[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]
En yaratıcı kesim olan gençlik, tarih boyunca toplumun devindirici motorunun işlemesinde etkin bir role sahip olmuştur. Toplumun diğer kesimlerine nazaran halk gençliği durağan, basmakalıp fikirlere sahip bir kesim değildir. Toplumsal yapıda meydana gelen bütün değişimlerden en derinden etkilenen kesim olmuştur. Halk gençliği bulunduğu yaş aralığı itibarıyla yeni olana ve değişime açıktır. “Ağaç yaşken eğilir” misali halk gençliği gerici, tutucu fikirlerle de kolayca eğitilebilirken dünyayı temellerinden sarsaracak devrimci fikirlerle de eğitilebilirler. Genç bireyler yaşadıkları toplumsal koşullarda biçimlenmektedirler. Halk gençliği toplumun kültürel değer yargılarıyla, gelenekleriyle, gerici ve ilerici yanlarıyla yaşarken yoğun psikolojik ve fizyolojik etkilenimler her birinin kişiliğini oluşturmaktadır. Onlara sirayet eden farklı fikirlerin, topluma hâkim fikirlerle yeni fikirlerin sosyal pratik içerisinde çatışması genç bireylerde daha canlı ve yoğun olacaktır. Bu çatışma ve özellikle yeni fikirlere olan açıklığı onu devrimci, toplumun devindirici gücü olmaya itmektedir. Tersi şekilde halk gençliğinin bilincini karartıp onu gerici, faşist, karşı devrimci pratiklere sokmak da egemenlerin amacıdır.
DOLU DİZGİN ARAYIŞ
Gençler dönüşüm ve gelişim sürecinde kimlik arayışı içerisine girerler. Genç bir birey kendini idol seçtiği kişilere benzetmeye çalışır. Patron, beyaz yakalı, mafya lideri hatta tetikçisi, oyuncu, müzisyen, devrimci… Kendilerini idealize ettikleri kesime yaklaştırırken bulundukları ortamda da farklı kılmaya, göstermeye çalışırlar. Bu döneminde genç biri kişiliğini idole benzemek ve çevreden farklılaştırmak üzerine kurmaktadır. Benzeme ve farklılaşma süreci günümüzde yoğun olarak medya, filmler, kitaplar, müzikler üzerinden gerçekleşebilmektedir. İdol alınan kişilere olan özenti ve hayranlık özünde taklit etmeyi barındırmaktadır. Bireyin gelişimi bakımından taklit bir yere kadar olumluyken kimlerin ve hangi özelliklerinin taklit edildiğiyse asıl sorunu oluşturmaktadır. Kısacası gençlerin kim olduklarına, onlar için neyin anlamlı olduğuna, nasıl yaşayacaklarına dair benimsedikleri anlayışlar onların kimliğini oluşturmaktadır. Bu süreçteki en önemli etkenlerden birisi dış koşulların ya da üst yapı araçlarının genç birey üzerindeki etkileridir.
SANAL ÂLEMDE GENÇLİK
Sanal medya ürettiği içeriklerle doğrudan insan zihnini etkisi altına alan, düşünce ve kamuoyu oluşturan bir mekanizmadır. Her yıl daha da artan ve arttıkça daha küçük yaşlardakilere ulaşan sanal medyanın yaygınlık hali gençlerin karakterlerini, değerlerini, ideallerini ciddi anlamda etkilemektedir. Egemenlerin empoze etmeye çalıştığı fikirler gençlerin düşün dünyasını biçimlendirmekte ve bu fikirler pratik yaşamlarını belirlemektedir. Egemenler böylece gençliğin algısını, davranışlarını, yaşam tarzlarını, değerlerini, ideallerini belirlemektedir. Bu belirleme gücü ve etkinliği her zaman genel hatlarıyla gençliği depolitize edecek, bireycileştirecek, bireysel olana yoğunlaştıracak, genç bireyi kendine ve topluma yabancılaştıracak şekilde olmaktadır. Örneğin sinema sektörü, yaratılmış güzellik ve değerler algısına “uygun” kişiler üzerinden gençliği uyuşturucu, mafyatik despotizmin ve günlük çıkarların hâkim olduğu yoz bir yaşam kültürünün içine çekmektedir. Toplumsal değerlerden uzak olma, topluma yabancılaşma ve geçici, çıkarcı ve yapay ilişkiler genç bireyi toplumdan soyutlamaktadır. Soyutlanmanın doğal sonuçları olan bağımlılık, depresyon, psikolojik sorunlar, iletişimsizlik, gerçeklerden kopukluk gibi gençliği daha çok içine kapanık kılan ve sistem içinde debelenip duran “zararsız” kimselere dönüştürmektedir.
