Eklenti Değil, Bağımsız Politika Kazandırır

Abdullah Öcalan dışarıyla olan diyalogun kesildiği tarihten bugüne ağır bir tecridin muhatabıdır. Demokratik Kürt Ulusal Hareketi anlam ve öneminin kavranması için Öcalan’a yaklaşımın Kürt halkına yaklaşım olduğunu çok önceden ilan etmişti. Yaklaşık bin yıllık bir devlet deneyimine yaslanmış Türk hâkim sınıfları açısından genelde sembollerin özelde de Öcalan’ın rolünü kavramak hiç de güç değildi. Egemenler Öcalan’a tutsaklığının ilk 7-8 yılı boyunca PKK ve önderliğindeki Kürt Ulusal Hareketi’nin tasfiyesi ve bir tehdit olmaktan çıkartılması hedefiyle yaklaştı ve bu hedef için kullanışlı bir araç haline getirmeye çalıştılar. Öcalan düşünsel bir dönüşüm yaşamakla birlikte Kürt ulusal demokratik haklarına ihanet etmemiş, Kürt halkını ve onun örgütlü gücü olan PKK’yi; Kürt Ulusal Hareketi’ni bu hakların kazanımının yegâne garantisi olarak görmeye devam etmiş, Türk hâkim sınıflarının hesabını boşa çıkarmıştır.

Kürt ulusunun boyunduruk altında tutulması ve ulusal haklar üzerindeki ilhak devam ettikçe ezilen ulusun kurtuluş hareketi gibi bu hareketin bastırılması, etkisizleştirilmesi, teslim alınması gibi hâkim ulusun hâkim sınıflarının saldırı politikası da devam eder. Bu diyalektik ilişki ulusal sorun özgülünde oluşan belli hareket yasalarının sonucu kurulmuştur. Oslo sürecinin başlatılması ve akamete uğramasından kısa bir süre sonra aynı sürecin bir başka biçim altında “çatışmasızlık” olarak devam etmesi sürece iki yönlü müdahale edilmesinin sonucudur. Türk hâkim sınıfları demokratik niteliğini koruduğu sürece silahlı Kürt hareketini tasfiye etmeyi Kürt halkının örgütlülüğünü dağıtmayı öncelikli olarak ele alır. Oslo ve çatışmasızlık sürecine bu temel amaç doğrultusunda girmiştir. Öcalan diyalogun sürdürülmesi gibi kesilmesi de aynı amaca dönük bir hamledir.

Çatışmasızlık sürecinin bitirilmesi, abluka, katliam ve vahşet temelli bir saldırıya geçilmesi MGK’nın Ekim 2014 toplantısından alınan bir karardır. Seçim dönemine girilmiş olması nedeniyle kararın uygulanması için en elverişli koşullar beklenmiş, Öcalan ağır tecrite alınarak KUH’un Kürt halkının önüne boyun eğme seçeneği koyulmuştur. Buna cevap özyönetimlerin ilanı ve hendek-barikat direnişine geçilmesi olmuştur.

BÖLENLERİN BÖLÜNME KORKUSU DERİN OLUR!

Faşist Türk devletini çatışmasızlık sürecini bitirmesi ve ablukanın, katliam ve vahşetin damgasını vurduğu bir saldırı sürecine geçmesini belirleyen etkenlerin başında Suriye’deki gelişmeler bulunmaktadır. Suriye parçalanmaya doğru giderken PYD önderliğindeki Kürt Ulusal Hareketi kitlelerin yüksek bir fedakârlığı ve kahramanlığıyla YPG’nin destansı direnişiyle yangınlar ortasında yeni bir Rojava inşa etmeye siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve askeri alanda toplumu yeniden kurmaya girişmiştir. Rojava’daki hem bu gelişmeler hem de Kobanê direniş ve zaferinin ezilen uluslar ve halklar nezdinden yarattığı heyecan, prestij Türk hakim sınıflarındaki bölünme korkusunu boyutlandırdı. Her benzetmede olabilecek eksiklerin bilinciyle durumu 1. EPS (Emperyalist Paylaşım Savaşı)koşullarında Osmanlı Devleti ve Ermeni Soykırımı ile benzeştirebiliriz. Soykırım birbirine karşıt iki olgunun çakışmasıyla yaşam buldu. Bunlardan biri ittihatçıların, Pan Turanist/İslamist politikaları ve bunun Alman emperyalizminin Kafkaslar politikasıyla örtüşmesi, ikincisi ise İngiliz ve Fransızların gayri-müslimlerle ilişkisi Ermeni-Rum ulusunun kendi kaderini tayin mücadelesi. Özetle imparatorluk özgülünde var olan genişleme ve daralma dinamiği Ermeni halkımızın soykırımına doğru bir süreci işletmiştir. Suriye’de başlayan ve gerici karaktere evirilen iç savaş Türk hakim sınıflarını nasıl da iştahlandırmıştı biliyoruz. Histerik Esad nağraları “Emevi Camii’nde öğle namazı” ajitasyonu ve Yeni Osmanlıcılık kavramı yaygın kullanımı vs. gelişmenin bir yönünü oluştururken, Kobanê direniş ve zaferi ve Serêkani hamlesi kantonlar ve uluslar arası saygınlık vs. gelişmenin diğer yönünü oluşturuyordu. Yani imparatorluk bakiyesi TC’nin önüne yeniden bir genişleme ve daralma koşulları çıkmıştı. Genişleme politikasını(olasılık olarak) gerçekleşebilir kılacak koşullar geride kalmıştı. Faşist Türk hâkim sınıfları ve devleti için Rojava’daki gelişmelerle birlikte daralma esas kaygı halini almış ve bu eğilimin baskısıyla da “çöktürme planı” devreye konulmuştur. Türkiye’de devrimci durumun yükselme eğilimini koruyor ve kitlelerin devletin çekim merkezinden uzaklaşıyor olması Kürt Ulusal Hareketi’nin örgütsel ve askeri gücünün sürekli büyümesi gibi olgular hâkim sınıflar açısından çatışmasızlık sürecini bitirmeyi zorunlu kılan gelişmelerdi.

