[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Türkiye yoğun bir süreç içinde. Bir yanda deprem ve selin felaketi öte yandan ekonomik kriz, bir yanda seçim öte yanda ittifaklar… Bu yoğunluk içerisinde dikkatimizi çeken bir durum var. Egemen sınıflar hiç kullanmadıkları kadar halk kavramını kullanır oldular. İki kelimelerinden birinin halk olması, burjuva feodal iktidar için tehlike çanlarının çaldığı anlamı taşıyor. AKP politikalarının yarattığı ekonomik ve siyasi çöküntünün deprem ve sel felaketiyle birleşmesi halkın öfkesinin düzen dışına çıkma olasılığını güçlendirdiğinden egemenler yüzlerini halka daha çok döndürdüler. Bu ilgi hiç de hayra alamet değildir. “Ayaklar baş olmaz” diyenlerin ağzından artık daha çok halk lafı çıkıyor. Bu durumda halk nedir, kimler halk kapsamına girer, egemen sınıflarla halk arasında uzlaşma mümkün mü diye sormak süreç bakımından yerinde olacaktır.
Halk kavramı yaygın olarak “bir ülke sınırları içinde yaşayan insanların tümü” şeklinde bilinir, kullanılır. Bu tanım kavramın sınıfsallığını ve sınıfsal çelişkinin varlığını ortadan kaldırır, burjuva olana bir “aidiyet” ve burjuva olanda “bütünleşme” yaratır. Bu egemen sınıfların işine gelen bir yanılsamadır. Halk bir ülke sınırları içinde yaşayan farklı ulus, azınlık ve dini gruplardan oluşan, egemen sınıflarca ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan, çıkarı devrimden yana olan sınıf ve kesimlerden oluşur.
Bu anlamıyla halk sınıfsal bir kavramdır. Toplumun sınıflara ayrışmasıyla birlikte halk, üreten ve ezilen kesimi oluşturur, sömüren ve ezen sınıfın karşısında yer alır. Üretim süreçleri ve üretim araçlarıyla kurulu ilişkiler daha baştan halkla egemen sınıfları ayırır. Maddi üretim süeçlerinde artık ürüne el koyan, iktisadi ve siyasi olarak egemen olan, varsıl ve erk sahibi olanla emek sahibi kesimler ayrışır.
Bu ayrışmadan sonra halk üreten kesimi, artık ürünü gasp edenler ise ezen/hâkim olan kesimi ifade eder. Sınıflı toplumlarda egemen sınıflarca, ekonomik ve siyasi (ulusal, dinsel, cinsel vb.) baskı altında tutulan ezilen sınıf ve kesimler devrimden çıkarı olan kesim halk kavramı ile tanımlanır. Ezen sınıflar bu kavramın dışında kalır.
Sınıflı toplum gerçekliğinde halkın konumu hangi sınıfın egemen olduğuna göre değişir. Kapitalizmde iş gücünü satmak zorunda bırakılan insan yığınının emeği metadır. Bu metanın değeri yaşamın sürmesi ve üretilmesi için gerekli emek zamana göre belirlenir. Bu aynı zamanda asgari ücreti belirler. Sermaye karşısında halk artı değer üreten ve artı değer üretmek için emek gücü sağlayan yığındır. Bunun dışında bir anlam taşımaz. Sermaye açısından halkın tek misyonu, üretim alanlarında bir makine gibi çalışmasıdır. Üretim alanı dışında bir değer taşımayan, özneliği yok sayılarak nesneleştirilen iş gücü yığınının “özgür iradesi” de yoktur. Kapitalizmin halka bahşettiği özgürlük sadece emek gücünü satma özgürlüğüdür. Bu yok sayma doğrudan siyasi alana da yansıtılır. “Cumhuriyet”, “demokrasi”, “eşitlik”, “özgürlük” gibi söylemlerle halkın yönetimde “söz hakkı” olduğu yanılsaması yaratılır. İradesi yok sayılan bu söylemlerle var sayılıyormuş gibi gösterilir. Seçme ve seçilme hakkının tanınması bunun en bariz örneklerinden biridir.
