[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
İnsan tabiatı anlama, değerlendirme ve değiştirme yetisine sahiptir ve tabiatın bilincine varma kapasitesi vardır. Bu bilişsel özellikler bilgi-birikimi doğurur, bilgi-birikim ise nesiller boyunca aktarılır. İnsan bilinci de maddenin bir ürünü olarak madde ile benzer dönüşüm süreçlerine sahiptir. Madde gibi evrilir, gelişir ve değişir. Farkında olmak veya bilinç edinmek, beraberinde dönüştürme ve koşulları ihtiyaçlara göre biçimlendirme olanağını yaratır. Bu da bilme arzusunu artırır. Bilgi, insanın pratik süreçlerden edindiği çıkarım ve tecrübelerdir. Tabiat karşısında ihtiyaçların ve çelişkinin sınırsız oluşu, bilgilerin çıkarımlara, yeni pratiklere dönüşmesini ve daha derin bilgilere erişilmesini beraberinde getirir. “Ama eğer daha sonra düşünce ile bilincin ne oldukları ve nereden geldikleri sorulursa, bunların insan beyninin ürünü oldukları ve insanın da doğanın, çevresi içinde ve çevresi ile birlikte gelişen bir ürününden başka bir şey olmadığı görülür.” (Engels, Anti Dühring)
Çelişkinin sonsuz oluşu, bilgi-bilimsel birikimin de sürekli olarak gelişmesine ve insan yaşamının da bu bilgi-bilimsel sonuçlar ekseninde şekillenmesine olanak verir. Bu birikimin ürünleri, her durumda toplumsal yarar gözetir denilemeyecektir, uzun vadede insanlığın zararına olacak bir yön de izleyebilir. Bugün bilimsel gelişimin ürünleri sömürücü ve talancı sınıfların ellerindedir. Dolayısı ile bilimin ürünleri sömürü ve talanı palazlandırmak için kullanılır. Ezilenlere kalan ise daha ağır yaşam koşulları ve ızdıraptır. Egemenler bilimi kendi sınıfsal çıkarları ekseninde yönlendirirken ezilenlerin bilimin ürünlerinden ve bilimsel yöntemden uzaklaşmasını sağlar. Gerçeği olabildiğince çarpıtır, gölgeler ve manipüle eder. Bunu yaparken de en önemli silahları, insanların dünya görüşlerini gerçek ile temas edemeyecek biçimde şekillendirmektir. Burada devreye idealizm girmektedir. Çeşitli araçlar ve yöntemlerle insanların daha fazla idealizm batağına saplanması hedeflenir ve insanlar birer uyurgezere dönüştürülmeye çalışılır. İdealizm güçlü bir zehirdir. Bu zehir insanlığın gerçek ile olan bağlarının zayıflamasına yol açar ve kendi çıkarlarının bilincinde olmasını güçleştirir.
Toplum içerisinde sözde bilimler de esasta bu amaca hizmet eder. Bunlar tümüyle idealizmin ürünleridir. Bu idealist akımlar, zaman zaman popüler hale de gelir. Bugün bu popüler akımlardan biri numerolojidir. Numeroloji de bir tür okültik (bazı bilgilerin bilimsel olmayan mistik yöntemler ile edinilmesinin mümkün olduğunu iddia eden bir çeşit metafizik yöntem) akımdır.
Numeroloji çok kaba bir tanım ile evrenin gizli sırlarının sayılarda gizli olduğunu, sayısal bir düzen barındırdığını ve tabiatın tüm davranışlarının bu sayısal düzene dayandığını iddia eder.
Numerolojiye göre tabiatın bu düzeninden ötürü, herhangi bir tesadüften bahsedilemez. Her olay ve fenomen, gizli deterministik ve numerolojik yasaların ürünüdür. Bu yasalar aracılığı ile evrendeki tüm olaylar açıklanabilir, tahmin edilebilir veya öngörülebilir. Evrenin sayılarda gizli olan bu düzeninde insan yaşamı da bu yasalara tabidir, numerolojide insanın geleceği, bu gizli yasaların yardımı ile bilinebilir.
Öyleyse sayı nedir, saklı bir gizemin ifadesi midir?