HAYIR, SS, BİZ SİZİ BİTİRECEĞİZ!

Faşist devlet çatışmasızlık sürecini yukarıda bahsettiğimiz iki başlıca nedenden dolayı bitirmiştir. Bugün bu nedenler elbette ortadan kalkmıştır. Fakat bir gerileme ve değişime uğradığından şüphe yok. Yani hem Suriye’nin geleceği sorunu netleşmeye başlamış, bölünme korkusunun koşulları önemli ölçüde ortadan kalkmış hem de Türkiye’de devrimci durumda bir gerileme yaşanmıştır. Türk egemen sınıfları Türkiye halkının sorunlarını yönetmede zorlanıyor. İşçi sınıfı ve diğer emekçi katmanlarla birlikte ezilen ulusun, ezilen cins ve inanç kesimlerinin talepleri daha yakıcı bir karakter kazanmıştır. Bu koşullar altında faşizme sarılmak tek çıkış yolu oluyor. Öte yandan egemen sınıf kliklerinin kendi aralarındaki çelişkiler de yönetilir olmaktan çoktan çıkmış oldukça keskinleşmiştir. İki koldan biriken bu enerji hâkim sınıflarının iş başındaki kliği için esaslı bir fay hattıdır. OHAL’in uzatılması ve son çıkartılan 696 sayılı KHK, bu kliğin fay hatlarının kırılabilirliği karşısında yaşadığı paniğin yansımasıdır. Ne diyordu KHK’nin ilgili maddesi “… Darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılmasında yer alan sivillerin cezai sorumluluğu yoktur”. İş başındaki klik bir darbe beklentisi içinde olmalı ki bunun koşulları zaten mevcut. Kararnamenin bir tarafında da olası bir darbe girişimi için paramiliter güçlerin kurulması, hazır tutulması var; diğer tarafta ise aynı paramiliter güçlerin iş başındaki kliğe, onun uygulamalarına, faşist devlete tepki duyan, en temel taleplerin çözümünü isteyen büyük kitleler ve onların örgütlü gücü olan komünist, devrimci, yurtsever yapılara karşı devreye konulması var. Her halükarda yönetememe sorunun daha bir derinleşmesi söz konusu ve iş başındaki klik faşizmin genel geçer biçim ve tarzlarıyla egemenliğini sürdüremeyeceğini gayet iyi biliyor.

Bugünkü Türkiye gerçekliğinde yeni bir çatışmasızlık sürecinin ekonomik ve siyasi koşulları mevcuttur. Fakat iş başındaki klik açısından böyle bir sürecin başlatılması egemenliğini riske atacağı için çatışmasızlık gibi bir iklime girmesi şimdilik pek olası görünmüyor. İHA’lara ve SİHA’lara bağladıkları büyük umutlar vardı. S. Soylu bunu gizlemiyor, İHA’lı, SİHA’lı savaş tekniği ve cepheye sürdükleri paralı askerleriyle Mart-Nisan aylarında komünist, devrimci ve yurtsever hareketlerin gerilla güçlerini yok edeceklerini söylüyordu. Bu Soysuz düpedüz olmayacak duaya âmin diyor. PP ve dost partilerin gerilla güçlerinin diğer yıllara göre son 2 yılda daha fazla kayıp vermesine rağmen düşman sonuç alamamış üstelik özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nden gelen etkili vuruşlarla ağır kayıplar yaşamıştır.

