Faşist düzen gerçek yüzünü gizlemekten de yoksun artık. 2024 yılı Orta Vadeli Program’da ortaya konan tablo işçi ve emekçi yığınlara saldırıların bu “planlı” ekonomiyle derinleşeceğini gösteriyor. Hemen şunu belirtelim ki onlar buna zorunlular. Her şeylerini, halihazırdaki ekonomilerini, egemenliklerini ve tüm geçmişlerini borçlu oldukları efendilerinin saltanatına kurban adamaya zorunlular. Onlar istiyor, faşist düzenin egemenleri isteklerini yerine getiriyor. Kimisi bunu aynı zamanda bir İngiltere vatandaşı da olan Mehmet Şimşek’in hainliğiyle açıklıyor kimisi de iş birlikçi, “siyasal İslamcı” AKP yönetimiyle. Oysa bu faşist düzenin temeli söz konusu bu ilişkiye dayanıyor. Bugün böyle bir düzen varsa ve devam edebiliyorsa bunun birinci nedeni emperyalizmle daha en baştan kurulu “daimî borçlanmaya ve daimî borç vermeye dayalı” ilişkidir. Osmanlı’nın borçlarının kabul edilip düzenli ödeme şartının kabul edilmesinden bu yana Türkiye halkı emperyalistlere haraç ödemeye mahkûmdur. Tüm üretimin gelirinden esas pay her dönem için emperyalizme gitmiştir. Temelde 5 yıllık planlamalara dayalı bu “borçlanma ve borç ödeme” ekonomisi son yıllarda Orta Vadeli Program (OVP) adıyla yürütülmektedir. OVP’ler 3 yıl için saptanan hedefleri ve bu hedeflere ulaşmanın yollarını, politikalarını içeriyor. Niyet böyle konsa da bugüne kadar belirlenen hedeflere ulaşılamadığı yalın bir gerçektir. Buna rağmen son dönemin tüm ekonomi yönetimleri “başarısız” olmadıkları iddiasındadırlar ve hiçbir sorumluluk almadan kimisi gene ekonominin yönetici organlarında görev almaya devam etmişler kimisinin ise bu süreçlerde adı bile anılmamıştır. Sorumlulukları, görev aldıkları süreç bittiği anda bitiyor bu yöneticilerin. Kimse onlardan hesap sorma derdinde değil. Halkın hesap sormasının önünde ise koca devlet engeli var. Bu engel sadece polisi, ordusu, mahkemesi, hapishaneleri değil aynı zamanda halkın örgütsüzlüğüdür.
Halkın yaşam koşullarını ve temel ihtiyaçlarını içermeyen 2025-27 OVP sunulurken de bir önceki programın başarısızlığı hakkında bir açıklama yapılmadı. Sunumu yapan “Cumhurbaşkanı” Yardımcısı Cevdet Yılmaz dikensiz gül bahçesindeymişçesine bir yeni hedeflerden ve planlamadan söz etti. Örgütsüz halk karşısında bağlı oldukları çıkar çevrelerine açık olmasa belli mesajlar verdi. Özellikle 2025 yılı vergilerinden ciddi artışların gerçekleşeceğini, faiz yoluyla tefecilik icra eden uluslararası mali sermaye gruplarına “diyetlerini” ödemeyi sürdüreceklerini koydukları hedef rakamlarla açık etti.
OVP üç yıllık “planlamaları” içeren sözde ekonomi programları olduğundan bu programda ortaya konan rakamlar ekonomi politikalarının genel karakterini anlamamızda bir veridir. Cevdet Yılmaz’ın sunumunda belki de açık ve tutarlı ve de asıl amacı ortaya koyan tek noktanın uluslararası sermaye gruplarına “borçların” ödeneceğinin garantisini vermiş olmasıdır. Bu “garanti” vurgusu akıllara ülke ekonomi yönetiminin farklı opsiyonlara ve farklı tercihlere yönelebilme olanağına sahip olduğu düşüncesini getirir. Oysa biz başından beri uygulanan her ekonomi politikasının icazet içerdiğini ileri sürüyoruz. Bu değişmemiştir. Peki “garanti” vurgusu neden?
