Efrin’de Savaş, Direnişte Kadın

Düşmanın savaştığı her şeyi destekleyeceğiz, düşmanın tutunduğu her şeyle savaşacağız.* Kadınlar cephesinden dostlarımız ve düşmanlarımız konusu üzerinde önemli tartışmalar yürütmeye ihtiyaç duyulan bir konudur muhakkak. Şimdilik erkek egemen sistemin sarıldığı her olgu, politika, kurum ve anlayışın düşmanımız, bunun karşına dikilen her hareket ve anlayışında dostumuz olduğunu belirtelim.  Kadının toplumsal güncel konumunu bir cins olarak tarihsel ezilmişliğinden başlamadan ele almak doğru olmayacaktır. Bu sebeple kadına dair her cümleye tarihsel ezilmişliğimizle başlıyoruz/başlamak zorundayız.  Toplumsal rollerimizi sistemin cinsiyet politikasıyla açıklamak ‘bu rollerin nasıl oluştuğunu hâkim erkek cinsinin toplumsal üretim ilişkilerindeki konumu bakımından ele almak’ yani kadın sorunununu tarihsel materyalist dünya görüşü ile sorgulamak ve çözümü bu yöntemle geliştirmek zorunludur. Marks “insanlık tarihi sınıf savaşımları tarihidir” derken kadınların bu savaşımdaki rolünü incelemese de bu incelemenin hangi yöntemle yapılacağını bizlere öğretmiştir.

Kadın sorununu güncel görevlerimiz ekseninde ele almaya ihtiyacımız var. Sınıf savaşında görevlerimiz çok yönlü sorumluluklar içerse de bunların arasında bugün en önemlilerinden birisi, devletin Efrin saldırısına karşı görevlerimizdir. Bugün Efrin’i sahiplenmek, Efrin için direnmek önceliğimizdir. Sistemin bize dayattığı kadınlık rolleriyle mücadelemiz geliştikçe toplumda ve mücadelede yerimiz değişecek, nesneleştirilmeye çalışıldığımız her alanda erkek ve kadın arasındaki rol dağılımları ters yüz olmaya başlayacaktır. İlerleyişimizi belirleyecek olan toplumsal rollerle, mücadelede kadının özneleşmesi ve kadın bilincinin devrimci tarzda üretilmesidir. Politikalarımızı kadın eksenli üretmediğimiz sürece bu gelişim mümkün olmayacak ataerki karşısında edilgen kimliğimiz değişmeyecektir. Kadın sorunu devrimci mücadelede önemli bir turnusol kâğıdı işlevi görecek niteliktedir. İçinden geçtiğimiz süreç birçok alanda cinsiyetçi politikalara karşı geliştirdiğimiz kadın eksenli politikaların damgasını vuracağı bir süreç olmak zorundadır. Kadınların devrimci mücadelede konumlanışı, erkek egemen politikalarda kadını görünmezliğe ve toplumsal rollerine hapseden anlayıştan kurtulamamıştır. Son yıllarda yükselen kadın mücadelesi önemli kazanımlar elde etse de halen bu sorunsal ortadan kalkmış değildir ve daha uzun süre bu mücadelemiz sürecektir.

Savaşta kadınların konumlanışı, toplumsal rollerin devrimci saflardaki yansımalarıyla karşılaşmakta, kapışmakta devrimci saflarda da cinsiyet mücadelesi sürmektedir. Mücadelede özneleşmeden, savaşta önderleşmeden kadın sorununa doğru bir perspektifle çözüm üretemeyiz. Kadının özneleşme ve önderleşme sorunu bütün alanlarda erkek egemenliğine karşı mücadele ile gelişecek ve büyüyecek kadın dayanışmasıyla yani çelişki yasası gereği zıtların savaşımı gereği kapışma sürdürülerek ilerleyiş sağlanabilecektir. “Bilgisizler ya da hilekarlar” der August Bebel ve şöyle devam eder “gerek kadın ile erkek, gerekse yoksul ile zengin arasındaki ilişki için, ‘bu ezelden beri böyledir ve ebediyen böyle kalacaktır’ iddiası her açıdan yanlış, yüzeysel ve uydurmadır.” “Ne doğada ne de insan hayatında hiçbir şey ‘sonsuz’ değildir; sonsuz olan tek şey değişimdir, başkalaşımdır.”**Çelişkinin iki yönü arasındaki savaşımın mutlaka bir değişime yol açacağını aksi fikirlerin ise diyalektik materyalist dünya görüşü açısından hiçbir bilimselliğinin olmadığını belirtir. Bin yıllardır bir cinsin bir başka cins üzerindeki tahakkümü ezilen cins olan kadınların mücadelesi ile değişecek cinsler arası eşitlik gerçekleşinceye kadarda bu savaşım bitmeyecektir.

Kadınlar birçok cephede mücadele etmektedir. Bu kadınların çok yönlü ezilmişliğiyle ilgilidir. Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürü politikalarının başkahramanları her zaman kadınlar olmuş bu duruma karşı savaşımda da kadınlar başkahramanlar olmak zorundadır. Ulusal,  sınıfsal vb. fiili savaş süreçleri açısından da böyledir.  Savaşta bizlerin konumları ataerkil bir anlayışla düzenlenerek pasif bir rolle sınırlandırılmıştır. Ve savaşa erkek egemen akıl yön vermektedir. Erkek egemen savaş arenalarında kadınlar geri cephede konumlanmaya zorlanmıştır.  Bu durum ancak bizlerin itirazı ve mücadelesiyle değişecektir.

