Türkiye’den Malta’ya sermaye kaçışı geçtiğimiz günlerin en çok konuşulan haberleri arasındaydı. Komprador burjuvazinin kimi ailelerinin gösterdiği “kapağı yurt dışına atma” refleksi, Türkiye ekonomisinin krizden yıkıma doğru sürüklenişi karşısında geliştirdiği önlemlerden biridir.
Derinleşen ekonomik kriz, sermaye kaçışı dışında örneğin komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının farklı klikleri ile, işbaşındaki kliğin kendi arasındaki çelişkiyi de keskinleştirir. Bir kriz sürecinin bu ve benzer gelişmelere yol açması nerdeyse her ülke için geçerli bir durum olmakla birlikte, Türkiye ve benzer ülkelerin ayırt edici kimi yönleri olduğunu, daha doğrusu kapitalist-emperyalist ülkelerden esaslı farklarının olduğunu belirtmeliyiz. Şunu önemle vurguluyoruz: Bu farkların kavranması yüzeye vurmuş çelişkilerin derinlemesine incelenmesi ve değiştirme eyleminin daha güçlü gerçekleşmesine katkı sunacaktır.
Türk hakim sınıflarının ekonomik krizi 2014′ ten itibaren daha da büyümüş ve giderek önü alınamaz bir karakter kazanmıştır. Türkiye’de bu durumun sıklıkla yaşanması Türk “kapitalizminin” niteliğiyle ilgilidir. Türk “kapitalizmi”, feodalizm tasfiye edilmediği için feodalizmin baskısı altında ve emperyalizme bağımlıdır. Gelişimi, bu güçler tarafından baskılandığı ve engellendiği için ağır aksak ve sancılı gerçekleşmektedir. Feodalizm kimi yönleriyle güç kaybetmesine rağmen onu tarih sahnesinden silecek gerçeklikte ne bir burjuvazi ve ne de emperyalizmin baskısı altında olması nedeniyle güçlü bir kapitalizm var. Bu, toplumsal yapı olarak yarı-feodalizme saplanıp kalmaktır.
DEVLET ELİYLE BURJUVA YARATMA YANILGISI VE KOMPRADOR BÜROKRAT BURJUVAZİNİN ANLAŞILMAMASI
Kimi Kemalist aydınlar, revizyonistler feodalizmin gücü nedeniyle Kemalistlerin devlet eliyle burjuvazi yarattığını söyler. İ. Kaypakkaya bu idealist, revizyonist tezi mahkum eder. Yanılgı şuradadır: Yapılan, olmayan burjuvazinin devlet eliyle yaratılması değil, son derece zayıf ve güçsüz olan burjuvazinin devlet aracılığıyla güçlendirilmesidir. Türk “kapitalizmine” niteliğini veren bu konuyu açmamız gerekiyor.
Ara sınıflar güçlü biçimde katılmış olsa da Türk “Kurtuluş Savaşı” komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları önderliğinde gerçekleşmiştir. İşgal sonrası yarı sömürgelikten çıkılmamasının ve feodalizmin tasfiye edilmemesinin nedeni budur. Savaş sonrasının Türkiye toplumunun egemen sınıfları yani savaşa önderlik eden bu sınıflar; Türk komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarıdır. Genç TC’de feodalizmin gücü nedeniyle iç pazar dardır dolayısıyla ne geniş iç pazara üretim yaparak gelişen ve ne de dış pazarlarda kapitalist-emperyalist ülkelerin meta ve para sermayeleriyle rekabet edebilecek güçte bir kapitalizm var. Çelimsiz, oldukça güçsüz Türk “kapitalizmi” için “can suyu” devletten gelir. Devletin imkanları zorlanarak, devlet tarafından mevcut kaynakların aktarılması sağlanarak, yeni kredi kaynakları oluşturularak, ihaleler açılarak vb. Türk “kapitalizmi” geliştirilmeye çalışılır. “İmparator” kitabında (Erol Toy) anlatılan Vehbi Koç hikayesi Türk “kapitalizminin” özeti gibidir.