Egemen sınıf sözcüleri öyle sunumlar yapmaktalar ki dışarıdan bakıldığında bunların halka hesap vermek ya da halkı ekonomi hakkında bilgilendirmek olduğu düşünülür. Oysa, yukarıda da açıkladık ki bu sözcülerin halka karşı taşıdıkları hiçbir sorumluluk bulunmuyor. OVP de halka ve halk için hazırlanmış bir program değildir. OVP’ler uluslararası mali sermayeye taahhütler içeren sunumlardır. Bundandır ki biz ve genel olarak halk OVP’lerde ne türden politikalar uygulanacağını, hangi yollardan gidileceğini, üretim süreçlerinin nasıl planlandığını, belirlenen hedeflere nasıl ulaşılacağını vs. öğrenemeyiz. Bunlar hem ortaya konamayacak kadar halk düşmanı şeylerdir hem de sunumların gerçek muhataplarının zaten bildiği ve sunumdan beklemediği şeylerdir. Sunum hedefleri göstermektedir. Hedeflerden bazıları söz konusu muhataplara verilen taahhütleri içerir. Örneğin cari açık verisi, kur veya faiz bilgisi bu türdendir. Faizin ne zamana kadar yüksek kalacağı, cari açığın bir dengede kalıp kalamayacağı bilgisi uluslararası sermaye için “yatırım” olanağı bilgisidir. Tefecilik yoluyla sömürü olanağını görmek isteyen büyük çıkar grupları için bu garanti almaktır. Dolayısıyla halka karşı hiçbir sorumluluk taşımayanlar OVP sunumlarında aslında söz konusu gruplara kazanç garantisi sunmaktalar. Bunu ekonomi dair hemen her açıklamada görmek mümkündür. OVP sunumlarına da temelde böyle bakmak gerekir.
Üç yıllık bu programlarda konan hedefler her yıl gözden geçirilmekte ve yeniden tanımlanmaktadır. Türkiye’de bu yeniden tanımlama “kapsamlı güncellemeler” şeklinde gerçekleşmektedir. Bir önceki yıl açıklanan OVP güncellemesinde (2024-26) öngörülen enflasyon yüzde 33’tü. Yıl sonu için bu “öngörü” güncellendi ve yüzde 41,5’a çıkarıldı. Yani 2024 yılı yıllık enflasyon yüzde 33 olarak değil, yüzde 41,5 olarak gerçekleşecek denmiştir. Enflasyon hedeflemesinde hükümet tümüyle başarısız; buna rağmen ve “günceleme”ye rağmen, yani kendilerini yalanlamış olmalarına rağmen bunun özellikle ücretlerde yarattığı aşınmaya dair hiçbir düzeltme, bırakalım düzeltmeyi bir açıklama da söz konusu değil. Enflasyonla yaşanan alım gücündeki gerileme halk için yoksullaşma anlamına gelmektedir. Halk ne için yoksullaşmaktadır? Üretmediği, çalışmadığı, keyif çattığı, har vurup harman savurduğu için mi? Elbette değil, halkın yoksullaşmasının nedeni enflasyon yoluyla ülkenin yabancı güçler tarafından sömürülmesidir. Özellikle bizimki gibi ülkelerde yüksek enflasyon sürekli bir sorundur. Bunun temel nedeni ekonomi yönetimlerinin buna olanak sunması, enflasyona neden olan ilişkileri ve bağımlılığı tercih etmesidir. İthalata dayalı büyümenin kaçınılmaz sonuçlarından biridir enflasyon. Kendi üretim dinamiklerine dayanamıyorsanız, bağımlı bir üretim söz konusuysa ya enflasyon çok yüksektir ya da yüksek faiz politikası uygulamak zorundasınızdır. Yüksek faiz uygulayarak (çünkü uluslararası sermaye için kâr olanağı o dönemde faiz kârıydı) enflasyonu görece düşürüp sabitleyen; ama elbette yok edemeyen ekonomi yönetimi bir süre sonra yabancı sermaye akışındaki gerilemeden ötürü, mecburen bozulan dengeyi yeniden sağlamak üzere faizi düşürüp enflasyonun yükselmesine sebep oldu. T. Erdoğan’ın diline pelesenk ettiği “faiz neden enflasyon sonuçtur” tezi -ki bu bir tez bile değildir- hiç de ekonomi yönetiminin boş olduğunu bilmediği bir iddia değildir. Faiz ve enflasyon ilişkisi hakkında cahil olmak ülke ekonomi yöneticileri için olasılık dışıdır. Bu “tez” Erdoğan tarafından “halkı yönetmenin” bir aracı olarak kullanıldı sadece. Enflasyonun yükselmesi uluslararası sermayenin işine gelen, çıkarına uygun bir politikadır bu süreçte. Parada para kazanma koşullarında daralma söz konusu olduğunda ürün fiyatlarını artırarak kâr elde etme eğilimi kaçınılmaz olur. Fiyatların kontrolü mekanizmaları olmadığında ya da işlemediğinde -ki bunun tekelci kapitalizm koşularında devletlerin politikası olamayacağı malum- enflasyon oluşur ve yükselir. Pandemi koşullarında ve sonrasında ABD ve Avrupa’da baş gösteren enflasyon “canavarı” bunun bir örneğidir. Kâr güdümlü enflasyon günümüzün temel özelliklerinden biri olmaya devam edecektir.