Gerçek yaşamdan soyutlanan gençler popüler kültürün yarattığı yaşam tarzına, insan profiline, güzellik algısına uygun düşmek kaygısıyla sanal medyaya daha çok sarılmaktalar. Egemenlerin “olması gereken” şeklinde sunduğu yaşamı dünyada gerçekleştiremeyen gençlik bu yaşamı sanal dünyasında göstermelik, sürekli mutlu ve dertsiz imajlarla, paylaşımlarla gerçekleştirmektedir. Paylaşıma gösterilen ilgi kişiyi hem tatmin hem de “var” etmektedir. Sanal âlemdeki mükemmel, kusursuz, dertsiz ve hep yalnızca başarıları, kazançları ön plana çıkaran içerikler insan psikolojisini oldukça kötü etkilemektedir. Yaşamın gerçekleriyle, insan hayatını ilgilendiren asıl sorunlara ilgisiz, yaşam içerisindeki doğal kusurlardan, başarısızlıklardan bahsetmeyen sanal yaşam bireyin psikolojik dengesini bozmakta ve onu “bedeni gerçek dünyada fakat zihni sanal dünyada” bir soyutlanmışlığa itmektedir.
GENÇLİKTE POPÜLER KÜLTÜR
“Popüler kültür” Orta Çağ’da halka ait olan, halk tarafından seçilen ve sevilen anlamlarında kullanılmaktaydı. Kapitalizmin ortaya çıkıp gelişmesine paralel bir şekilde halkın sevdiği ve keyif aldığı kültür piyasalaşmıştır. Böylece halka ait anlamında olan popüler kültür egemenlerin elinde bir sektör haline gelmiştir ve tüketim amaçlarına uygun kullanılmaktadır. Tüketime endeksli popüler kültür sürekli yeni imajlar, moda ve akımlar üretmektedir. Süreklileşen bu yeniliklere toplumlarda en kısa zamanda ve güçlü bir biçimde uyum sağlayabilen kesim gençliktir, dolayısıyla popüler kültürün en fazla etkilediği kesim de gençliktir. Popüler kültürün yarattığı ve sanal medya, televizyon araçlarıyla gençliğe ulaşan yeni imge ve imajlar onların hayallerini “satın almaktadır.” İdealize edilen yaşam, kültür, gelecek hayali gündelik hayatın kültürü haline gelmiş popüler kültür tarafından şekillendirilmektedir. Artık halk ile hiçbir ilişkisi olmayan ve tamamen emperyalist kapitalist sistemle uyumlu halde olan popüler kültür gençliği depolitize etmektedir. Eskiden daha çok halkın acılarını, dertlerini anlatan “popüler kültür” toplumsallık barındırarak, insanları gerçekler hakkında farkında kılarak politize ediyordu. Bugün ise daha çok bireysel zevklerin, günlük çıkarların, paranın, uyuşturucunun anlatıldığı popüler kültür gençliği ideolojik olarak yozlaştırmanın ve sisteme yedeklemenin en etkili araçlarındandır. Elbette bunda toplumsal mücadele koşullarının değişimine paralel devrimci hareketin zayıflamasının payı vardır, ne var ki buna iletişim araçlarındaki muazzam gelişmeyi de eklemek zorundayız. Bugün kitlelerin bilincinin belirlenmesinde ve daha çok da bulandırılmasında çok güçlü araçlarla kuşatıldığımız bir gerçekliktir. Bunun dezavantaj kadar avantaj da içerdiğini kuşkusuz ihmal etmemek gerek.