SAYILAR VE MATEMATİK, FENOMENLERİN VE OLGULARIN SOYUTLANARAK HESAPLANMASIDIR
Sayı, bir ölçüm yapılmasını veya miktarın anlaşılmasını sağlayan birimdir. İhtiyaçları tanımlamak için ortaya çıkar, toplumsal yaşamda ise ihtiyaçların çeşitli ölçümlerinin yapılabilmesinin yolu sayılardan geçer.
İlk çağlarda kabileye yetebilecek avın veya sebzenin miktarı, tehlikelerin boyutu, olaylar arasındaki dizilimin anlaşılabilmesinin yolu veya iş bölümünün oluşumu gibi birçok zorunlu planlamanın yapılabilmesi için ortak bir ölçü ve iletişim gerekecektir. Sayıların doğumu da toplumsal yaşamın oluşumu ve iletişimin gelişmesi ile ilintilidir.
İlk çağlarda bir, yarım veya birden fazla gibi temel ölçüm birimleri gelişmiştir. Özellikle ilkel dönem insanlarının mağara duvarlarına çizdikleri çentiklerden bunları anlamak mümkün olmuştur. Toplumsal yaşamın gelişmesi ve ihtiyaçların karmaşıklaşması ile sayıların da gelişmesine olan ihtiyaç artmıştır. Toplumsal yaşamın gelişmesi ve toplumsal ihtiyaçların gelişmesi ile yalnızca sayılar gelişmekle kalmamış, bu sayılar yolu ile ortak bir dil, iletişim ve çalışma aracı gelişmiştir. Bu disiplin, matematiktir.
Matematik, olay ve fenomenleri soyutlama ve hesaplama imkânı tanır. Tarımsal faaliyetlerin gelişimi ile şekillerin soyutlanarak hesaplamalar yapılmasına olanak tanıyan geometri de gelişmeye başlamıştır. Bu araç, üretimin ve üretim araçlarının gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Tarlaların selden etkilenme periyodunun kayıtlarının tutulması, yağış ve mevsim periyotlarının hesaplanması ve bunun da takvimlere yol açması gibi sonuçlar ile birlikte günlük hayatta da birçok ihtiyaç matematik ve geometrinin gelişmesini dayatmıştır. Çünkü bu araçların kolaylaştırıcı özelliği o dönemlerde de iyi şekilde bilinmektedir. Sayıların tarihinin on bin yıl öncesine dayanması mümkün görülürken daha gelişkin matematik denklemlerinin ortaya çıkması da oldukça eskidir. Pi sayısının (π) tarihi M.Ö. 2000’li yılları bulmaktadır. π sayısı bir dairenin çevresinin, çapına olan oranıdır. Bu dönemde Akdeniz ve Mezopotamya bölgesinde yer alan topluluklar bu oranın tüm dairelerde aynı olduğunu fark etmişler ve ilk birkaç basamağını hesaplayarak kullanmaya başlamışlardır. Günlük hayatta birçok işimize yarayabilecek bu sabit, günlük üretim araçlarından tarımsal faaliyetlere kadar birçok alanda kullanılmıştır. Diyelim ki dairesel olduğunu bildiğiniz bir arazide tarım yapmanız gerekecek ve bu arazinin alanını bilme ihtiyacınız oluşmuştur. Bu durumda çapını bilmeniz yeterlidir. A=πr^2 (“A” alan sembolüdür, “R” yarıçaptır) formülü size tüm araziyi santim santim gezip de ölçmenize gerek kalmadan sonucu verecektir. Bugün elbette matematik de tıpkı ihtiyaçlarımız gibi daha da karmaşıklaşmıştır. Çünkü matematik, dil gibidir, yeni olaylar karşısında yeni tanımlamalara veya daha basit anlatımlara ihtiyaç duyar. Bu sebeple de sürekli olarak gelişir. Üstte belirttiğimiz alan denklemi bir dönemin ihtiyaçları için yeterli iken 20. yüzyılın başlarına geldiğimizde ise bilgi-bilimin geldiği evre itibarıyla daha derin sorulara daha gelişkin denklemler gerekmiştir.
Tüm bunlar ekseninde şöyle bir soru sorabiliriz. Her olgu ve fenomenin matematiksel dökümü yapılabilir mi?
