMEKÇİLER
Pandemiyle birlikte tüketim artmış ve buna bağlı olarak ithalat da artmış ve piyasalar hareketlenmişti. Pandemi döneminde düşürülen kredi faizleriyle birlikte milyonlarca esnafa, işçiye, emekçiye kredi verilmişti. Bu kredilerle döndürülen çarklar artık dönmüyor, kırılıyor. Sayıları 3 milyonu bulan borçlu küçük esnaf kepenk kapatmayla karşı karşıya. Sayıları 10 milyonu bulan işsiz kitlesine yeni yeni milyonların eklenmesi hiç de uzak değil.
Döviz kurlarında yaşanan dalgalı seyir, büyük bölümü asgari ücret ve asgari ücretin altında ücretle geçinen milyonların gelirini ve satın alım gücünü daha önce hiç olmadığı düşürdü. Emekçiler asgari ücretle 1 aylık gıda masraflarını bile karşılayamıyor. Türk-İş’in verilerine göre açlık sınırı 3 bin 200 liraya dayanırken asgari ücret 2 bin 825 TL. Asgari ücretli çalışma oranı da yüzde 42 bandından olduğuna göre ülkenin yarısından çoğu açlık sınırının altında yaşıyor.
Bu göstergelerle birlikte devrimciler, komünistler ne yapmalı, ekonominin düzeltilmesi için hükümete akıl mı vermeli, sistemin restorasyonuna omuz mu vermeli. Biz bu sistemi düzeltmek, yaralarını sarmak, yanlışlarını kapatmak değil, yıkmak istiyoruz. Bu sistemin kırılan dişlileri tamir edilse bile işçilere, Kürtlere, kadınlara, gençlere, Alevilere… verebileceği hiçbir şey yoktur. Bu sistem sömürü ve zulümden başka bir şey ifade etmiyor. Biz de bu sömürü sistemine karşı açlıkla boğuşan emekçileri bu sistemi yıkmak için seferber etmeliyiz. Emekçilerin bilincini berraklaştırarak bu sömürü düzenine karşı örgütlenelim, örgütleyelim!