Popüler kültür dediğimizde bugün insanları ve özellikle gençliği etkileyen modadan bahsedebiliriz. Moda anlayışının başlangıcıyla ile ilgili kabul edilen en genel görüş Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali’dir. Bu süreç başka bir deyişle kapitalizmin topluma egemen olmaya başladığı süreçtir. Genel olarak moda, “giysi alanının konusu” olarak algılansa da aslında toplumsal her türlü olguyu kapsar. Genel olarak modayı insanın günlük yaşamındaki pratikleriyle, diliyle, giyimiyle, ideolojisiyle, kültürel ve sanatsal faaliyetleriyle ilişkilendirebiliriz. Giyimden dile, yaşam tarzından sanatsal faaliyetlere uzun bir yelpaze boyunca egemenler birçok araçla gençler arasında moda yaratmaktadır. Moda her şeyden önce bir taklittir. Taklit yoluyla gençler sosyal çevrelere kendilerini kabul ettirmeyi ve böylece kendilerini var etmeye eğilimlidirler, onların fikir dünyasındaki yukarıda konu ettiğimiz çatışmalar böyle düşünmelerine olanak verir. Egemenlerin yarattığı ve gençlerin idealize ettikleri, hayalini kurdukları kişilikler, kimlikler ve yaşam tarzlarına gençler modayı taklit etme yoluyla yaklaşmaya çalışırlar. Rahatsız oldukları veya kendilerini içten içe rahatsız eden sosyal ve sınıfsal farklılıkları bu şekilde azaltmaya çalışırlar.
Sosyolojik olarak moda toplumun alt kesimindeki insanların aynı toplumun üst kesimlerindeki insanları taklit etmesidir. Bu durum aynı kesimdeki insanları benzeştirirken onları zengin, burjuva sınıfından da ayırmaktadır. Çünkü moda olgusu burjuvazinin kendini emekçi, yoksul kimselerden ayırmasıdır. Kapitalizm burjuva yaşamı, giyim tarzını, kültürünü de moda biçiminde satmaktadır. Ne zaman ki küçük burjuva, emekçi kesim arasında güncel moda yaygınlaşır burjuvazi kendine yeni moda belirler ve bu döngü böyle devam eder.
Moda sürekli bir devinim içerisindedir. Herhangi bir zamanda çıkar, gelişir, biter ve kendini tekrardan gösterir. Modanın amacı yararlı olmak değil farklı olmaktır. Elbette yararlılığı da farklılık yaratmak amacına uygun kullanır. Esas olan farklılık yaratmaktır. Kalıplara sığmak istemeyen sürekli farklılaşma eğilimi taşıyan gençlik moda ya da daha genel anlamda popüler kültür aracılığıyla yaşamında fark yaratmaya çalışmaktadır. Popüler kültürle iç içe olmak, modaya uyum sağlamak gençlerin bugüne ait olmak için yaptıkları eylemlerdir. Bunların pekâlâ farkında olan egemenler, gençliğin bilincini ve yaşamını popüler kültür üzerinden etkili şekilde yönlendirmektedir.
GENÇLİK VE ALT KÜLTÜR
Gençler içinde bulundukları toplumdan kaçınılmaz olarak etkilenirler ve aynı zamanda farklılaşırlar. Yaşadıkları toplumun değerlerini, geleneklerini öğrenen gençlik aynı zamanda kendini toplumun öteki kesimlerinden ayıran dönem dönem farklılık gösteren bir alt kültür oluştururlar. Toplumun tek düze, durağan, kalıplaşmış ve baskıcı anlayışı gençleri kültürel bakımdan daha farklı davranmaya itmektedir. Genel kültürün özgün bir özellik kazandığı alt kültürde gençlerin konuşma ve davranış biçimleri, giyimleri ve eğlence anlayışları gibi birçok konuda toplumda “özerklik” kazandığını görürüz. Bu durum gençliğin sürekli haldeki değişimin temposuna ayak uydurması, durağan olmaması, anlaşılmadığı yargısıyla ya da küçümsendiği algısıyla toplumun geneliyle çatışması, bireysel bağımsızlık mücadelesi içerisinde olmasıyla açıklanabilir.
Gençliğin oluşturduğu bu alt kültürler özgün tarzları ve muhalif özellikler barındırmaktadır. Gençliğin toplumun devindirici motor gücünün işlemesindeki etkin rolü de bundan kaynaklanmaktadır. Fakat gençliğin bu özellikleri devrimci fikirlerle buluşmadığında egemenler tarafından tüketime sunulan bir kültüre dönüşmektedir. Popüler kültürün bir parçası haline getirilmiş gençliğin kendine has bu özellikleri muhaliflikten arındırılmış veya muhalifliği düzen içerisine sıkıştırılmış, politik kimlikten uzak bir gençlik imajı ve eğlence sembolü olarak sanal medyada tüketime sunulmaktadır.