“BİR SÖZ DİYECEKSEM, SESİMLE DEĞİL DE DURUŞUMLA”

Kürt Ulusal Hareketi çatışmasızlık sürecinin havucuna ne de kuşatma ve vahşet saldırısının sopasına teslim olmamış, direnme ve savaşma güç ve kararlılığından taviz vermemiştir. Çatışmasızlık sürecinden çıkartılan derslerle ilgili olarak KUH kaynaklı değerlendirmelere henüz ulaşamadık. Örneğin Türk hâkim sınıflarının demokratik bir dönüşüm gerçekleştirme sorununu çatışmasızlık sürecinin bitirilmesi üzerinden nasıl değerlendiriyorlar bilmiyoruz. Çatışmasızlık süreci Kürt ulusal sorununun anayasal çözüme ulaşması gibi stratejik gördükleri bir amaç için başlatılmıştı. Demokratik Ulus ve Demokratik Cumhuriyet’e tam da bu yolla ulaşılacağı savunuluyordu. KUH bugün “çöktürme” saldırısı altında Kürt ulusal sorununun nasıl ve hangi hedefle çözüleceği sorununu özeleştirel bir değerlendirmenin konusu yapabilmelidir.

Şüphesiz aynı süreçten PP’nin de çıkaracağı dersler olmalı. Keza faşizmin uygulamaya koyduğu çöktürme planı ve devamındaki gelişmelerden de… Proletarya Partisi Kürt ulusal sorununun ülkenin demokratikleşmesine paralel çözüme kavuşacak bir sorun olduğunu söyleye geldi. Ülkenin emperyalizme bağlı yarı-sömürge, yarı-feodal bir yapıya sahip olması, bu yapı üzerinden yükselen egemen sınıfların gericileşmiş ve çürüyen, emperyalizmin ülkedeki uşakları ve onların çıkarlarına bağlanmış olmaları nedeniyle ülkeyi demokrasiyle değil faşizmle yönetmek zorundadırlar. Demokratikleşmek bu yüzden faşist diktatörlüğü yıkmaktan geçer. Bunun diğer bir anlamı devleti parçalamaktır ki bu DEVRİM demektir. Ama herhangi bir devrim değil, YENİ DEMOKRATİK DEVRİM! O halde Kürt Ulusal Hareketi’nin dostu, müttefiki olarak Proletarya Partisi YDD mücadelesi içerisinde sözü edilir bir düzeyde güç olmalı ki KUH’u etkileyebilsin ve çözümün adresini düzen içinde değil devrimci çözümde arayabilsindi.

Politikanın kitlelerin elinde maddi bir güce dönüşeceğini Marks söylemişti. Kürt ulusal sorununun özgünlüğünü kavramak başlıca meselelerimizden olmalı. Bu sorun kavrandığı ölçüde doğru politika ve taktikler üretilir. Bunun yolu Kürt halkına ve Kürt coğrafyasına temas ayak basmaktan geçer. PP Kürt ulusal sorununun çözüm gücüdür. Bu sorunu en doğru temelde çözüme kavuşturacak programa sahiptir. Bu programın Kürt halkıyla buluşturulması ve onun saflaştırılması görevi yakıcı biçimde geçerliliğini koruyor. Bu noktada mesafe alınmadıkça hariçten gazel okuma durumu varlığını sürdürecektir. Dolayısıyla Kürt ulusal sorunu PP’nin sorunudur. Ve güçlü adımlar atmak onun sorumluluğu gereğidir. Ancak bu yapılırsa Kürt halkına karşı görevler gerçekleşir olur.

Yukarıda belirttiğimiz görev doğrultusunda süreklileşmiş ve sistemli bir çalışmanın ve savaşın olmayışı Kürt halkı içerisinde güç olamama sonucunu üretmiştir. Kürt ulusal hareketinin bir eklentisi durumuna gelmekle Kürt sorununu dıştalamak gibi iki başlıca tehlike bu gerçeklik içinde uç veriyor. Yakın zamanda PP içerisinde ortaya çıkan tasfiyeci hizbin KUH’a eklenme biçiminde gerçekliği bahsettiğimiz sorundan kaynaklanıyor. Denilebilir ki sorunu kendi dışına atmaktansa KUH’a eklenti olmak yeğdir. Hayır, yapılması gereken bağımsız politikalarına ve görevlerine sahip çıkmak bir özne olarak pratiği adımlamaktır.

Türk hâkim sınıflarının tüketeceği ilerici barutu hiç olmadı, olmayacak da… Yani demokratikleşme sorunu burjuvazi eliyle çözülemeyecek ve daima en yakıcı biçimde kendini dayatıp duracaktır. Dolayısıyla ezilen ulus ve ezilen inanç kesimlerinin ve ayrıca söz ve ifade özgürlüğü etrafında toplanmış büyük kalabalıkların demokratikleşme istem ve beklentileri artan biçimde devam edecektir. PP’nin Yeni Demokratik Devrim bayrağını daha kararlıca ve daha görünür biçimde ama hep yürüyerek dalgalandırmasının, saate ve güne sarılmanın zamandır.