Efrin Hangi Gelişmelerin Habercisi Olacak?

Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) Efrin Direnişi, Kobane Zaferi’nde olduğu gibi sonuçlanmadı. Faşist Türk devleti Efrin’e girdi.

Efrin üç taraftan TC’ye güneyde ise rejime sınırdaştır. Türk devleti saldırı taktiğini Efrin’in coğrafi konumunu dikkate alarak şekillendirmiş ve Efrin’e üç yandan saldırmıştır. TC, bu işgal saldırısında hava ve kara araçlarıyla birlikte yüz bin asker, binlerce ÖSO çetesi kullanmıştır. Efrin’i savunan ise milis gücünü saymazsak eğer, on bin civarında YPG/YPJ savaşçısıdır. Güç dengeleri sorunu bir savaşın kaderini belirleyen unsurlar arasındadır. Bu unsurla birlikte Efrin coğrafyasının küçük olması KUH aleyhine bir diğer unsurdur. Dolayısıyla Efrin direnişi küçük bir coğrafyada büyük bir gücün işgal saldırısına karşı küçük bir gücün direnişidir.

Efrin halkı ve savaşçılar iki ay süren direnişleriyle Efrin’in kolay yutulur lokma olmadığını gösterdiler. Efrin Meclisi sözcüleri direniş boyunca 500 sivil kayıplarının ve binlerce sivil yaralılarının olduğunu, SDG’den de 820 savaşçının şehit düştüğünü açıkladılar. Bu rakamlar direnişin çapını anlamamıza yardımcı oluyor.

“BU GECE EFRİN’E GİRİYORUZ”

Düşmanın Efrin taktiği kuşatma, hedefe doğru daraltarak ilerleme; KUH’un taktiği ise düşman ilerlemesini durdurma, kuşatma ve daraltma taktiğini boşa çıkartma olmuştur. Faşist Türk devletinin ilerlemesi karşısında KUH savaşçıları her cephede direnmiş, fakat bunu bir mevzi savaşına dönüştürmemiş; kırsal bölgedeki sivil halkı tahliye ederek adım adım geri çekilmişlerdir. Kürt Ulusal Hareketi’nin Efrin kırsalı için uyguladığı savunma taktiği, güç ilişkileri ve mevcut koşullarla örtüşmektedir. TC ve ÖSO çetelerinin kırlarda hakimiyet sağlaması, üç yönden Efrin’e dayanması, Efrin kent merkezini kuşatması, mevcut koşullarla birlikte değerlendirildiğinde beklenen bir sonuçtur. Efrin saldırısının kaderini köyler ve kırsal alanlar değil Efrin kent merkezi belirleyecekti.

TC ordusunun Efrin kent merkezine ilerleyişi engellenememiş ve 11 Mart’ta Efrin Türk ordusu tarafından kuşatılmıştır. T. Erdoğan aynı gün yaptığı konuşmada “bu gece Efrin’e giriyoruz” demişti. Bütün direniş süreci büyük bir şehir savaşı yaşanacak biçimde işliyorken, TC’nin o gece veya kendisi için uygun bir zamanda Efrin’e saldırıya kalkışacağına işaretler yüksekti. Türk devleti Efrin kent merkezine girmek için zamanlamayı özellikle belirledi ve 18 Mart’ta yani Çanakkale Savaşı’nın 103.yıldönümünde saldırıya geçti. Fakat SDG ve sivil halk yoktu, dolayısıyla herhangi bir direniş yaşanmadan kent merkezi ele geçirildi.

TC ve ÖSO çetelerinin kent merkezini kuşattığı tarihle kente girdiği tarih arasında bir haftalık bir süre var. Bu süre kentin tahliyesi için yeterli bir süredir. Bunun için TC devleti ile PYD arasında doğrudan ya da dolaylı bir uzlaşma sağlandığı düşünülebilir. Nitekim Efrin kent merkezi kuşatma altındayken Suriye İlerici Parti yetkilisi TC devleti ile Efrin’in boşaltılmasına dönük görüşmeler yapıldığını açıklamış “YPG ile görüşmeler mi var?” sorusu aynı haberlere konu olmuştu. Beklentiler büyük bir kent savaşı yaşanacağı yönündeyken bu açıklama ilgi görmemişti. PYD ile TC arasında bu yönde bir temas olup olmadığı sorusunu bugün için tam ve doğru biçimde yanıtlayamayabiliriz. Fakat SDG’nin Efrin kent merkezini direnişsiz biçimde TC’ye bıraktığı tartışması götürmez bir gerçektir.

