8. Yargı Paketi 2 Mart Cumartesi günü TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Emeklilere bayram ikramiyesinin 3 bin liraya çıkartılması burjuva-feodal medya aracılığıyla gösterişli bir şekilde sunuldu. Egemen sınıflar kriz ve yoksulluğun en temel sorun olduğu ve çokça tartışıldığı bugünlerde “3 bin liralık bayram ikramiyesini” lütfeder gibi duyurdular. Oysa “ikramiye müjdesi” verilirken aynı zaman dilimi içinde özellikle devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere yönelik yeni saldırıları içeren bir yargı paketi de gündemdeydi. Egemenler “ikramiye müjdesi” aldatmacasının tutmayacağını, toplumda yer etmiş öfkenin büyümekte olduğunu bildiği içindir ki aynı anda kitlesel muhalefete önlem almaya çalışıyor. Erdoğan da son konuşmalarında “ana muhalefeti” bu yoldan hedef göstererek tehdidin ciddi olduğuna dair mesajlar veriyor. Egemenler için bir gerçeklik olan toplumsal öfkeyi ve muhalefeti hedef alan yeni yargı paketi bu algının bir ürünü olarak yasalaştı. Toplumsal mücadeleye yönelik saldırıların boyutu bu paketle birlikte biraz daha genişledi.
8.Yargı Paketi’nin ne içerdiğini ve saldırıların kimlere yöneldiğini Ezilenlerin Hukuk Bürosu ile konuştuk.
Yeni Demokrasi: 8. Yargı Paketi’nde özellikle işçi sınıfı ve ezilen kitleler için nasıl bir içerik var?
Ezilenlerin Hukuk Bürosu (EHB): Esasen yargı paketinde işçi sınıfı ve ezilenler açısından bir içeriksizlik ve gericilik söz konusu. Taslak hasta mahpuslar, kadınlar veya siyasi tutsaklar açısından hiçbir düzenleme öngörmediği gibi bu kesimler açısından ayrımcı denilebilecek nitelikte. Örneğin taslakta, ikinci kez mükerrerlerle ilgili 5275 sayılı Kanun m. 108/3’de yer alan koşullu salıverilme yasağı kaldırılmakta olup, süreli hapis cezası olan ikinci kez mükerrerlerin mahkûm oldukları hapis cezasının 3/4’ünü ceza infaz kurumlarında infaz etmeleri halinde koşullu salıverilmeden faydalanmalarına imkân sağlanmaktadır. Taslakta siyasi suçlar ve diğer örgütlü suçlardan mahkûm olanlarla ilgili düzenlemeye yer verilmemiş. Bu suçlardan mahkûm olan hükümlülerin cezalarının infazına, yürürlükte olan hükümlere göre devam edilecek. Adli suçlar bakımından koşullu salıverilmenin koşulları esnetilirken siyasiler bundan yararlanamıyorlar. Sanığa verilecek hapis cezası hükmünün süresi ne olursa olsun mutlaka bir müddet cezaevinde kalmasını sağlamaya yönelik düzenleme geliştiriliyor. İki yıldan aşağı ceza alan sanıklar, mevcut durumda. Önce açık cezaevlerine sevk ediliyor oradan da denetimli serbestlik ile tahliye edilebiliyorlardı. Ancak yeni düzenlemede herkes aldığı cezaya göre oranı yasada belirlenecek şekilde mutlaka cezaevine konulacak. Artan suç oranlarına ilişkin yapısal bir önlem yerine, insanlara hapishane yolu gösteriliyor. Kadınlara yönelik suçlar bakımından cezasızlık politikası temel eleştiri konusu elbette. Ancak tek başına bir infaz düzenlemesi ile sırf bir süre hapishanede tutmak bakış açısı da doğru ve yeterli bir çözüm değil. Son olarak dikkat çeken diğer iki durum da Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kararına ilişkin istinaf yolunun açılması ve firari sanıklar hakkında hiçbir karar verilmemesi hususlarının yasalaşmasıdır.
YD: “Örgütlü suçlar” olarak belirtilen bölümlere dair yeni düzenlemeler var. Bu değişiklikler kimleri hedef alıyor ve nasıl bir içeriğe sahip?
EHB: İlk soruda “örgütlü suçlar” kapsamındaki infaz düzenlemesinin ayrımcılığının yanı sıra, Anayasa Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 220. maddesinin 6. fıkrasında yer alan “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır” hükmünü 26 Ekim 2023’te iptal etmiş, 8 Aralık 2023’ten başlayarak Meclis’e yeniden düzenleme için dört ay süre vermişti. Yüksek Mahkeme kararında, “kuralın kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarını önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır” diyerek ilgili suç tipinin Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmişti. “Üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” konusunda Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar açısından özellikle belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ilişkin eleştirilerinin yeni düzenlemede de hiçbir şekilde giderilmediğini görüyoruz. Yürürlüğe girecek yasa, Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçeleri dikkate almadan Türk Ceza Kanunu’nda yapacağı değişiklikle “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” fiili müstakil bir suç olarak düzenlendi. Buna göre, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca 2 yıl 6 aydan 6 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. İşlenen suçun niteliğine göre verilecek ceza yarısına kadar indirilebilecek. Bu hüküm sadece silahlı örgütler hakkında uygulanacak. Örgüt adına suç işleyen kişi hem işlediği suçtan hem de örgüt adına suç işleme fiilinden ayrı ayrı cezalandırılacak.
YD: Özellikle son dönemde hukuksuzluk içeren birçok madde düzenlendi. 8. Yargı Paketi içeriği itibarıyla Anayasa ile nasıl bir uyum içerisinde? Çelişen ifadeler yer alıyor mu?
EHB: 8. Yargı Paketi birçok bakımdan Anayasa ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlarla çelişiyor. Anayasa’da bulunan “Suçların ve Cezaların Kanuniliği İlkesi” kanunların açık ve belirli olmasını öngörmüştür. “Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşleme” diye adlandırılan kısımda “Örgüt Adına İşlenen Suç” kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmuyor veya bu konuda fiiller arasında bir ayrım da yapılmıyor. Bu konuda ikinci soruda belirtildiği gibi Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı da bulunmasına rağmen, Anayasa ve Anayasa Mahkemesi’nin kararları görmezden geliniyor ve kişiler son derece ağır bir itham ve ceza öngören bir suçun kapsamı, ölçütleri belirsiz olacak biçimde tekrar genişliyor.
Yine Anayasa’ya aykırı biçimde yasalaşan bir diğer durum da devlete karşı açılacak tazminat davalarında yetkinin mahkemelerden alınıp, Adalet Bakanlığına bağlı Tazminat Komisyonuna devredilmesi hususudur. Tazminat Komisyonu gibi komisyonlar, olağanüstü hallerde geçici süreliğine kurulup sonlandırılabilecek komisyonlardır. Bağımsız yargı makamının yetkisini, tamamen bir Tazminat Komisyonuna devretmek yargı yetkisinin devri anlamına gelmektedir. Bu husus Anayasa’da belirtilen yargı bağımsızlığına aykırıdır. AİHM’in bu tür tazminat komisyonlarının kararlarıyla ilgili bağımsızlık unsuru yönünden verdiği ihlal kararları bulunmaktadır. Tazminat komisyonları yargı mercii olarak kabul edilmedikleri için vekalet ücretine hükmedemiyorlar ve bu durum avukatla başvuruyu kısıtlar bir nitelik arz ediyor. Bu durum doğal olarak Anayasal bir hak olan Etkili Başvuru Hakkını da kısıtlar mahiyette.
Yeni Demokrasi: Katkılarınız için teşekkür ederiz.