HABER MERKEZİ- Münih’de Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde devam etmekte olan “TKP/ML davası”ndan tutuklu Seyit Ali Uğur’un, mahkemenin 12.03.2018 tarihindeki kamuoyuna açık duruşmasında yaptığı açıklama şu şekilde;
“Deniz Yücel’in rehinelikten kurtarılma süreci ve Türk devletinin Suriye-Efrîn işgali eksenindeki gelişmeler, yargılandığımız bu davanın hukuksal temelinin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır.Böylelikle bir taraftan Türk faşist rejiminin, klasik anlamda bir hukuk devleti, demokratik siyasal bir mekanizma olmadığı kanıtlanmış oldu. Ama daha önemlisi, diğer taraftan bu davanın Alman hükümetinin Türk faşist rejimiyle kurduğu kirli çıkarlar ilişkisinin bir sonucu olarak gündeme gelen, siyasal bir yargılama olduğu bir kez daha görülmüş oldu.
“Ben bu makamda olduğum sürece bu Alman ajanı, terörist serbest kalamayacak” sözleriyle rehin tuttuğu Yücel’i, başlangıçta yargılayıp, mahkum eden faşist Sultan, onu uzun diplomatik pazarlıklar sonucu serbest bıraktı.
İki devlet arasında hangi pazarlıkların yapıldığı, hangi karşılıklı taahhütlerin ve sözlerin verildiği şimdilik somut olarak bilinmiyor. Tek açıklanan, bunun iki devlet arasındaki gerginliğin azaltılarak, normalleşme sürecinin başlatılma adımları olduğudur. Belki de normalleşme Türk faşist devletinin kimi isteklerinin karşılanarak, karşılığında Alman vatandaşı olan politik rehinelerin adım adım kurtarılması anlamına geliyor. Deniz Yücel belli ki, Alman hükümeti-Schröder-Gabriel ekibinin Türk muhataplarıyla sürdürdüğü uzun ve derin pazarlıkların sonucunda serbest kaldı. Hakkı olan özgürlüğüne, böylesi kirli bir pazarlık neticesinde ulaştırıldı.
Son dönemlerde, özellikle Kürt demokratik güçlerine karşı Almanya çapında uygulanan baskı-yasak ve sınırlamalar da Alman temsilciliklerinin taahhütlerinden dolayı olmalı.
Basına yansıdığı kadarıyla, yalnızca rehine kurtarma sürecinde (Ocak-Şubat ayları). 31 silah ihracı izninin hükümet tarafından onaylanması ve Türk istihbaratı ve eksenindeki Erdoğan’ın çetelerine yönelik soruşturmaların durdurulması, muhtemel diğer adımlar olduğunu akla getiriyor.
Rheinmetall’in BMC firmasıyla kurmayı planladığı panzer üretim fabrikasına dönük Türkiye’deki hızlı gelişmeler (fabrika yeri ayarlanmış, büro tutulmuş vs.), bu kuşkuları kuvvetlendiriyor. Ayrıca gizli ortağı olarak Erdoğan’ın adının geçtiği BMC firmasının Rheinmetall’le yaptığı anlaşmaya dair parlamentodaki soru önergesinin hükümet tarafından “devlet sırrı” gerekçesiyle yanıtlanmaması, ortada hiç de masum ve temiz ilişkilerin bulunmadığını gösteriyor.
Görüldüğü üzere, Deniz Yücel vakası, böylelikle Federal Savcılığın pazarlamaya çalıştığı gibi, Türk Devleti’nin demokratik bir hukuk rejimi olmadığını bir kez daha kanıtlamış bulunuyor. Deniz Yücel’in “tutukluluğunun devamına“ hükmeden mahkeme kararından 3 gün sonra, Türk Başbakanı Binali Yıldırım’ın sinyaliyle serbest bırakıldığı gün, içlerinde Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın da bulunduğu 6 gazeteci ağırlaştırılmış müebbete mahkum edildiler. 150’yi aşkın gazeteci hali hazırda faşist Erdoğan’ın zindanlarında ve sözde demokratik hukuk rejiminin keyfiyetine dayanılarak, tutuluyorlar.
Türk Devleti’nin demokratik, meşru bir yapı olmadığı, tersine işgalci, saldırgan ve soykırımcı faşist bir terör rejimi olduğu gerçeğine bütün dünya, Suriye-Efrîn işgaliyle birlikte, yeniden tanıklık yaptı.
7 yıldır devam eden Suriye sürecinde, cihatçı, kafa kesen çetelerin hiçbir varlığının olmadığı Efrîn’i işgal ederek, Türk devleti ve Erdoğan rejimi, kendi karanlık karakterini deşifre etmiş bulunuyor. Efrîn’de bir milyon insan yaşıyor. Bunların 400 bini cihatcı güçlerin katliamından kaçarak, kendilerine yaşam alanı sunan demokratik Kürt bölgesine sığınan Sünni Araplar’dan ve gayri-müslimlerden oluşan göçmenlerdir.
TC devleti, şimdi Efrîn denilen barış toprağını, sırf Kürtler statü kazanmasın, özgür bir yaşamları olmasın diye, cihatçı çeteleriyle birlikte işgal etmiş durumda. Kuşkusuz ki, bu haksız işgal, başta Kürt halkı olmak üzere, Suriye halklarına karşı işlenen, uluslararası hukukun çiğnediği bir suç anlamına geliyor. Türk Devleti’nin ve cihatçı ortaklarının saldırılarında, şimdiye kadar 200’e yakın sivil-kadın-çocuk yaşamını yitirmiş bulunuyor. 600’ü aşkın yaralıdan bahsediliyor. Faşist Sultan, işgalci Başkomutan Erdoğan, her gün düzenli olarak kaç teröristin öldürüldüğünü bildiriyor.