ZAFER VE YENİLGİLERDE ANA NEDENLER

Efrin direnişi objektif koşulların Kürt Ulusal Hareketi’nin aleyhine olduğu bir momentte gerçekleşti. Düşman esaslı hatalar yapmadıkça veya Suriye’de güç dengelerinde ya da varolan güçlerin politikalarında direniş lehine önemli bir değişiklik olmadıkça Efrin’in işgali kaçınılmazdı. Görüyoruz ki TC devleti, Efrin saldırısının zamanlamasını rastgele değil, bilinçli bir biçimde tespit etmiş, objektif koşulların kendisi için en elverişli olduğu zaman aralığını beklemiştir.

Başkan Mao yenilgileri objektif ve sübjektif olmak üzere iki nedende aramak gerektiğini söyler. Mao “hangi sınıf, grup, örgüt, kişi yenilirse yenilsin sebep yukardakilerden birisidir ya da ikisidir” der. Objektif nedenler kişilerin örgüt ve partilerin iradesinden bağımsızdırlar. Oluşmuş, ortaya çıkmış mevcut verili koşullardır. Buna göre düşmanın gücü, verili ülkedeki sınıfların karşılıklı ilişkisi, yine böyle bir ülkede ve dünyada düşman kamp arasındaki çelişki ve çatışmaların, bloklaşmanın durumu ve düzeyi, verili ülkede halkın yaşam düzeyi, sorun ve talepleri gibi unsurlar objektif koşullara dahildir. Subjektif etken veya nedenler ise kabaca insan iradesi dahilinde yapılan, yapılacak olanlardır. Örneğin komünist, devrimci veya yurtsever hareketin örgütlü gücü, kitlelerle bağlarının düzeyi, harekete geçirdiği, geçirebileceği kitle gücü, politika ve taktikleri vs. vs.

MLM’ler yenilgi ve zafer sorununu bilimin ışığında yukarıda belirttiğimiz iki kavramla ele almıştır. Aynı yaklaşımı Efrin yenilgisinde de göstermek gerekir.

Objektif koşullar Efrin Direnişi’nin aleyhine idi. Kürt Ulusal Hareketi’nin karşısında, askeri bakımdan  çok güçlü bir düşman vardı. Türkiye’de devrimci demokratik hareket gerilemiş ve dağınık durumdaydı. İş başındaki faşizm OHAL ile daha bir berkitilmişti ve Efrin’in işgali aleyhine tek bir söz dahi gözaltı, tutuklanma gerekçesi sayılıyordu. Karşı devrim içerisinde ise ciddi bir parçalanma olmasına rağmen, Kürt ulusal sorununda tek bir ses gibiydiler. Suriye özgülünde ise nedenleri farklı olsa da, ABD ve Rusya başta olmak üzere emperyalist güçler ve Esad rejimi Efrin saldırısında TC’nin yanındaydılar ya da dolaylı olarak onaylamışlardı. Faşist TC devleti Efrin saldırısını bu ve benzer elverişli koşullar altında gerçekleştirdi. Örneğin Suriye hava sahasının kapalı olma koşullarında Türk devleti bu saldırıya yeltenemezdi.

Şüphe yok ki Kürt Ulusal Hareketi Efrin direnişi için elverişli subjektif koşullara sahipti. Bir kere Efrin halkı içerisinde örgütlüydüler ve büyük bir kitle gücünü harekete geçirebiliyorlardı. Savaş deneyimleri ve kurumsal yapıları da elverişli idi. Belirledikleri direniş politikası ve taktiği de gerçek durumla örtüşüyordu. Subjektif durumun elverişliliğine rağmen, direniş süreci boyunca bir değişiklik olmaması halinde, objektif koşulların da önemli ölçüde aleyhte olması, Türk devleti için bir başarıya zemin sağlıyordu.