İDEOLOJİK SAVAŞ ALTINDA GENÇLİK
Gençler kendi dönemine içkin bir özellik olarak her zaman genelden farklılaşma eğilimine sahiptirler. Farklılaşma sürecinde ise egemen kültür ve toplum tarafından kendisine dayatılan kişiliklere benzemeye, yaşam biçimlerine uymaya çalışırlar. Gençliğin devrimci fikirlerle buluşturulmadığı her boşluk burjuva, yoz fikirlerle doldurulmaktadır. Devrimci dalganın yükseldiği, örgütlü mücadelenin büyüdüğü koşullarda gençliğin devrime bütün cesaretiyle katıldığı bir gerçektir.
Gençlik, bunca popüler kültür bombardımanı, kapitalizm tarafından dayatılan soyut, idealize edilmiş kişilikler, profiller, yaşam tarzları karşısında kendini sonuçta ve çoğunlukla bulamamaktadır. Dünyada “sefilleştikçe” sanal dünyasına çekilmektedir. Popüler kültürün dayattığı filmler, kitaplar, müzikler üzerinden kişilik, kimlik oturtmaya çalışan gençlik edindiği eklektik özelliklerle kendini sosyal çevresinde “tam anlamıyla” var edememektedir. Bu durum karşımıza genç bireyin sanal medyada çizdiği profil ve aktifliğine rağmen gerçek yaşamda asosyalliği olarak çıkmaktadır.
“Toplumda iktidar kimin elindeyse toplumsal bilinç, onun istek ve arzuları doğrultusunda biçimlendirilir” diyordu Marks. Tüketim toplumu ve kültürü yaratan kapitalizm, gençliği de depolitize etmek, onları ve onların özelliklerini tüketim kültürünün bir parçası haline getirmek ve böylece onları kontrol altında, düzenin “serin sularında” tutmak için ideolojik savaşını hiç bırakmamaktadır…
Egemen kültür etkisi altında olan gençliği popüler kültür olgusu etrafında değerlendirdik. Yazının devamında egemen kültürün etkilerini düzenin vazgeçilmez parçası olan tüketim kültüründen hareketle ele alacağız. Anlaşılması bakımından ayırdığımız popüler ve tüketim kültürü kavramları aslında iç içe kavramlardır dolayısıyla bu kavramları bir arada kullanacağız.
İnsanlık, tarih boyunca hayatta kalabilmek ve yaşamayı devam ettirebilmek için tüketmiştir. İnsanlığın yalnızca hayatta kalabilmek için tükettiği zamanlarda tüketim fiziksel, basit, yaşamsal ihtiyaçları kapsamaktaydı. Üretim araçlarının ve üretimin gelişimine paralel toplumların da gelişimiyle tüketim sosyal, kültürel ihtiyaçlar, dolayısıyla talepler yaratmış ve bu ihtiyaçlar üretim sürecinin bir parçası olarak yeterli veya yetersiz ama sürekli olarak karşılanmaya çalışılmıştır. Bu hareketin sürekliliği, aynı zamanda sosyal ve kültürel çeşitliliği, karmaşıklığı, toplum içinde de ayrışmaları getirmiş; tüketim, temel insani ihtiyaçları gideren bir olgu olmaktan çıkmıştır. Kimi zaman bir tarz, bir eğlence kimi zaman ise insanların kendini yansıtma şekli olmaktadır. Bu kültür kapitalizmde her bireyi tüketmek zorunda olan birer tüketiciye dönüştürmekte ve bitmeyen bir “ihtiyaç” döngüsü yaratarak tüketiciye bu “ihtiyaçları,” dolayısıyla bu ihtiyaçların giderilmesini, yani harcamayı dayatmaktadır. Tüketici bireylerin gerçek, temel gereksinimlerinden bağımsız bir şekilde egemenler kendi çıkarları doğrultusunda insanları tüketime yöneltmektedirler. Yalnızca ihtiyaçları karşılamak için gerçekleştirilen tüketimin değişmeye başlaması Sanayi Devrimine başka bir ifadeyle kapitalizmin gelişimine denk düşer. Bu konuyu önceki yazımızda moda olgusunun tarihselliğini ve işlevselliğini tartışırken ele almıştık. Yine moda anlayışından ayrı ele alınamayacak fakat anlamayı basitleştirmek adına vurgulayacağımız medya da insanlara “ihtiyaçlar” dayatmaktadır. Medya yoluyla insanların kendilerini sürekli olarak eksik hissetmeleri sağlanmaktadır. Yeterlilik tüketimle ölçülmekte ve maddi şeylerin miktarı “mutluluğu” belirleyebilmektedir. Üretimden kopuk, tüketici varlığıyla gençlik de bombardıman biçiminde propagandası yapılan tüketim kültürünün sıkı bir parçası olmaktadır.