Bugün bir atom altı parçacığın olası kuantum durumlarını elde edebileceğimiz denklemlerden, Einstein Alan Denklemleri gibi madde ve uzay-zaman arasındaki ilişkiye dair hesaplamalar yapılmasını olanaklı kılan formüllere kadar çeşitli hesaplama yöntemlerine sahibiz. Ancak bu denklemlerden yola çıkarak ortaya atılan her çözüm her durumda tabiatta bir karşılık bulamamaktadır. Çünkü bu denklemler bir modelleme ve soyutlamadır. Her soyutlamanın bir karşılığı olmayabilir veya aynı anda bir olgu birden fazla soyutlama yöntemi ile de bulunabilir. Bu modellemeler gözlem sürecine tabi tutulur, gözlem karşılık bulduğu anda ise kabul görür. Yani matematik, tabiatın davranışının modellenmesidir. Nasıl ki günlük hayatta tecrübelerimizden yola çıkarak belirli öngörüler yapabilmekteyiz matematikte de ispatlanmış teoremler ile yeni olası modellemeler yapılabilmektedir. Gerçeklik ile örtüşenler ise kullanıma alınmaktadır.
Örneğin dikdörtgenin alanı, uzun kenar ile kısa kenarın çarpımına eşittir. A=a.b olarak formüle edilir. Herhangi bir dikdörtgende yapacağınız gözlem, bu formülün sonucunu doğrulayacaktır. Bu sebeple de bu formülü bilimsel olarak kullanmanızda bir sorun olmayacaktır.
Peki numeroloji hangi yöntemleri kullanır, bu yöntemlerin ispatı mümkün müdür?
HER ŞEY SAYILARDA MI GİZLİDİR?
Numeroloji eski çağlardan beri toplumun rasyonel ve bilimsel olmasa da tabiatı yorumlama uğraşlarından biri olmuştur. Numerologlar bu uğraşlarını da Latince “Omnia in numeris sita sunt” yani “Her şey sayılarda gizlidir.” cümlesi ile özetlemektedirler. Bu akımın birçok versiyonunun uygulama alanı, her olgunun sayısal bir gizemi olduğu gibi büyük bir iddia yanında zıt bir şekilde çok karmaşık bir matematik gerektirmez. Maksimum iki haneli sayıların basit toplama işlemine hâkim olmak yeterlidir.
Bu akıma göre, her rakam bir özelliği temsil eder. Yalnızca 9 rakam kullanılır, çünkü hiçbir rakamın kendi içinde toplamı sıfıra eşit olamaz. Bu sebeple toplama işlemi kullanıldığı için sıfırı dıştalar.
Örneğin elimizde 9 insan özelliği var. Bu özellikler 1 ve 9 arasındaki rakamlar arasında dağıtılır. Sizin rakamınız ise isminizden ya da doğum tarihinizden yola çıkarak bulunur. Her rakam aynı zamanda alfabede bazı harflere denk gelir. Siz de isminizin tüm harflerini bu rakamlara göre kodlarsınız, ortaya çıkan sayıları kendi içinde tekrar tekrar toplayarak tek bir rakam elde edene kadar devam edersiniz. Elde ettiğiniz rakamın karşılık geldiği özellikler, numerolojiye göre sizin kişilik özelliğinizdir. Ayrıca yine rakamlara geleceğe dair tahminler eklemlenerek benzer şekilde gelecek öngörüleri de yapılmaktadır.
Peki gerçekten evrenin sayısal bir gizemi var mıdır?
“Saymak için, sayılacak şeylerin varlığı yetmez, ayrıca bunları sayıları dışındaki bütün öbür niteliklerden soyutlayarak göz önüne alabilme yetisi de gereklidir ve bu yeti deneyim üzerine kurulu uzun bir tarihsel gelişimin sonucudur.” (Engels-Anti Dühring)
Engels’in de belirttiği gibi sayılar ve matematik kendiliğinden varlıklara has bir nitel olgu değildir, bir soyutlamanın ürünüdür. Yani insan zihninin bir aktivitesidir. Yine Engels’in değinisi ile “Hatta, matematik büyüklükler görünüşte birbiri içinden çıksalar bile bu onların a priori (insan bilincinin faaliyetlerinden bağımsız, başından beri bilinçten bağımsız olarak) kökenlerini değil, sadece ussal bağlantılarını tanıtlar.”
