Maliye Bakanlığı, 3 yıllık “Orta Vadeli Ekonomik Plan” ya da “Yeni Ekonomik Plan” denilen programla içinde geçilen ekonomik krize karşı tedbirler paketi açıkladı. Sıkılaştırılmış mali disiplin, tasarruf ve gelir tedbirleri, vergilendirmenin yapılandırılması, finans kurumlarının bağımsızlığının teyit edilmesi başlığı altında odaklanılan nokta emperyalist sermaye karşısında güven tazelemek ve sermaye akışını sağlayacak yeni koşulların oluşmasını sağlamaktır. Ancak bu finansal düzenlemelerin daha güçlü tartışılmasına neden olacak gelişme bizzat Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından 29 Eylül tarihinde ABD’de, ekonomik programının denetlenmesi için “uluslararası yönetim şirketi olan McKinsey ile çalışmaya karar verdik” diyerek ilan edilmiştir.
Bu açıklama ekonomik ve politik açıdan önemlidir. Ekonomik krizi “ABD ile bir savaş”, “ABD tarafından açılmış bir ekonomik savaş”, “kökü dışarda bir kriz” olarak sunan, pazarlayan ve buradan Türkiye’nin kendi dinamikleriyle bu krizin üstesinden geleceği ve ne kadar büyük bir devlet olduğunu göstereceğini ifade eden bir anlayış, çözümü de “hasmı” ilan ettiği güçte bulmuştur. Bu durum kurulu ekonomik sistemin bağımlılığının ürettiği bir zorunluluktur. Emperyalist sisteme göbekten bağımlı yapı, onun finansal denetim ve yol göstericisi olan bir kuruma mahkum kalmıştır.
MCKİNSEY TERCİHİ VE ZORUNLULUĞUN KAVRANIŞI
Ancak bir dizi benzer işi yapan başka kurumlar, şirketler de söz konusudur. Buna rağmen ABD’li McKinsey şirketi tercih edilmiştir. Kuşkusuz bu tercihin 90 yıldır emperyalist tekellerin finansal sisteminin sağlıklı yürümesi için gösterilmiş “başarı” ve elde edilmiş “prestijiyle” ilgisi vardır. Ancak daha da önemlisi bu tercihteki politik muhtevadır. Birincisi, Türk hakim sınıfları, hali hazırda 2002’de çıkan ve Kemal Derviş yasaları olarak bilinen ve “15 günde 15 yasa” ile nam salan IMF’nin yapısal düzenlemeleri ile yoluna devam edeceğini McKinsey tercihi ile göstermiştir. Bu, IMF’siz bir şekilde IMF programlarını bir taşaronla sürdürme değil, var olan IMF ile yapılandırılmış sistemin sürdürüleceğine dair güçlü bir taahhüt olarak görülmelidir. Bu anlamda IMF’ye yönelik Erdoğan-AKP kliğinin son dönem kurduğu “kof” politik karşıtlığın köylü kurnazlığıyla örtbas edilme çabasıdır. İkincisi, ABD ile özellikle Ortadoğu politikasındaki kimi uyuşmazlığın getirdiği gerginliklere karşı, ABD’nin uşağına karşı gösterdiği sopanın etkili olma meselesidir. Türk egemen sınıfları hala ne kadar güçlü, sağlam ama karaktersiz bir uşak olduğunu bu şekilde gösterme ihtiyacı hissetmiştir. Bu kendini ispat etme hamlesi kuşkusuz Ortadoğu’da karşılığını alma mücadelesini ve beklentisini de arttıracaktır.
