Enternasyonal Komünist Birlik (EKB) 18 Mart Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Günü’ne dair bir açıklama yayımladı.
EKB, yaptığı açıklamada komünist ve devrimci tutsaklarla dayanışmayı büyütmenin gerekliliğini vurguladı. Açıklamada, “Hapishanelerde bulunan komünist ve devrimci tutsaklar, hapishane koşullarının sınırlarını zorlayarak sınıf mücadelesinin taleplerini canları pahasına yerine getirmeye çalışıyorlar. Teslim olmayı reddediyor, her türlü baskıya, işkenceye ve hücre cezasına direnmekten çekinmiyorlar. Tutsakların meşru mücadelesini ve direnişini desteklemek, tutsaklara yönelik her türlü saldırganlığa karşı mücadele etmek için seferber olmalı, tutsakların dışarıdaki sesi olmalı, dışarıdaki sınıf mücadelesinin bir parçası olarak tutsaklık koşullarında verdikleri mücadeleyi desteklemeliyiz.” vurgusu yapıldı.
Açıklamanın tamamı şöyle:
18 Mart Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Günü. 1920’de Komintern tarafından kurulan Kızıl Yardım, 1923’te Paris Komünü’nün kuruluş tarihi olan 18 Mart’ı “Politik Tutsaklarla Uluslararası Dayanışma Günü” ilan etti ve politik tutsaklara adadı. 18 Mart’ta tüm dünyada politik tutsaklarla dayanışma gösterilmektedir.
Binlerce yıldır içinde yaşadığımız sömürü ve baskı sistemlerine karşı tarihin her döneminde büyük direnişler olmuş ve ağır bedeller ödenmiştir. Egemen sınıflar, egemen sömürü sistemlerine karşı verilen her mücadeleye, her direnişe benzer tepkiler vermişlerdir: Varlıklarını korumak için kendi varlıklarına karşı olan her hareketi ezmek ve hepsinden önemlisi bu harekete önderlik edenleri yok etmek olmuştur. Çünkü egemen düzene karşı biriken öfke, mevcut düzeni değiştirme arzusu ve çabasından gelen dinamizm, ancak doğru bir liderlik altında doğru yöne yönlendirilebilir. Bu nedenle egemen sınıflar, halkın öfkesini ve değişim arzusunu yönlendirenleri yok etmek, yok edemediklerini de halktan tecrit etmek istiyor. Egemen sınıfların devrimci, komünist ve demokratik halk hareketlerine karşı tahammülsüzlüğünün ve saldırganlığının bir diğer boyutu da ezilen halk kitlelerinin sessiz kalmasını ve isyan etmeye cesaret edememesini sağlamaktır. Egemen sınıflar, halkın öncülerini katlederek ve bastırarak ezilen halk kitlelerine bir mesaj göndermektedir: “Eğer bize karşı hareket ederseniz, biz de size aynısını yaparız”.
Proletaryanın büyük ustası Karl Marx, “Filozoflar dünyayı sadece çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; ancak önemli olan onu değiştirmektir” der. Komünistler ve devrimciler bu idealin gerçekleşmesi için mücadele ederler, bunun için katledilirler, bunun için hapsedilirler. Komünist ve devrimci tutsaklar işkencehanelerde, hapishanelerde defalarca göstermişlerdir ki yaşam devam ettiği sürece her türlü yaşam şartlarında sınıf mücadelesinin devamı için büyük örnekler yaratılabilir. Bu yol, bu riskleri göze almayı gerektirir ve komünistler ve devrimciler bu bilinçle egemen sömürü sistemlerine karşı mücadele ederler. Katledilen her komünist ve devrimcinin bedeni, hapishanede geçirilen her zaman, geleceğin toplumunu inşa etmenin de temelini atar. Burjuvazi ve uşakları, katledilemeyenleri en baskıcı koşullarda hapishanelere koyarak teslimiyeti sağlamak istiyor. Komünist ve devrimci tutsaklar ise düşmanın kendini en güçlü hissettiği yer olan hapishaneleri sınıf mücadelesinin arenasına çevirmekten çekinmezler.
Bu nedenle hapishanelerde bulunan komünist ve devrimci tutsakları mağdur olarak tanımlamamalı, onları haklılıkları temelinde tanımlamalı ve sahiplenmeliyiz. Komünistler ve devrimciler sadece mevcut sömürü sistemlerine alternatif fikirlere sahip oldukları için değil, aynı zamanda bu fikirleri değiştirmek, halkı örgütlemek ve birleştirmek için bir şeyler yaptıkları için katlediliyor, hapsediliyor ve işkence görüyorlar. Bu, her şeyden önce iki düşman ve uzlaşmaz sınıf tarafından somutlaştırılan ideolojik bir savaştır. Emperyalist sistemin nesnel koşulları ezen ve ezilen arasındaki çelişkiyi sürekli ve güncel tuttuğundan, komünistlerin ve devrimcilerin öldürülmesi ve hapsedilmesi burjuvazi için sorunu çözmez. Var olan nesnel durum, derinleşen çelişkiler doğrudan sınıf çelişkisine yansımakta, katledilen ve hapsedilen devrimci ve komünistlerin boşluğu yenileriyle doldurulmaktadır.