Türk egemen sınıflarının esas gündemi 14 Mayıs’ta yapılacak olan seçimler. Halkın “özgürce” oy kullanacağı bir seçim gerçekleşecek. Öz itibariyle bu seçimi diğerlerinden farklı kılan bir özgünlük yoktur. Egemen sınıf klikleri arasındaki çelişkinin ayyuka çıkması, yüzde 51 oy oranına ulaşma zorunluluğu, muhafazakâr/laik-seküler çatışması bunu değiştirmiyor. Moda tabirle “AKP faşizminin” yıkılıp yerine CHP faşizminin geçmesi halk bakımından önemli bir fark değildir. Burjuva feodal düzende seçim, Lenin’in vurgusuyla emekçi halkı kimin sömüreceğine verilen karardır. Egemen sınıfların önemsediği bir diğer husus da seçimin kitleler nazarında sömürü düzenine “razı” eden, düzen dışına çıkmalarını engelleyen bir misyonu yerine getirmesidir. Altını çizmek gerekir ki egemen klikler arasındaki çelişkinin derinliği kadar ayrışmalarına karşın halkı düzen içinde tutup özgür iradelerini düzenin devamlılığı için kullanmalarını sağlamakta ortaklaşmalarıdır. Umursadıkları halk ve onların tercihlerinden çok burjuva feodal iktidarın sürekliliğidir. Bu nedenle halk derken bir halk daha çıkar ağızlarından. Amaç hasıl olduğunda “baş üstünde” olan halk birden “ayak takımı” olup çıkar. Bu ikiyüzlü tavır egemenlerin sınıf karakterinden gelir.
2023 seçimlerini kazanmak ve devlet erkine sahip olmak isteyen klikler, halkın değiştirici-dönüştürücü gücünü kendi çıkarları için kullanma çabası içinde. Hem AKP-MHP vd. hem de CHP-İyi Parti vd. kendi çıkarlarını halkın çıkarıymış gibi göstermeye çalışıyor. Her iki klik de 14 Mayıs’ı milad gösterip yüzde 51 oy oranını varlık-yokluk, tamam-devam sorunu olarak ortaya koyuyor. Kitlelere başka alternatifin olmadığı propagandası yapılıyor. Halka, muhafazakâr/laik-seküler kutuplaşmasında kendi arkalarında hizalanması gerektiği dayatılıyor. Fakat gerçek şu ki egemen klikler arasındaki karşıtlık bir düzen karşıtlığı değildir. Politik arenada yaratılan karşıtlık üzerinden, burjuvazinin kirli siyaset tarzıyla, klikler halkı kendi safına çekmeye çalışıyor. Her biri halkı kendisinin temsil ettiğini, halktan biri ve onların menfaatini düşünen biri olduğunu “en nadide” cümlelerle söyleyip duruyor. Öyle ki kurulan ittifakların ismi dahi özenle seçilmiştir. Cumhur İttifakı’ndaki “cumhur” halk demektir. Millet İttifakı’ndaki “millet” de esas olarak halkı ifade etmektedir. Kuşkusuz ki tabelaya “halk” yazılınca halktan biri olunmuyor. Kaldı ki amaç halktan biri olmak değil, onlardan biriymiş gibi gözüküp halkın müesses nizama harfiyen uymasını sağlamaktır. Egemen sınıfların ilgisine mazhar olan bundan ilerisi değildir…
Marx, “Egemen düşünce, egemen sınıfın düşüncesidir.” der. Egemenler halkın kendi düşüncesi etrafında toplanmasını, buna göre şekillenmesini, sömürü düzenini bir doğa yasası gibi kabul etmesini ister. Bunu ideolojik, siyasi ve kültürel tahakküm araçlarıyla bilfiil yerine getirir. Halk dört bir koldan abluka altına alınır. Tüm saldırılara karşı meşru hakkını kullanıp isyan eden halk devletin ordu, polis, hapishane zoruyla bastırılır, susturulur, ezilir. Burjuvazinin güçsüz olduğu yarı sömürge yarı feodal ülkelerde ideolojik tahakküm ve devlet zoru en katı biçimiyle uygulanır. Halkın, iktidarı bir doğa yasası gibi benimsemesi böyle sağlanır.
Egemen sınıfların “ayak takımı” dediği halktan bu derece korkması, halkın ezilen sınıf ve kesim olması nedeniyle devrimci bir değiştirici-dönüştürücü gücünün olmasıdır. Bundandır ki halk “ikna” ve zor yoluyla zapturapt altına alınır. Fakat bunun sonsuza dek sürmesi söz konusu değildir. Kitlelerin sömürü düzenine karşı öfkesi bir kez maddi güce dönüştüğünde tüm bozkırın da tutuşup (Mao) sarayların, saltanatların, tüm gerici, çağ dışı burjuva iktidarların tarih olduğu hafızalardan silinmiş değil. Lenin “devrim kitlelerin eseridir” derken tam da buna, halkın devrimci rolüne vurgu yapmaktadır. Egemen sınıflar halkın devrimci yanının açığa çıkmaması için kırk takla atabilirler. Sınıfsal olarak birbiriyle uzlaşmaz karşıtlık içinde olanlar nihai koşulda yan yana gelmez. Korkunun ecele faydası yok. Tarihsel olarak devrimci olan kesim ezen sınıfı kendi zor araçlarıyla tarihe karıştırır. Zira “Halk, yalnız halk dünya tarihinin itici gücü ve yaratıcısıdır.” (Mao)
Bir Yeni Demokrasi Okuru