Burada özel olarak McKinsey şirketinin işçi ve emekçi düşmanı, emperyalist tekellerin çıkarlarına odaklı çalışmalarının suç dosyalarına girmek gereksizdir. Bu şirketin bu alanda en pahalı hizmeti veren özelliği ise atılan hamle karşısında küçük bir ayrıntıdır. Ancak faşist diktatörlük tasarruf politikasını uygulamak için en pahalı hizmet sunan şirket tercihiyle, mesele de her zaman ki gibi bir paradoks içine düşmekten çekinmemiştir. Türkiye lobi ve danışmanlık şirketleriyle emperyalist tekellerle ilişkilerini sağlamlaştırmak, yeni olanaklar açmak için daha önce de çeşitli anlaşmalar ve çalışmalar yapmıştır. Ancak bu anlaşmanın kapsamı ve boyutu bu türden bir durum değildir. Bu yüzden çokça IMF programı uygulamak için taşeron kullanma, Düyun-u Umumiye gibi benzetmeler yapılmaktadır. Her iki benzetme de sorunun kapsamını anlatmak için kullanım değeri olan özelliklere sahiptir. Ancak yine her iki benzetme de devletin sosyal-ekonomik-siyasi karakterini, niteliğini ve hali hazırda uygulamakta olduğu sistem gerçekliğini anlamak için yeterli ve uygun örnekler değildir. Düyun-u Umumiye rolü, zaten emperyalist sisteme bağlı bir devlet için çeşitli isimlendirme, biçim ve dönemin ihtiyaçlarına göre şekil alan ancak sisteme içkin olan yapısal bir karakterdir. Emperyalizme bağımlılık ilişkisi böylesi bir denetim, müdahale ve biçim verme sistemini oluşturmuştur. IMF programının uygulanması meselesi ise Tayyip ve AKP kliğinin manipülasyonlarından biri olan IMF’ye muhtaç olmama, o sistemden çıkma şeklindeki yaklaşımına çanak tutar niteliktedir. En fazla var olan krizde kendisini yeni ihtiyaçlar doğrultusunda emperyalist sisteme ve onun en güçlü kurumlarından biri olan IMF reçetelerine daha güçlü uyması olarak değerlendirilebilir. Bunun dışındaki yaklaşımlar sanki bağımsız bir ekonomik sistem vardı ve şimdi yeni bir bağımlılık ilişkisi ve denklemi kuruluyor yanılsamasına sürükleyecektir.
YEP İLE OLUŞAN YENİ KURUMLAR, EMEKÇİLERE KESİLECEK FATURALARIN YENİ İMZACISIDIR
Ancak kuşkusuz ekonomideki gelişmeler, ortaya çıkan finansal tehlikeler, bilançolar, gelir tabloları, sermaye akışında yaşanan sorunlar egemenleri yeni tedbirler, yeni kurumsal yapılandırmalar ve bu durumu düzeltmeyi amaçlayacak girişimlere sürüklemiştir. Bu durumun yeni olan yanı yadsınmayacak kadar açıktır. Amaç ve hedefi de oldukça belirgindir. Emperyalist sermayeye bağlı bir sistemin, o sistemden duyduğu sermaye ihtiyacını daha güçlü karşılamak, bunun için emperyalist kurumlara ve şirketlere denetim ve müdahale için daha fazla açık hale gelmek, akacak sermayenin kendini daha güçlü ve yeniden gerçekleşmesi için her türlü tedbirin ve kendi deyimleriyle sıkılaştırma politikasının uygulanmasının garantisini vermektir. Bu anlamda egemen sınıflarda bu şekilde sıcak paranın kaçışını engellemenin yanında, yeni sıcak para girişleri ve borçlanma olanakları yaratmaktır. McKinsey şirketi kuşkusuz sadece kamu kurumlarının denetimini ve disipline edilesini değil, Merkez Bankası, BDDK vs. kurumlarının da emperyalist piyasa ve sermaye ilişkilerinin gerektirdiği ihtiyaca göre çalışmasını sağlamaktır. Bu bağlamda sermaye girişini akışkan hale getirecek ve ona cazip bir pazar olanı olarak sunulacak birçok müdahale ve yön verme hakkına sahip olacaktır. Emperyalist sermayenin palazlanmasını, ülkenin toplumsal birikimi üzerine daha etkin bir asalak gibi yapışmasını sağlayacak bu şekilde emperyalist sermaye için güvenli bir saha haline getirecek bir rolü söz konusudur. Bu tabloda hiç kuşkusuz emperyalist sermayenin kazanması aynı zamanda egemen sınıfların da kazanması demektir. Kaybeden ise işçi sınıfı, emekçiler olacaktır. Bu süreç aynı zamanda emekçilerin daha fazla fedakarlık göstermesi argümanı ile gelir dağılımındaki uçurumun derinleşmesi, yoksulluğun ve sefaletin artmasının koşullarının yaratılması şeklinde olacaktır. Bu şekilde sistemde var olan sıkışıklığı bir nebze açmak, kurulu sistemin daha büyük krize girmesini engellemek, oluşacak krizin faturasının emekçi halk kitlelerine daha kesin ve kararlı bir çizgiyle kesilmesini sağlamaktır.