Tüketim kültürünü tartışırken insanları sürekli tüketime teşvik eden ve her şeyi tüketim nesnesine çevirmeye çalışan, bunu genellikle de başaran bir “kültür endüstrisi”nden bahsetmemiz mümkün. Şeyi önce popüler hale getirmek ve bu “şeyi” topluma pazarlamak çok ciddi bir “endüstriyel” çalışma olarak algılanmakta. Pazarlanan “şeyleri” tüketmek her ne kadar son kertede bireyin özgür iradesine bağlı olsa da özgür iradenin sayısız çitle, görselden-sözden kurulmuş yoğun bir ağla sarılı oluşu son kerteyi bağlanmış bir iradeye hapsetmektedir. Dört bir yanımızın sömürü düzeniyle çevrili olduğu, her alanda düzenin ve ona ait şeylerin propagandasının yapıldığı bir yerde gençliğin egemen kültürle olan bağına şaşılmamalıdır. Örneğin popüler kültür türlü şekillerde özgürlük kavramını öne çıkartır ve bu durum kalıplara sığmayı sevmeyen, özgürce yaşamaya yatkın gençliği kendine çeker. “Kültür endüstrisi” tarafından propaganda edilen yanılsamalı özgürlük anlayışı özünde tüketici kesimi düzene daha çok yedeklemektedir ve bu durum da toplumsal değerleri geçici bireysel hazlara alet etmekte ve anlamsızlaştırmaktadır.
Gençlerin kabul görme, beğenilme gibi sosyal ihtiyaçları vardır ve gençler bunları gidermek amacı güderek hareket ederler. Bu, popüler kültür ile doğrudan ilişkili bir hareket halidir. Kültür de yaratan, belirleyen tüketim popüler olanla, dolayısıyla popüler kültür ile iç içedir. Dolayısıyla sanal medya aracılığıyla popüler kültür olarak sunulanlar gençlik dünyasında önemli bir yer edinmektedir. Kimlik arayışı döneminde olan gençler genel olarak eksiklik ve güvensizlik duygusu yaşarlar. Fiziksel görünümleri, konuşma ve giyim tarzları gibi sıralanabilecek birçok konuda kararsızlık yaşayan gençler bu duyguları atlatabilmek adına genel kabul gören anlayışlara yönelirler. Burada da göreceğimiz üzere tüketim nesneleri ihtiyaç olmaktan çıkmış sosyal, kültürel, manevi anlamlar kazanmaya başlamıştır. Böylece karşımıza tüketim kültürü içerisinde semboller ve onlara yüklenmiş çeşitli anlamlar çıkmaktadır.
SEMBOLİK TÜKETİM
Sembolik tüketim, tüketimde belirlenmiş isteklerin ve semboller ile dayatılan anlamların öncelenmesidir diyebiliriz. Mesele yalnızca ürüne sahip olmak değildir ayrıca ürünün taşıdığı anlamla kişiliğin özdeşleştirilmesidir. Piyasaya sürülen ürünlerin fiziksel özelliklerinden daha çok onlara yüklenen anlamlar ön plana çıkarılmakta ve tüketiciler ürünle birlikte anlamı da satın almaktadır. Örneğin herhangi bir yerde içilecek kahve özellikle “x” mekânında içiliyorsa amaç kahve içerek “x” mekânının insanlarda yarattığı algıya sahip olmaktır. Bu noktada tüketim nesnesi olarak ürünlerin sembolizm vasıtasıyla tüketicilerin bilinçaltını, düşünce ve davranışlarını etkileyen bir potansiyel taşıdıklarına tanıklık ediyoruz. Niteliğin işlevi önemsizleşirken ona atfedilen sembolik statü önem kazanmaktadır. Markalar kimliğin oluşmasında ve sürdürülmesinde sembolik kaynaklar olarak rol almaktadır. Tüketiciler kişiliklerini özdeşleştirdikleri markalar aracılığı ile “kendilerini” ifade eden kimlikler inşa ederken çoğunlukla markalardan faydalanırlar. Öyle ki bu şirketler marka ürünlerini sunarken pazarlama yöntemleriyle “hedef kitle” belirlemektedir. Bu hedef kitleye özgü reklam içeriği oluşturulmaktadır.
