TC ekonomisi 2021 yılının ikinci çeyreğinden itibaren; kısa vadede çıkılması mümkün olmayan bir bataklığa saplanmış ve çöküşün eşiğine gelmiş durumdadır. Son 8 ay içerisinde kurda yaşanan artış ile birlikte TL, dolar karşısında değerinin yaklaşık 3’te birinden fazlasını kaybetmiştir. Birçok resmi olmayan kuruluş tarafından enflasyon hesaplamaları yüzde 48 ve 58 arasında değişirken, birkaç yıl içerisinde enflasyonun ikiye katlandığı görülmektedir.
Uzun yıllardır, bir yarı-feodal, yarı-sömürge ülke olarak TC, küresel ölçekte yaşanan ekonomik sarsıntı ve krizlerin yoğun bir biçimde hissedildiği ülkelerden biri olmakta, sıklıkla ekonomik kriz ve onun yol açtığı politik krizlerle karşılaşmaktaydı.
Ancak son süreçte izlenen ekonomik politikalar bu krizlerin halk nezdinde hiç olmadığı kadar keskin bir biçimde hissedilmesini de beraberinde getirdi. Satın alma gücünün alt seviyelere gerilediği bu ortamda, AKP iktidarı bu politikanın “ihracata dayalı ekonomik büyüme” kisvesi altında devam ettirileceğini iddia ederken, bu büyüme; istihdama olumlu bir katkısı olmaksızın, artan işsizlik; işgücünün sürekli bir biçimde ucuzlamasına yol açmaktadır. Erdoğan’ın Çin ekonomisini örnek gösteren açıklamasının temelinde de işgücü maliyetinin olabildiğince alt seviyelerde tutulmaya devam edileceği, istihdamın ise yakın zamanda gerçekleşmesi beklenmeyen uluslararası tekelci sermayenin yatırım yapması beklentisine bırakıldığı görülmektedir. Bunun bir diğer anlamı ise işçi ve emekçilerin haklarının daha fazla tırpanlanacağı, sömürünün boyutunun artacağıdır.
Politika faizinin düşürülmesinin her ne kadar “halkın parasının” kurtarılmak olarak görüldüğü lanse edilse de; 2021 Ekim ayında 200 baz puan indirimine karşılık bu indirimin sonucunda yaşanan günlük yüzde 3’ün üzerinde kur artışının getirdiği sonuç olarak hammadde fiyatlarına gelen misli artışlar ve temel yaşam malzemelerinde bile getirilen devasa zamlar, halkın parasının ne biçimde eritildiğini göstermektedir. Boyutlu bir biçimde dışa bağımlı bir ülke olarak TC’nin niyetinin halkın parasını kurtarmak olmadığı, ülkenin emperyalist tekellere en iyi koşullarda hizmet verme çabası olduğu görülmektedir.
Önüne geçilemeyen kur artışı ve yüksek enflasyon, politik alanda da bir kriz biçiminde yankı bulmakta ve TC’nin politik rotasının sıkça şaşmasına sebebiyet vermektedir. Kurda yaşanan dalgalanmanın ileri doğru seyrini yavaşlatmak ve politik sorunların olup olmadığına bakılmaksızın çeşitli ülkeler ile ekonomik anlaşmalar yapılarak uluslararası piyasaya güven verilmeye çalışılmaktadır. Aynı zamanda ülkenin bütün kaynak ve olanaklarının peşkeş çekilmesi için de yoğun çaba sarf edilmektedir. TC burada can simidi olarak ilk etapta Körfez ülkelerini görmüştür. Bölgede emperyalizme uşaklık yarışında son yıllarda şiddetli bir biçimde kavgaya tutuştuğu Birleşik Arap Emirlikleri ile görüşmeler gerçekleştirmiş, 9 ana başlıkta 10 milyar dolarlık bir yatırım için mutabakata varıldığı belirtilirken karşılığında ne gibi bir taviz verdiği ise çokça merak konusudur. Yakın dönemde TC’nin Doğu Akdeniz politikalarında değişikliğe gidileceğine dair ön görüler mevcutken, bu gibi görüşmeler bu politika değişikliği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Doğu Akdeniz tartışmalarını ortaya çıkaran bir diğer sebep ise yakın zamanda Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından ihaleye sunulan 5 No’lu parsel üzerinde ExxonMobil-Katar Petrolleri ortaklığıdır. Uzun zamandır bölgede TC’nin en önemli partneri olarak görülen ve sıcak para akışının önemli ayaklarından birini oluşturan Katar’ın, TC’nin karşı çıkmasına rağmen bu ortaklığa girişmesi birçok tartışmayı da beraberinde getirmektedir.