Bugün ihtiyacımız olması halinde bir büyüklüğü veya yeni bir ölçümü basitleştirmek adına bir sembol ile tanımlayabiliriz. Bu durum, o olgunun ve gerçeğin yalnızca bizim düşünsel faaliyetlerimizde kolaylaştırıcı bir faktör olarak kullanılmasına yarar sağlar. Ayrıca bu faktör gözlemlenmiş bir gerçekten yola çıkılarak inşa edilmiş olmalıdır.
Numerolojide ise bu biçimde bir kaygı yoktur, ispat yükümlülüğü taşımaz. Bu tüm sözde bilimlerin ortak özelliklerinden biridir. Gerçek ile temas etme gibi bir hedefi bulunmaz. Çünkü varlıklarını mistizme borçludurlar. Bu gibi genellemeler, insan hayatı ile ilgili somut temellere dayanan öngörülerde bulunamazlar.
Kuvvetli fizik teorileri dahi tabiat yasalarına dair sözde bilimler kadar keskin uçlu cevaplar vermezler. Ayrıca bugün defalarca gözlem ve deney süreçlerinde sınanmış birçok teori, deterministik yorumlara da mahal bırakmamaktadır. Örneğin Schrödinger denklemleri, ikinci dereceden bir diferansiyel denklemidir. Bir dalga fonksiyon olarak belirlenmiş momentumda, bir parçacığın yalnızca bulunması olası yerlerin olasılık dağılımını verir. Atom altı parçacıkların tabiatları gereği aynı anda konum ve momentumlarının bilinmesinin mümkün olmaması sebebi ile (belirsizlik ilkesi), matematik de bu gerçekliğin yansıması olarak bir olasılık dağılımını belirtir. Yani numerolojide olduğu gibi determinist çalışmaz. Çünkü gerçekten yola çıkar, gerçeği ispat yükümlülüğü taşır.
Evrenin veya insan yaşamının sayısal bir gizemi yoktur. Olgu ve fenomenleri sayılar yerine farklı semboller ile de açıklamak mümkün olabilir. Örneğin bir çokluğu belirtmek için sayılar yerine hiyeroglifler de kullanılabilir.
Numeroloji, astroloji, tüm dinler, büyücülük, falcılık tüm bu akımların kökeni aynıdır. Dönemsel olarak popüler hale gelmelerinin sebebi ise, insanlara zorlu ve ızdıraplı yaşam koşulları dayatıldığı süreçlerde oldukça cazip ve kullanışlı olmalarıdır. Böylece ağır yaşam koşulları içerisinde, kendilerini ızdıraba mahkûm eden egemen sınıflar ezilenlerin hedefi olmaktan uzaklaşır. Çünkü toplum böylece, kurtuluşun kendi avuçlarında saklı olduğunun bilincine eremez. Kendilerine sistem tarafından kanıksattırılmış dünya görüşü yani idealizm buna müsaade etmez. Sözde bilimlerin determinist yapıları, kaderci yorumlara elverişlidir. Bu akımları takip edenler de değişimin zorunluluğundan ve kudretin kendi bilinçli eylemlerinde saklı olduğu gerçeğinden uzaklaşır. Bugün olduğu gibi dünya çapında egemen gerici sınıfların dalaşının, talan ve sömürünün dozunu artırdığı dönemlerde kimi zaman uzaylı komplo teorileri, kimi zaman antik teknolojiler, kimi zaman ise astroloji ve numeroloji gibi sahte bilimlerin türediğini görmek mümkündür. Bilimin ürünlerinin egemen sınıfların tekelinde oluşu ve bilgi-bilimsel sonuçların da egemen sınıflar tarafından sahte bilimler aracılığı ile deforme edilerek halka ulaştırılıyor olması boşuna değildir. Bunun sebebi, sömürü ve talan düzeninin sürekliliğini sağlamaktır, ezilenlerin bilinçli kurtuluş mücadelesine tutunmasını engellemektir. Bu sebeple de gerçek kurtuluş bilinci ancak bir mücadelenin ürünü olarak kazanılabilir. Egemen sınıfların ideolojik bombardımanı altındaki ezilen kitlelerde kendiliğinden oluşması beklenemeyecektir.