OBJEKTİF DURUM KİMİ KOŞULLARDA DEĞİŞEBİLİR

Direnişin kent merkezine taşınması ve sokak sokak, ev ev sürmesi koşullarında, Suriye’deki güç ilişkileri ve güç dengeleri üzerinde, direniş lehine bir değişiklik olacağını, yine dünya halklarının destek ve ilgisinin büyüyeceğini, bu gelişmelerin Türkiye’de ve bölgedeki egemen güçler arasında var olan Efrin anlaşmasını değiştirebileceğini düşünebiliriz. Direnişin şehir savaşına dönüşmesiyle birlikte öngördüğümüz gelişmeler olsaydı bile, Efrin Direnişi’nin saldırının püskürtülmesi ve TC ordusunun yenilmesi biçiminde sonuçlanacağını doğrudan iddia edemeyiz. Çünkü objektif durum önemli ölçüde halen KUH’un aleyhine olacaktı. Fakat Kürt Ulusal Hareketi’nin bütün süreci göz önüne alındığında böyle bir yenilgi, zafer etkisi yaratacak nitelikteydi.

YANLIŞ POLİTİKA VE DÜŞÜLEN İZAHI ZOR DURUM

YPG/YPG sözcüleri Efrin kent merkezini direnerek savunmak yerine, tahliye ederek Türk ordusuna bırakma nedeni olarak “kent halkının can güvenliği ve soykırımın yaşanmama

sı için” açıklamasında bulundular. Kenti TC’ye terk etmenin daha ikna edici nedenleri olmalıydı. Halkın can güvenliği sorunu direnme tavrını dıştalamaz. Bilinir ki halkın saldırgan bir güçten korunması en başta savaşarak, direnerek mümkündür. Keza halkı soykırımdan kurtarmanın yolu da direnişten geçer. Musa Dağ savaşçıları ya da Şebinkarahisar’ın kimi köyleri  direnerek soykırımdan kurtulmuşlardır. YPG/YPJ’nin anlayışını genelleştirmemiz halinde, direniş olgusunu ortadan kaldırmak, reddetmek gerekir. Üstelik bütün YPG/YPJ tarihi bile söz konusu açıklamanın tersini anlatır niteliktedir.

Ayrıca gerilla milis güçleri ve gönüllü halk dışında kalan bütün kitleyi, kent merkezinin kuşatılması öncesi veya kuşatma sürecinde tahliye etmeye bir tutum değerlendirilebilirdi. Yani Efrin kent halkının can güvenliği gerekçesiyle bırakılması kaçınılmaz, objektif durumun gerektirdiği zorunlu bir tavır değildir. Suriye sorunu uluslararasılaştığı ölçüde, uluslararası gelişmeler içinde kapladığı yer önem kazanıyor. Tıpkı bunun gibi faşist Türk hakim sınıfları, Suriye’yi kendilerinin iç sorunu olarak görüp, bu soruna dönük derinlemesine müdahalelerde bulundukça, Suriye eksenli gelişmelerden büyük etkilenir. Efrin’e yönelik işgal harekatı bu nitelikte bir gelişmeydi. Esasta Kürt Ulusal Hareketi’nin ve Suriye Kürdistanı’nın kazanımlarını hedefliyordu. Fakat kontrol ettiği cihadist güçler üzerinden Suriye’deki gelişmelerde de etkili olmak istiyordu. Bu bakımdan, Efrin saldırısının akıbeti Türkiye’deki hem iç durum hem de TC’nin bölgedeki durumu üzerinde önemli sonuçlar doğuracaktı. Kürt hareketinin algılayışı da bu yönlüydü. M. Karayılan, direnişin daha ilk günlerinde, “bu tarihi bir fırsattır” demişti. Kastettiği TC’ye tattırılacak bir Efrin yenilgisinin, Türkiye’de iç siyasi durumu ve dengeleri sarsacağı, “AKP’nin yenilgisini” hızlandıracağıydı. Efrin Direnişi’ni “Çağın Direnişi” olarak tanımlamaları da (içerdiği abartılı vurguya rağmen) aynı bakış açısının ürünüydü. Kürt hareketi direnişi büyük bir güç ve kararlılıkla sürdüreceklerine öylesine inanıyordu ki TC’nin Efrin saldırısına “tarihi fırsat” diyebilmişti. Kürt hareketinin direnişi kavrayışı ve direnişe verdiği anlamla Efrin kent merkezinin direnişsiz terk edilmesi, TC’ye bırakılması arasında açıklamaya muhtaç büyük bir çelişki var. Apaçık ortada olan bu sorunla ilgili “kent halkının can güvenliği” açıklaması yeterlilikten uzak olduğu için dikkatler bir anlaşma mı oldu sorusuna yöneliyor.