Katar ile ilişkiler uzun zamandır gündemi meşgul etmektedir. Katar tarafından yapılan yatırımlarda gerçekleşen şaibeler, bu yatırımlarla doğru orantılı bir biçimde artmaktadır. Bunun yanı sıra TC’nin Körfez ülkeleri arasındaki kriz döneminde Katar’a asker göndermesi, ilişkilerin ne boyutta olduğunu da göstermektedir. Uluslararası kara paranın yoğun bir biçimde aklandığı ve batılı emperyalistlerin bölgede İran gibi ülkelere uyguladıkları ambargonun el altından oyulması ile yüklü meblağlar elde eden Körfez ülkeleri, aynı zamanda petrol ve çeşitli yer altı zenginlikleri yolu ile de finans merkezi olarak görülmektedir. TC ise çıkmazda olduğunun her zamankinden daha fazla anlaşıldığı bu dönemde kendisine pansuman olabilecek her türlü para akışı için kolları sıvayarak bu ülkelere köprü atma hamleleri ile gündemdedir.
Katar ile yapılan son görüşmelerde; uygun motor bulunamadığı için sadece maketten ibaret kalan helikopter ve eğitim uçaklarının fabrikalarından, birçok uluslararası teknolojinin taklit merkezi olarak faaliyet gösteren ROKETSAN ve ASELSAN gibi şirketlerin Katar’a devredileceği konuşulmaktadır. TC dış politikasının en önemli birkaç gündeminden biri olan Doğu Akdeniz’de Katar’ın TC’ye rağmen rahatlıkla karşı pozisyon alışı ve TC’nin buna rağmen hala kaynaklarını peşkeş çekmenin yollarını arıyor oluşu, ekonomik ve politik çıkmazın bir görüntüsü olmaktadır.
Yakın zamanda Erdoğan’ın Katar’a gerçekleştirdiği görüşmede yatırım odaklı yeni anlaşmalar imzalandı. Bu durumla ilgili konuşan Katar Dışişleri Bakanı da “Türkiye’deki ekonomik zorlukların getirdiği olanakları yakından takip ediyoruz” diyerek, Erdoğan’ın gelişinin özünde ne anlam ifade ettiğini net bir biçimde ortaya koydu.
Bununla birlikte Erdoğan’ın Suudi Arabistan ile de bir görüşme isteğinde bulunduğu ancak bunun gerçekleşmediği de belirtiliyor. Yani TC’nin dış politikası bir yandan ABD emperyalizmi için daha işlevli hale gelme, diğer yanda ise “sıcak para gelsin de nereden gelirse gelsin” biçiminde formüle edilmektedir. Dış politikada çizilen kırmızı çizgiler bir bir silinirken, “stratejik” addedilen hususlarda dahil TC’nin sessizliğe gömüldüğü ve geri adımlarını hızlandırdığı görülmektedir. Tüm bunlara rağmen istenilen düzeyde sıcak para akışının sağlanamadığı ve beklenen yatırımların gerçekleşmediği bu adımların bir karşılığı olduğunu söylemek güçtür. Ancak TC’nin karşılık bulamadığı oranda politik beklentilerini ve manevra alanını git gide daha da daraltması durumu olacaktır. Ekonomik krizin yarattığı çöküşün, tüm politik hamlelerde zayıflamaya yol açacağı açıktır.