Yoğun ve ağır bombardıman altındaki Efrîn‘in, yalnızca sivil insanları ve direnişçi güçleri değil, bütün doğası, yaşam alanları, ibadet yerleri, su kaynakları, okulları, ulaşım ağı ve alt yapısı da faşist işgalciler tarafından yok edilmeyle karşı karşıya bulunuyor.
Efrîn-Suriye işgaliyle, şoven-cihatçı histeriyle tezgahlanmış sahte darbe sonrası kurduğu yeni rejimi daha da kurumsallaştırmak istemektedir. Türkiye toplumunda muhalif olarak nefes almanın dahi imkansız hale getirildiği, olağandışı siyasal bir atmosfer yaşanıyor. Bırakalım enternasyonalist, ilerici temeldeki işgal karşıtlığını, hümanist/pasifist perspektiflerle kamuoyuna yansıyan barışçıl sesler bile acımasız bir baskıyla yüzyüze kalıyorlar. Barışı savunan insanlar, vatan hainliği suçlamasıyla baskı altına alınıp, cezalandırılıyorlar. Şimdiden 800 insan, barış çağrısı yaptıkları ve bu yönlü sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanmış bulunuyor.
Oluşturulan Vatan-Millet-İslam-Fetih ve Cihat atmosferiyle zehirlenen Türk halkı, Suriye-Efrîn işgali ve saldırganlığının ateşli destekçileri olmaya zorlanıyor. İşgalci-haksız savaş yürüten hükümetlerinin (AKP Hükümeti), kendilerinin sınıfsal ve siyasal çıkarları ve halkların kardeşliğiyle tamamen zıt olduğununun farkına bile varmadan, kirli bir siyasetin parçası haline getiriliyorlar. Komşu, kardeş halkların özgürlüklerini ve demokratik yaşamını yok eden, faşist, işgalci saldırganlığın destekçileri olmaya zorlanıyorlar.
Faşist Türk hükümeti, bu saldırgan işgalciliği, Kürt halkını hedefe koyan bu cinayetlerini, başta Alman silahları olmak üzere, NATO patentli savaş araçlarıyla gerçekleştiriyor.
Suriye-Efrîn işgali karşısında “derin kaygı“ duyduğundan başka tepki koymayan Federal Alman Hükümeti, açık ki, Suriye-Kürt halkına karşı işlenen suçun doğrudan ortağıdır. Öldürülen sivil, çocuk ve kadınların, hibe ettikleri, sattıkları silahlarla öldürülmesi açıkken, bu cinayetlere karşı çıkmak, tavır almak yerine, Alman Hükümeti, NATO partnerliği durumunu meşrulaştırmak gibi bir bahaneyle, sorumluluktan sıyrılmaya çalışıyor. Bu açıklama sadece NATO’nun haklara karşı oluşturulmuş uluslararası bir suç ve cinayet mekanizması olduğunun itirafı olabilir ama, hiçbir koşulda, Alman Hükümeti’ni cinayetlerin sorumluluğundan kurtaramaz.
Efrîn işgali karşıtı demokratik protesto eylemlerini yasaklayan, İçişleri Bakanlığı’nın kararıyla beraber değerlendirildiğinde, Alman egemenlerinin ve temsilcisi, gerici-burjuva hükümetinin bu işgaldeki rolu daha da iyi anlaşılacaktır.
Efrîn’e-Suriye’ye düşecek bombalarda parmak izleri bulunan, Efrîn kadın ve çocuklarının kanları üzerine sıçramış olan Alman Hükümeti, Alman halkının onurunu ve demokratik değerlerini inciten bu kirli işbirliğine son vermelidir.
Mahkemenizden, Türk rejiminin karakterinin yeniden tanımlanarak, hukuk dışı, insanlık dışı, keyfiyetçi ve işgalci, faşist bir rejim olduğunu gerçeğini tespit etmesini talep ediyorum. Alman Hükümeti‘nin, faşist Erdoğan diktatörlüğüyle varolan akıldışı, ahlakdışı ilişkileri ve Türk rejimini tanımladığı çerçeve, meşru görülemez, bu davanın hukuksal temeli için gerekli çerçevenin referansı olamaz.
Ayrıca, Suriye-Efrîn işgalinde, Türk rejimince işlenen cinayetlere gönderdikleri silahlar yoluyla; bilinçli olarak ortak oldukları gerekçesiyle, Federal Savcılık Temsilcisi nezdinde, başta hükümetin başı Sayın Merkel ve Sayın Gabriel olmak üzere, Federal Hükümet’e karşı suç duyurusunda bulunuyorum.
Değerli gazeteci Deniz Yücel’in hem kendi rehinelik sürecini anlamak bakımından, hem de genel olarak Türkiye’deki yargının-hukuku anlamak ve genel siyasi süreci-rejimin niteliğini tespit etmek bakımından, mahkemede şahit olarak dinlenmesini talep ediyorum.
Son olarak, kısa bir süre önce Çekya’da Türkiye’nin İnterpol oyunlarıyla tutuklattığı ve sonra serbest bırakılan eski PYD lideri Salih Muslim’in, Türkiye’nin cinayetlerini, uluslararası hukuku çiğneyen saldırgan işgalini, karakterini ve Suriye iç savaşı boyunca cihatçı çetelerle kurduğu aşağılık ilişkiyi öğrenmek bağlamında, şahit olarak mahkemeye davet edilmesini talep ediyorum.