EFRİN İŞGALİ FIRAT’IN DOĞUSUNDA BİR STATÜ İÇİN Mİ?

Son bir gelişme olarak devletin A. Öcalan’la görüştüğü haberi var. M. Karayılan bir devlet heyetinin İmralı’ya gidip A. Öcalan’la görüştüğü ve Efrin Direnişi’nin bitirilmesi için baskı uyguladıkları, Öcalan’ın buna direndiği, kabul etmediği açıklamasını yaptı (24 Mart). Karayılan önümüzdeki günlerde daha kapsamlı bir açıklama yapacaklarını da duyurdu. Şüphesiz mevzu bahis konu önemli bir gelişmedir. Kürt Ulusal Hareketi’nin Efrin’de “geri çekilme” biçimi üzerinde fazlasıyla spekülasyon yapılıyorken, halk kitlelerini, devrimci-demokrat güçleri de aydınlatacak bir açıklama ihtiyacı vardır.

Efrin saldırısının arkasında gerici dünyanın bir mutabakatı vardı. Bunun gibi Efrin Direnişi’nin de arkasında devrimci ve ilerici dünya saf tutmuştu. Bu dünya tarafından direnişe dönük eylemli, aktif ve güçlü biçimde destek sunulamamış olsa da direniş etrafında gittikçe büyüyen bir güç yığılmasından bahsedebiliriz. Direnişin yanında olan, direnişle bütünleşen bu cephenin Efrin kent merkezini çatışmasız terk etme, TC güçlerine bırakma politikasını eleştirme Kürt Ulusal Hareketi’nin de geliştirilen politika ve taktiği anlatma, açıklama sorumluluğu vardır.

Salih Müslim ve YPG yetkilileri direnişin bitmediğini, gerilla savaşı biçiminde devam edeceğini açıkladılar. Hayata geçirileceği söylenen taktik, teorik ve pratik olarak mümkün. Fakat bu gerçekten yeni süreç için benimsenmiş ve uygulanacak taktik mi yoksa kitlelerde moral bozukluğunun önüne geçmeye dönük bir açıklama mı, bunu zaman gösterecek. Kent boşaltıldıktan bu yana, Efrin’de vur kaç taktiğine dayalı ciddi bir gerilla savaşının olmadığıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki gerilla savaşı bir kitle temeli üzerinden yükselir. PYD tarafından örgütlenmiş yurtsever kitle Efrin’i terk etmişken, bu kitlenin yerine köylere, kasabalara, cihatçı çetelerin aile ve yakınları ve TC tarafından kontrol edilen kesimler dolduruluyorken yani Efrin’de demografik yapı değişirken, Salih Müslim’in belirttiği gibi bir gerilla savaşının etkisi ne kadar olacabilecektir?

Önümüzdeki dönemde daha zengin bilgilerle birlikte, bütün bu gelişmeler enine boyuna tartışılacaktır. Çünkü şu an belirsizlik içeren bir dizi konu var ve bunlarla ilgili bazı adımların atılması, dolayısıyla belirsizliğin giderek ortadan kalkması söz konusu olacaktır. Örneğin Efrin işgaliyle birlikte KUH’un ve önderlik ettiği kitlenin Fırat’ın doğusuna çekilmek zorunda bırakılacağı, bu bölgede bir Kürt özerk yapısının kabul edileceği söyleniyor. Bu belirleme Suriye’nin üç federal bölgeye ayrılacağını ve federatif Suriye yapılanmasına gidileceği yönünde daha üst bir belirlemeye bağlı geliştiriliyor.