Yeni ekonomik programda Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı olarak Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi kurulmuştur. McKinsey’le yapılan anlaşmada bu yeni kurumsal yapı üzerinden gerçekleşmiştir. Berat Albayrak’ın deyimiyle “16 bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofis, tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı her çeyrekte kontrol edecek” bir role sahiptir. Dünyadaki en başarılı örnekleri McKinsey bir yol haritası eşliğinde, sıkı bir denetim ve kontrol mekanizması sonrası bu ofise sunacak ve bu ofiste gereğini yapacaktır. Bu durum kuşkusuz emperyalist sistemin Türk egemen sınıflarına karşı oluşmuş güvensizliğe karşı atılmış bir adımdır. Türk egemenlerinin bir tercihinden ziyade zorunluluğu olarak görülmelidir. 16 Bakanlıkta da denetim hakkı demek tüm kamu maliyesinin tasarruf politikasının emperyalist tekellerin sermaye akışının güvenliğine, kendini daha güçlü şekilde mayalamasına olanak anlamına gelmektedir. Bunun diğer adı ise eğitim, sağlık, sosyal güvence ve haklar, emekçilerin ücretlendirilmesi, kamuda istihdam gibi doğrudan halkı ilgilendiren meselelerde kamunun disipline edilmesi, tasarrufun sağlanması meselesidir. Aynı şekilde vergilendirme disiplininin “tabana doğru yayılması” programın ana temalarından birisi. Bunun anlamı vergide ana gelir kaynağı olan dolaylı vergilerin (KDV, ÖTV vb.) ve ücretli emekçilerden kesilecek vergilerin arttırılmasıdır. Vergi kalemindeki artışın buraya dayanacağı açıktır.
Emperyalist tekeller, Türkiye bankacılık ve finans sektörü önemli riskleri barındırsa da kendileri için hala ‘sağlam’ bir sisteme sahip olduğu fikrindedir. Bu fikir elde edilen ticari-hukuki ayrıcalık ve garantilerden ileri gelmektedir. Mc Kinsey ile yapılan anlaşma bu ayrıcalık ve garantileri daha da güçlendiren bir adımdır. Asıl mesele bu sistemin beslenmesini sağlayacak sermaye akışlarının bulunmasıdır. Bu yeni ekonomi planının ilk adımı ise İşsizlik Fonu’ndan Halk Bank, Vakıf Bank ve Eximbank’a 10.8 milyar TL’lik nakit akışının sağlanmış olmasıdır. Bu “güven arttırıcı” ön adımlar olmasının yanında, AKP-Tayyip kliğinin kararlılığını da göstermektedir. Ki Varlık Fonu’nun Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması ve Maliye Bakanı damat Berat Albayrak’ın da başkanvekili seçilmesi, kamuda gelir getiren esaslı kurumların (Ziraat Bankası, BOTAŞ, PTT, TÜRKSAT, Türkiye Petrolleri, ETİ Maden, Türk Telekom, Halk Bankası, THY ve Çaykur) doğrudan denetime alınması anlamına gelmektedir. Ki bu noktada bu kurum denetimden azade bir yapıya sahiptir. Tam da burada McKinsey’in henüz “CumhurBAŞKANLIĞI” sistemine geçmeden önce en ideal sistem olarak başkanlığı önerdiğini anımsatmakta fayda vardır. Bu durum McKinsey için nerdeyse mükemmel çalışma olanaklarına kavuşması anlamına gelmektedir. Tek merkezden, denetimsiz ve oldukça güçlü bir siyasal sistemin varolan ekonomik-politik kriz koşullarında oldukça işlevli ve verim üretecek bir rolü olduğu açıktır. Bu bağlamda ekonomi de atılacak her türlü adım daha seri ve etkin şekilde olacaktır. Buradan şunu ifade edebiliriz: Yeni Ekonomik Plan doğrultusunda McKinsey bunun için biçilmiş gömlek gibidir. McKinsey’in en önemli özelliklerinden birisi olan “hizmet verdiklerinin” açığını kapatma, hile ve hırsızlıklarına kılıf bulma gibi özellikleriyle AKP-Tayyip kliği için idealdir.