Düzen, yarattığı yapay kültür ve değerlerden “ideal” hayatın, yaşam tarzının propagandasını yapmaktadır. İnsanlar buna özendirilirken propagandası yapılan hayat için “gerekli” kıyafet, telefon, araç gibi nesneler öne çıkartılır. İnsanlarda bir hayatın çok çalışarak ve tüketerek elde edilebileceği yanılsaması yaratılır. Henüz hayatta belirli bir pozisyonu olmayarak kararsız bir yapıda bulunan gençlik ise lüks, yüksek standartlara sahip hayat biçimlerine bu şekilde özenebilmektedir. Tükettikçe düzenin dayattığı yaşama sahip olabileceği yanılsamasına kapılan gençler tüketim kültürünün bir parçası olmaktadırlar.
BENLİĞİN OLUŞTURULMASI
Gençliğin yaşamı, önemli bir yaşa kadar üretimden kopuk yani üretimle bir ilişkisi olmayan, ailesine bağımlı, popüler kültür hegemonyası altında tüketim odaklı bir yaşam şekliyle sınırlıdır. Bu durum gençliğin aslında üretmeyen veya sınırlı üreten ama çok daha fazlasını tüketen bir kesim olduğunu göstermektedir. Sınıfsal bakımdan küçük burjuva olan ve dolayısıyla içinde belirsizlik, hayatta tam olarak ne yapacağını bilememeyi barındıran gençlik, toplum, ama daha çok da egemenler tarafından dayatılan kültürler üzerinden kendini eklektik biçimde inşa etmeye çalışmaktadır.
Sanal medya, genç bireyin kimliğinin oluşumunda belirgin bir yere sahiptir. Sanal medya üzerinden olduğu kişinin ötesinde, olmak istediği kişiyi yansıtan gençlerin sayısı her gün artmaktadır. İstenilen kişiliğin ya da o kişiliğe doğru “değişim”in insanlara tanıtılmasının bu mecrada oldukça rahat ve “risksiz” oluşu gençleri çekmektedir. Burada genç bireyin oluşturduğu sanal kimlik olduğu kişi ile olmak istediği kişi arasındaki farktır diyebiliriz. Örneğin toplumsal olay ve gelişmeler karşısında örgütlü olmayan “cılız” görünümüyle gençlik, sanal medyada “özgürce” fikirlerini dile getirmekte, eleştirmekte ve tartışabilmektedir. Türkiye’de gerçekleşen onca katliam, baskı, saldırı ve gözaltılara karşılık on binlerce tweet atılırken bu tweetlerin onda biri pratikte bir araya gelmemektedir. Pratik yaşamdan kopuklukla birlikte klavye aktivistliğiyle sınırlı kalan gençler böylece egemenlerin belirledikleri serin sularda yüzmektedirler.
Gençler tüketim aracılığıyla kendilerini inşa ederlerken hem toplumdan farklılaşma hem de toplumla bütünleşme yönlü hareket ederler. Genç birey kendini var etme, benliğini ortaya koyma, kendini belirgin hale getirme isteğiyle farklılaşmaya çalışmaktadır. Popüler kültürün hazır sunumlarını tüketmek ve böylece tüketim kültürünün bir parçası olmak bu farklılaşmada bir araç olmaktadır. Genç birey kendi varlığını belirginleştirmek adına farklılaşmaya çalışırken çevresinden de bu farklılığının kabul görmesini ister. Toplumun genel beğenisini taşıyan popüler kültürü tüketerek de gençler toplumla bütünleşmeye ve uyum sağlamaya çalışırlar. Burada düzenin öne çıkardığı aynı marka ve ürünlere artan ilgiden bahsetmekte fayda var. Kimliklerini inşa sürecinde farklı arayışlar içerisine giren gençler, tüketim eğilimleri ve tercih ettikleri ürün ya da markalarla daha farklı olmayı amaçlarken aslında bir toplumsal benzeşme ortaya çıkmaktadır. Ayrıca toplumdan soyutlanmama arzusuyla da gençler toplumun tüketim eğilimleriyle uyum sağlayabilmektedir. Gençler özellikle kıyafet satın aldıklarında aslında ihtiyaçlarını gidermekten öte bu ürünlerin sosyal hayatlarına katkısını, farklılaştırıp farklılaştırmadığını, kendi kimliklerini yansıtıp yansıtmadığını daha çok ön planda tutmaktadırlar. Bu noktada markalar ve onların tüketimi gençler için kendini ifade etme aracı olmaktadır.