Egemen sistemin çelişkileri derinleştiği ve açmazları çoğaldığı oranda, “mezar kazıcı” korkusu büyüdüğü oranda, egemen sınıflar gerçek karakterlerini daha fazla ve daha somut olarak ortaya koymaktan çekinmemektedirler. Aynı zamanda sistemin derinleşen ve çözülemeyen krizi, burjuvaziyi ve her türden sömürücü egemen sınıfları, egemen devlet mekanizmasını hem yasalarıyla hem de fiili örgütlenmeleriyle daha güçlü bir şekilde merkezileştirmeye ve baskı mekanizmalarını daha fazla ön plana çıkarmaya yöneltmektedir. Kendilerini “ideal” ve “ilerici demokrasi” olarak adlandıran emperyalist kapitalist ülkelerde birbiri ardına çıkarılan güvenlik yasaları, devletin baskı organlarının yetkilerini genişleten yeni yasalar, burjuvazinin “demokrasi maskesi” takma becerisini geride bıraktığını bize somut olarak gösteriyor. Burjuvazi tüm gericiliğiyle işçi sınıfına, ezilen emekçilere ve ezilen halklara karşı konumunu yeniden tesis etmektedir. Emperyalizmin egemen olduğu sömürge ve yarı sömürge ülkelerde, faşizmin ve gericiliğin çeşitli tonlarını taşıyan parlamenter ve parlamento dışı yönetim biçimleri olağan rejimlerdir. Bu ülkelerde, başta komünistler ve devrimciler olmak üzere tüm muhalifler sistematik ve sürekli bir devlet terörüne maruz kalmaktadır. Bu ülkelerde egemen sınıflar ile ezilen halklar arasındaki çelişkinin derinliği sınıf mücadelesinin yoğunluğunu belirler. Emperyalizmin uşaklığını ancak halka karşı dizginsiz bir terör rejimiyle sürdürebilen egemen sınıflar için devlet terörü bir seçenek değil bir zorunluluktur. Yasalar faşizm, gericilik ve devlet terörü için sadece bir kılıftır. Hapishaneler ise bir işkence ve baskı mekanizmasıdır.
Türkiye, Hindistan, Filipinler, Peru, İran, İsrail vb. ülkelerin egemen sınıfları hapishanelerde tutsakları teslim almak için alfabenin neredeyse tüm harfleriyle tanımladıkları tecridi derinleştirmektedir. Ağır hasta tutsakların tedavileri çeşitli bahanelerle engellenmekte, birçok hasta tutsak ölüme terk edilmekte ve tutsaklara yönelik defalarca fiili saldırılar yaşanmaktadır. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin bir bedeli olarak Kürt ulusunun binlerce üyesi hapishanelerde tutulmaktadır. Türkiye cezaevlerinde 30 yılı aşkın süredir tutsak olan insanların tahliyeleri “düşüncelerinden vazgeçmedikleri” gerekçesiyle engellenmektedir.
Gerici Hindistan Devleti, Halk Savaşını engellemek için aralarında Varavara Rao, Sanjoy Deepak Rao, Ayinoor Vasu, Rona Wilson ve Gautam Navlakha’nın da bulunduğu on binden fazla komünist, devrimci ve siyasi eylemciyi hapse atmıştır.
Georges Ibrahim Abdallah, Fransız emperyalizmi tarafından 40 yıldır hapiste tutuluyor ve cezasını çekmesine rağmen henüz serbest bırakılmadı. Kara Panterler üyesi Mumia Abu-Jamal, ABD emperyalizmi tarafından 40 yılı aşkın bir süredir hapiste tutulmaktadır. Dünyanın farklı yerlerinden binlerce komünist, devrimci ve ezilen halkların tutsakları on yıllarını hapishanelerde geçirdi.
Egemen sınıfların komünist ve devrimci tutsaklardan duydukları korku ve onlara karşı hissettikleri sınıf düşmanlığı o kadar büyüktür ki, kendi yasalarını açıkça ihlal ederek tutsak ettikleri komünist ve devrimcilerin hapishaneden çıkmalarını acımasızca engellemektedirler. Hücre hapsinde geçirdiği 29 yılın ardından sağlığını kaybeden ve gerekli önlemler alınmadığı için ölümüne neden olunan PKP lideri Başkan Gonzalo’nun 2021 yılında uğradığı suikast, emperyalistlerin ve egemen sistemin uşak sahiplerinin duydukları korku ve sınıfsal nefretin boyutlarını anlamak açısından çok önemlidir. Başkan Gonzalo’nun ölümünden sorumlu olanlar onun cesedini bile yakıp yok etmişlerdir.
Hapishanelerde bulunan komünist ve devrimci tutsaklar, hapishane koşullarının sınırlarını zorlayarak sınıf mücadelesinin taleplerini canları pahasına yerine getirmeye çalışıyorlar. Teslim olmayı reddediyor, her türlü baskıya, işkenceye ve hücre cezasına direnmekten çekinmiyorlar. Tutsakların meşru mücadelesini ve direnişini desteklemek, tutsaklara yönelik her türlü saldırganlığa karşı mücadele etmek için seferber olmalı, tutsakların dışarıdaki sesi olmalı, dışarıdaki sınıf mücadelesinin bir parçası olarak tutsaklık koşullarında verdikleri mücadeleyi desteklemeliyiz.
KOMÜNİST VE DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR!
KOMÜNİST VE DEVRİMCİ TUTSAKLARI DESTEKLEMEK DEVRİMCİ MÜCADELEYİ DESTEKLEMEK DEMEKTİR!
KOMÜNİST VE DEVRİMCİ TUTSAKLARIN DİRENİŞİNİ VE MÜCADELESİNİ KENDİMİZE MÂL EDELİM. TUTSAKLARIN SESİ OLALIM!
Enternasyonal Komünist Birlik
(HABER MERKEZİ)