EKONOMİK VE POLİTİK KRİZ, SINIF MÜCADELESİNE KAÇINILMAZ OLARAK KATACAĞI İVME
Varolan bu gelişmenin “anti-ABD’cilik” efsanesinde, bu eksende “milli ve yerli” vurgulu, “kurtuluş savaşı veriyoruz” hamasetiyle politik alana tahvil edilen enstürmanların çıkaracağı sesin volümünü kısacaktır. Son 5 yıldır oldukça etkili olan bu argümanların zayıflaması pahasına, Tayyip-AKP kliği tarafından yapılan bu tercihin, egemen sınıfların sıkışmışlığının, bekledikleri krizin boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Nihayetinde politik krizi yönetecek yeni argümanlar oluşturmak, şekillenmiş belli bir kitle desteği, medya ve devlet gücü ile kamuoyunu belirleme olanakları yaratılacağına dair bu faşist klikte bir güven söz konusudur. Ancak politik krizin yeni ekonomik krizle kol kola girdiği koşullarda, daha fazla derinleşmesi kamuoyunu belirleyenin artık oluşan yeni çelişkiler ve bu çelişkileri yaşayan geniş kitlelerin olacağı gerçekliği göz ardı edilmektedir. Her egemen sistemin ve gerici sınıfın tipik tutumudur bu. Değişim isteminin oluşturacağı dalganın ve ortaya çıkan çelişkilerin eskisi gibi yönetilmek istememe arzusu ile bir güce dönüşme, bu durumun egemen sınıf klikleri arasındaki güç dengelerini etkileyecek, gerici sınıflarla halk güçleri arasındaki dengeleri belirleyecek faktörler olacağı gözden kaçırılmaktadır.
Varolan gelişmeler sınıf mücadelesinin ivme kazanmasına yataklık yapmaktadır. Bu durum daha şimdiden işçi sınıfının hareketliliğinde kendisini göstermektedir. Bu kamu emekçilerinden, küçük esnafta yoğunlaşacak iflaslarla birlikte daha geniş kesimlere doğru yayılacaktır. Hak talebi ekseninde direnişler ve mücadeleler genişleyeceği gibi, özellikle faşizmin azgın saldırılarının yarattığı ortam politik talepli hareketlere de bir ivme katacak zemin sunmaktadır. Sınıf mücadelesinin gelişim seyri bu anlamda ekonomik temelli mücadele ve politik mücadelenin sıkı bir kaynaşması ile ilerleyecek olanaklar içindedir. Bu tabloda sınıf bilinçli proletaryanın partisinin politik rolü can alıcı öneme sahiptir. Çelişki ve çatışmaları ekonomik mücadeleyle, yine politik krizi reformist taleplerle sınırlayacak yaklaşımlara karşı etkin bir ideolojik mücadele yanında, sınıf mücadelesine biçim verecek geniş kitlelere doğru bir siyasal bilinç taşıyacak yönelim zaruri, kaçınılmaz ve en önemli görevdir. İşçi sınıfı ve emekçilerin hak taleplerini en etkin şekilde dillendirmesi, kazanıma dönüştürmesi ve geliştirmesi unutmayalım ki Lenin yoldaşın deyimiyle “devrimci sınıf mücadelesi taktikleri izlemek”le olanaklıdır. Bu taktikleri oluşturmak, genel siyasi çizgiyle birleştirmek ve mücadelenin olduğu her alana nüfuz etmek devrimci-komünist sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.