Efrin’in işgali İdlib ve Doğu Guta’da yaşananlar, Menbic üzerine yapılan pazarlıklar, gelişmelerin yönünün bu belirlemeyi doğruları nitelikte olsa da bölgenin ve özellikle Suriye’nin değişken yapısı yeni ve farklı gelişmelere açık bir durum ortaya çıkarıyor. Bununla birlikte mevcut durum üzerinden gidildiğinde, Menbic sorunun gecikmeden gündemleşeceğini söyleyebiliriz. Efrin’i, Cerablus’u işgal eden TC, ABD’yle pazarlıklar sonucunda Menbic’e de uzanabilir.

Menbic’te bir Türk işgali konusunda R. Tillerson’la anlaşmaya varıldığı (“anlayış” oluşturulduğu) haberi geride bıraktığımız günlerin başlıca konusuydu. R. Tillerson’la yapılan anlaşma ABD emperyalizmi ile yapılmış bir anlaşmadır. R. Tillerson’un devrik bir Dışişleri Bakanı olması bu gerçeği değiştirmez. Menbic süreci TC’ye ya da TC-ABD ortaklığına bırakılmak üzere işletiliyor. Buna göre Kürt Ulusal Hareketi ve önderlik ettiği kitleler Menbic’ten de çıkarılabilir. Bu hesap ne derece tutar bilinmez. Hepsinden önemlisi böyle bir plan varsa eğer buna ilişkin Kürt Ulusal Hareketi’nin yaklaşımının ne olduğudur.

Efrin saldırısına yakılan yeşil ışık ve verilen destekten de biliyoruz ki ABD ve Rusya başta olmak üzere, ilgili bütün devletler, Kürt Ulusal Hareketi’ni Fırat’ın doğusuyla sınırlama konusunda görüş birliği içindedir. Kürt Ulusal Hareketi ve önderlik ettiği kitleler kuzeybatı Suriye’den çıkartılırken TC ve himayesi altındaki çeteler bu boşaltılan yerlere yerleştirilecektir. TC fiilen ilgili bölgeyi işgal etmiştir. Cerablus-Azez-Mare hattında yaptığı gibi Efrin’de de şimdiden vali ve yerel yöneticiler atayacağını açıkladı.

Kuzeybatı Suriye özgülünde yaşanan bu gelişmeler önemli siyasi sonuçlar üretecektir. Suriye’den kuzeybatı parçasının kopartılarak TC’ye bırakılacağını düşünmüyoruz. Emperyalistler bir yarı sömürge ülkesinin fethe kalkışmasına ve topraklar yutmasına izin vermez. TC olsa olsa bir kısım emperyalist ülkenin çıkarları yönünde misyon üstlenebilir.

Kuzeybatı Suriye’de cihadist beslemelere dayalı bir hakimiyet, Rojava’nın bir kısmının bu güçler eliyle ilhak edilmesi demektir. Aynı topraklar daha önce de Arap hakim sınıflarının ilhakı altındaydı. Bu böyle diye şimdiki ilhaka karşı direnmeme ya da ilhakı sessizce karşılama tavrına girilemez.

Dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketi, Efrin için de Cerablus ve Menbic için de direnme ve savaşma politikasını benimsemesi, Kürt ulusunun geleceği  hakkında emperyalistler ve TC gibi bölgenin gerici devletleri arasında kararlar alınmasına karşı çıkması doğru olandır.

Bu süreç Kürt Ulusal Hareketi’ne IŞİD tehditi gerekçesiyle, emperyalistlerle kurulan “zorunlu” ilişkilerin de ciddiyetle sorgulanması için vesile olmalıdır. Emperyalistler arası uzlaşının Suriye özgülünde oldukça zor yakalanacak olması TC gibi ülkelere kimi manevra ve müdahale koşulları yaratıyor. Suriye bir belirsizlikler ve fiili durumlar ülkesi olma özelliğini önemli ölçüde koruyor; bunun pratik karşılığı Suriye’de her an öncekine karşıt gelişmelerin olmasıdır. Bu gerçeklik KUH’a daha ilkeli hareketi dayatır. Suriye’nin bundan sonraki süreci daha kritik ve tayin edici nitelikte olacaktır, bu durum biz komünistlere KUH’un yanında olmakla sınırlı kalmayacak görevler yüklüyor.