18. yüzyılda yaşanan “ticaret savaşları” siyasal gücün yeri ve rolü olarak akla gelebilir fakat “ticaret savaşları”, kendi ülkesinde manifaktür sanayinin bilinmeyen pazarlara, yeni pazarlara ürettiği metalar için diğer bir devletin manifaktür sanayisine karşı yürütülmüştür. 19. yüzyıl ise “bırakınız yapsınlar”, “bırakınız geçsinler” yani liberalizm, serbest rekabet yüzyılıdır. Siyasal güç yani devlet kapitalizmin ilkel birikim döneminden başlayarak serbest rekabet ve emperyalizm dönemlerinde de ekonominin bizzat kalbinde olmasına rağmen Türk “kapitalizmi” örneğinde olduğu gibi bir yer tutmamış, böyle bir görev üstlenmemiş veya verilmemiştir. Türk “kapitalizmi” örneği aslında yarı-sömürge yarı-feodal toplumsal yapıya sahip ülkelere mahsustur. Mao Zedung bu tür kapitalizmi bürokrat kapitalizm olarak tanımlamıştır. Mao Çin’in ekonomisine dört komprador ailenin hakim olduğunu, Çan Kay Şek’in devlet imkanlarını bu kliğe seferber ettiğini anlatır. Peru kapitalizmi hakkında ise A. Gonzalo aynı kavramı kullanır ve şöyle söyler: “Gelişmesinin belirli bir aşamasında bu kapitalizm devlet iktidarı ile bütünleşir ve devletin iktisadi imkanlarından yararlanır. Devleti iktisadi bir manivela olarak kullanır.”
Gelişiminde devletin önemli bir rol oynaması bürokrat kapitalizmi doğuran, belirleyen bir olgu olmakla birlikte bunun bir tercih değil, koşullardan kaynaklı, koşulların belirlediği bir gelişme olduğunu belirtmek gerekir. Kapitalizm gelişmemiş, sermaye birikimi zayıf, hakim sermaye tefeci ve tüccar sermayesidir. TC devletinin kuruluşuyla birlikte komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının işbaşındaki kliğinin önünde gelişmek, büyümek ve palazlanmak için devletin iktisadi imkanlarından yararlanma ve devleti iktisadi bir manivela olarak kullanma dışında bir seçenek yoktur. Aynı yakıcı gerçeklik feodalizmi tasfiye edememiş, emperyalizme bağımlı diğer ülkeler için de geçerlidir.
Sermayenin karlı olduğu alanlara yönelme eğilimi zayıf bile olsa Türk sermayesi için de geçerli olmuştur. Sermaye birikim alanı esas olarak ticaret ve tefecilik olan Türk komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları, TC devletinin kuruluşuyla birlikte kamunun ihtiyacı olan malların temini, müteahhitlik, ulaşım vb. alanlara yönelmişlerdir. Otomobilden kamyon, otobüs gibi taşıtlara, şekerden mensucata, kimyevi ürünlerden sac, demir-çeliğe vs. kadar nerdeyse sanayi ürünü olan bütün metalar ithal edilmiş ve ithal ürünlerin ticaretinde büyük karlar elde edilmiştir. İhracat kalemi ise genelde tarım ürünleridir ve burada da büyük toprak ağaları ve büyük ticaret burjuvazisi kazanmıştır. Bütün bu işler için ihtiyaç duyulan sermayeye ise önemli kısmı devlet tarafından ya borçlanmayla veya İş Bankası, Sınayi ve Kalkınma Bankası, Ziraat Bankası aracılığıyla erişilmiştir. Bürokrat kapitalizm sermaye birikimini asıl karlılık alanları olması hasebiyle bu alanlar da gerçekleştirmiş, üretimden uzak durmuştur. Geçimlik ürünlerin (şeker, dokuma, ayakkabı vs.) üretimini gerçekleştiren işletmeler ise zorunlu olarak devlet tarafından kurulmuş, işletilmiştir.
Özelliğini devletin özel ve etkin rolünden alan bürokrat burjuvazi TC’nin 95 yıllık tarihi içerisinde niceliği değişmekle birlikte güç ve ağırlığını korumakla kalmamış, tam da bu ontolojik sorundan dolayı egemen sınıflar arasında devlet iktidarı için mücadelenin keskinleştirici unsuru, yönelim nedeni olmuştur.
(DEVAM EDECEK)