Emperyalistlerin Ortadoğu’daki saldırı ve işgalleri ile DAİŞ’e karşı mücadelede kadınların, özellikle Kürt kadınlarının mücadelesi öğretici ve bizlere ilham olmaya devam ediyor. Bedenlerimizin savaş arenası olarak görüldüğü, kadınların savaş ganimeti olarak değerlendirildiği, kadına her türlü şiddettin meşrulaştırıldığı dünyamızda kadın kimliğimizi savunmak, erkek egemen savaş yöntemlerini ters yüz ederek savaşta komutanlaşmak mümkün olacaktır. Kendi edilgenliğimize açtığımız savaşta şiarımız “yapılamaz denileni yapmak”, “başaramaz dediklerini başarmak” olacak.

Hepimizin malumu TC günlerdir Efrin’i havadan bombalamakta kara birlikleriyle sınırları aşarak saldırmaktadır. TC’nin Efrin’e yönelik saldırı ile savaş ve kadın gerçekliği içinden geçmiş olduğumuz süreci derinlemesine ele almayı zorunlu kılmaktadır. Şovenizmin hortlatıldığı böyle bir süreçte bizler Efrin’le dayanışma içerisinde olarak devrimci savaşımımızı yükseltmeliyiz.

‘Dünyada temiz savaş yoktur; her savaş bir ölçüde kirlidir ve savaşlar ancak haklı ve haksız’ diye ayrılabilir. Efrin halkının TC’nin işgal girişimine karşı direnişi haklıdır ve TC’nin işinin sandığı kadar kolay olmadığı bilinen bir gerçekliktir. Haksız savaşa karşı mücadelenin büyüyerek devam edeceğini Kobane, Rojava deneyimlerinin tarihsel kazanımlarından biliyoruz. Emperyalistlerin onayıyla girişilen bu savaşta Efrin’de boğulmak istenen kadınlar, mağdur değil savaşçı kimlikleriyle gereken cevabı erkek egemen Türk hakim sınıflarına verecektir. Kobane için “düştü düşecek” diyen R.T. Erdoğan “millilik ve yerlilik”  nutukları çekerek giriştiği bu macerada ilk cevabı kadınlardan alacaktır. Efrinli kadınlar haklı ve meşru mücadelelerinde savaşmayı Arin’den, Slav Heval’den, Şirin, Ruhan, Berivan, Hamera ve yüzlerce yiğit kadından öğrendikleriyle ilerleyeceklerdir.

Emperyalistlerin ‘DAİŞ’le mücadele ediyoruz’ diyerek Suriye özgülünde gerçekleştirdikleri çıkar dalaşında, görülmektedir ki DAİŞ’i yok etmek gibi bir amaçları yok, hiçbir zaman da olmadı.  Biliyoruz ki Suriye’de gerici çeteleri besleyip büyüten de aynı emperyalistlerdir. Bilinen bu gerçekler bir yana DAİŞ’le mücadele konusunda YPJ’nin rolü ve savaşta önderleşme ve mücadelesi dünya kadınlarına ilham olmaya devam ediyor.   Kadınlar tarafından öldürülürse “cennete gidemeyeceği” ve “şehitlik mertebesine varamayacağı” korkusuyla kadına yönelik her türlü saldırıyı kendine hak sayan DAİŞ çetelerine, en iyi yanıtı yine kadınlar vermiştir. Kobane, Rojava direniş ve zaferleri bu açıdan tarihsel öneme sahiptir. Erkek egemen sistemin “önce kadınları öldürün” parolası korkularının yansımasıdır. Emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda Suriye’de giriştikleri vekalet savaşı Ortadoğu’yu yeniden haritalandırma politikalarından bağımsız ele alınamaz. TC’nin işgal saldırısının amacıda bu emperyalistlere uşaklığından azede değildir.  İşgalin amacı faşist Türk devletinin içte ve dışta Kürtleri en büyük düşman olarak görmeyle ilintili olmakla birlikte, Efrin saldırısıı S.Kürdistanı’nda ki Kürtlerin büyük bedeller ve kahramanlıklarla elde ettiği kazanımları ortadan kaldırmak ve bu kapsamda uşaklığını ettiği ağababalarının da onayıyla bu savaşa giriştiği aşikârdır. Bu saldırı aynı zamanda Soçi öncesi elini kuvvetlendirme hamlelerinden biridir.

Nasıl ki Kobaneli, Şengalli, Rojavalı Kürt, Ezidi, Arap kadınlar YPJ öncülüğünde tecavüzcü DAİŞ çetelerine gereken cevabı verdilerse Efrin’de de durum değişmeyecektir. Bizler de her ulustan Türkiyeli kadınlar olarak bu savaşta kadın bilinciyle Efrin’in yanında yerimizi alacağız. Kadın dayanışmasını büyütüp, direnişi yükselteceğiz.

*İhtilalin Özü, Mao Zedung, s. 12     

**August Bebel,

Kadın ve Sosyalizm s. 12-13