YABANCILAŞMA
Yabancılaşma olgusuna Marks farklı bir perspektif kazandırmıştır. Marks, insanlığın geliştikçe kendine yabancılaştığını söylemiştir. Toplumun, doğanın, bireyin de kendisine yabancılaşması söz konusudur. İnsan tarafından yaratılmış nesnelerin insan varlığının üstüne çıkmasıdır söz konusu olan. Bu yüzden yabancılaşmış insan kendini ve nesnel dünyayı pasif olarak seyretmekle yetinmektedir. Zaten üretimden kopuk olan gençlik popüler ve tüketim kültürleriyle birlikte önemli ölçüde kendine, topluma yabancılaşmaktadır. Yabancılaşmayla birlikte gerçek gereksinimlerin yerini yapay, öğretilmiş gereksinimler almaktadır. Tüketime endeksli para, marka, lüks, burjuva yaşam gibi değerler ön plana çıkartılırken yaşamı var eden emek, üretim ve toplumsallaşma değersizleştirilmektedir. Kendilerine yer bulma kaygısıyla gençler topluma ayak uydurmak için popüler kültürün dayattığı yabancılaşma sürecine girmekteler. Kendine has, ayırt edici özelliklerinden dolayı kurulu, kökleşmiş bir kültürü olmayan gençlik hazır olarak, yoğun bir şekilde sunulan ve genelin ilgisini toplayan popüler kültürü doğrudan benimsemektedir. Bu şekilde düşünmeyi, yaratmayı kısacası düşünsel üretim sürecini atlayarak kabul görmüş popüler kültürü sorgulamadan benimsemektedir. Bundan kaynaklı bilimsel bilgiden, sorgulamaktan, yaratıcılıktan uzak bir kesimin varlığından söz edebiliriz.
Sürekli tüketim için üretim yapılan kapitalist sistemde “iyi” tüketici profilleri ve piyasaya bağımlı profiller öne çıkartılmaktadır. Her gün bunlara maruz kalarak yetişen gençler yukarıdan gelen bu standartlara uymadığında takdir edilmeyeceğini düşünebilmekte ve dışlanma korkusu duyabilmektedir. Bundan ötürü yabancılaşma, genç bir bireyin kendi isteklerine rağmen “kültür” baskısına boyun eğerek uyumlu hareket etmesi olarak tanımlanabilir. Bu durumda yabancılaşmanın ölçütü bir yanıyla, gençlerin hissettiği baskı ve kendi iradelerini gerçekleştirme kapasitesi ile değerlendirilebilir.
Kendine ait bir kültürü bulunmayan, yaratıcı faaliyet ve üretim içerisinde olmayan veya yalnızca sınırlı ölçülerde üreten gençlik kendini dengeli, tutarlı bir biçimde dışsallaştıramamakta ve var edememektedir. Kendi geleneksel kültürüne yabancılaşmakta ve dayatılan “günlük” kültürü sorgulamadan benimsemektedir. Bütün bu sürece ise özenti, eklektizm, yozluk içkindir. Yapılanların bir anlam ifade etmesinden ziyade tüketimden ibaret olmaları, yapılanları ve yaşamı basitleştirmekte, çoğunlukla da anlamsızlaştırmaktadır. Yaratımın, emeğin, düşünsel faaliyetin olmadığı, yalnızca özenmeye dayalı, eklektik biçimde edinilen kültürlerin geliştirmediğini aksine yozlaştırdığını söylemeliyiz. Bireyselleşme, güçsüzlük hissiyatı, süreci bütünlüklü kavrayamama, yalnızlaşma ve yabancılaşma aynı sorunun sonuçlarındandır. Yaşamın anlamını yitirmesi, umutsuzluk ve bu düşüncelerin vardığı en uç nokta intiharlar verebileceğimiz başka örneklerdir.
EGEMEN DEĞİL DEVRİMCİ KÜLTÜR
Egemenlerin yürüttüğü bütün ideolojik savaşa rağmen gençlik her gün daha derin çelişkilerle büyümektedir ve büyüdükçe düzen için daha büyük bir tehlike yaratmaktadır. Buna karşılık egemenler gençliği daha fazla denetim altında tutabilmek adına ideolojik araçlarını çoğaltmakta ve geliştirmektedir. Böylece gençliğin öfkesini soğurmaya çalışmaktadır. Bu sebeple gençliğin yozlaşması, bilimden uzaklaşması, genel asalak yaşamının daha da asalaklaşması egemenlerin bilinçli bir yaratımıdır. Sorgulamaktan, örgütlenmekten ve öfkesini doğru yere kanalize etmekten uzak, kendine ve topluma yabancılaşmış bir genç, düzen için en uygun profili oluşturmaktadır. Günlük yaşamın her alanını sarmalayan egemen kültür ve egemen ideoloji, gençleri geçmişteki mücadele deneyimlerinden yoksun, sorgulamaktan aciz, üretken olmayan, hazırcı, mücadele etmekten uzak, örgütlenmekten korkan, itaatkâr ve vasıflı ama ucuz iş gücüne dönüştürmektedir. Bu durumun en iyi örnekleri, geleceğin vasıflı işçileri olan üniversite gençliğinde somut olarak görülebilir. Kendine ve çevresine yabancı, kendi sorunlarını kapsayan toplumsal sorunlara duyarsız, geleceksizlik içinde, bilimsel düşünebilmekten uzak bir şekilde karşımızda durmaktadırlar.
Popüler kültürle birlikte bir tüketim toplumu söz konusudur. Sanal medya aracılığıyla tüketim piyasası içerisinde imgelerle gençlerin düşleri satın alınmakta ve piyasaya sunulmaktadır. Kapitalizmin çıkarlarıyla uyumlu olan popüler kültür içerisinde her şey geçici, gündeliktir. Film, dizi, müzik, roman, şiir gibi birçok şey alınabilir, satılabilir metalardır. Bugün hepsi gençliğin afyonu niteliğindedir. Gençliğin değişime ve dönüşüme en açık olduğu dönemlerde onlara hitap edecek fakat gerçeklikten ve değerlerden uzak kültürler hızla dönüştürülüp hizmete sunulmaktadır. Değerden, anlamdan uzak bu yapay kültürler özellikle gençliğe has olan muhalif, bilimsel, sorgulayıcı, devrimci özelliklerini törpülemektedir. Sıraladığımız özelliklerden arındırılmış, etkisiz, karizmatik, estetik, gerçeklikten kopuk, eğlence ve hazzın sembolü haline gelen bir gençlik imajı sunulmaktadır. Kısacası gençlik pazar için değiştirilmekte, depolitize edilmekte ve tüketime hazır hale getirilmektedir.
Gençliğe yönelik yalnızca fiziksel saldırılarla istediğini alamayan egemenler bütün üstyapı olanaklarıyla gençliğe karşı ideolojik savaş yürütmektedir. Gençlik egemenlerin bir afyon niteliğinde kullandığı gerici kültürün bilincine varmalıdır. Belirli hazlar, mutluluklar uyandırsalar da bunların geçici olduklarını ve sonrasında daha derin mutsuzluk, umutsuzluk, psikolojik sıkıntılar, asosyallik gibi sorunlara yol açacağını bilmelidir. Çünkü bu türden, hazza dayalı mutluluklar tüketime bağlı anlık katarsisten başka bir şey değildir. Egemenlerin bütün kültürel saldırı ve yozlaştırma politikalarına karşı gençlik kendine içkin olan sorgulayıcılık, bilime yatkınlık, yeni açıklık, muhaliflik gibi devrimci özelliklere sahiptir. Gençlik, sahte düşler, yanılsamalı mutluluklar yerine hak ettiği yaşamı elde edebilecek güce sahiptir. Burjuva, sahte, çıkarcı olanı değil emekten, üretimden, haklıdan, ezilenden yana olan devrimci kültürü sahiplenip mücadele etme bilinciyle örgütlenen gençlik yeni dünyayı kuracaktır.