Enflasyonun temelinde yatan olgu esas olarak “kâr” güdüsüdür. Bununla birlikte Türkiye gibi ülkelerde ekonomi, dışa bağımlı karakterinden ve borca dayalı olmasından da kaynaklı olarak sürekli yüksek enflasyon koşullarına sahiptir. Görece gerileme yüksek faiz koşullarında, finansal genişleme söz konusu olduğunda mümkündür. Aksi durumda enflasyon temel bir sömürü aracı olarak işler. 2015-19 yılları arasında da hem Türkiye’de hem de genelde sermaye “ana merkezlere çekilme” eğilimindeydi. Bu koşullarda ekonomi politikaları “borçlanma yoluyla” büyümeye yönlendirildi enflasyon da bu sebeple hızla yükseldi. Borçlanmanın kaynağı özellikle uluslararası mali sermayenin kredi kurumlarıdır ve bu kredilerin ödenmesi devlet taahhütlüdür. Bütçeden, hazineden ödemeler garantiye alınmıştır. Büyümenin kaynağı olan sermaye kredi kurumlarına aittir ve bu yüksek faizli bu kredilerin ödemeleri devlet bütçesi desteklidir. 2018 yılı içinde bu türden kredi 397 milyar civarındadır. Çeşitli politikalarla bu kredi borçlarının yükü halk kitlelerine taşınmıştır. Bir süredir halkın derinden ve kesintisiz hissettiği yoksullaşmanın belirleyici nedeni bu yükü kaçınılmaz olarak karşılıyor olmasıdır. Tam da bundan ötürü yüzde 4,5’luk “ekonomik büyüme”ye rağmen halk kitleleri bu süreçte özellikle yoksullaşmıştır.
Son OVP sunumunda da öncekilerde de bu yükün bir açıklaması olmamıştır. Dediğimiz gibi söz konusu sunumların böyle bir amacı da yoktur. Aksine Mehmet Şimşek’in göreve yeniden geldiğinde “öngörülemeyen” yüksek enflasyon nedeniyle gündemi yoğun bir şekilde işgal eden “yıl içinde ikinci kez ücret artışına” karşı yaptığı konuşmada olduğu gibi egemen sınıfların sözcüleri esas olarak efendilerine güvence vermek amacındadırlar. M. Şimşek bu konuda ücret düzenlemelerinin bundan böyle hedeflenen enflasyon baz alınarak saptanacağını söylemişti. Bu da ücret artışlarının enflasyona sebep olduğu yalanıyla pekiştirilmişti. Oysa OVP’lerde belirlenen hedeflerin kesinlikle tutmadığı, zaten kurgulanmış bir biçimde düşük belirlenen enflasyon oranlarına göre yapılan ücret artışının açıkça yoksullaştırmak amacı içerdiği ortadadır. Fiyat artışları bakımından şirketlere, vergi zamları veya ek vergiler bakımından ise devlete “kâr oranını” artırmak tümüyle serbestken işçi ve emekçilere ücret artışı “yasak”lanıyor. Bu da enflasyondan kaynaklanan dengesizliğin, üretimde yaşanan tıkanmanın işçi ve emekçileri yoksullaştırma yoluyla “aşma” amacının bir sonucudur. Enflasyondaki güncelleme ile birlikte bu yıl başında ücretlere “enflasyon oranında yapılan zam” şimdi belirlenen hedefin gerisinde kaldı. Hem gerçek enflasyon çok altında bir hedef kondu hem de hedeflenen oranda yukarıya doğru bir artış yaşandı. Böylelikle işçi ve emekçi ücretleri ciddi bir aşınmaya uğradı, yani halk kurgularla, hileli verilerle yoksullaştırıldı. OVP sunumunda bunların bahsi geçmedi.
Güncelleme ile birlikte aynı kurgu ve hile önümüzdeki yıl da gerçekleşecek. Önümüzdeki yıl enflasyon beklentisi yüzde 17,5 olarak açıklandı. Geçen yıl 2025 için enflasyon beklentisi yüzde 15’ti. Yüzde 2,5’luk bir yeniden tanımlama söz konusu. Küçük görünen bu oran aslında ciddi bir yoksullaştırma verisi. Buna rağmen sorun bu değil. Sorun “küçük” görünen bu yenileme ile egemen sınıfların sözcülerinin işlerini ciddiyetle yaptıkları intibaı uyandırılmasıdır. Oysa aynı OVP’de güncelleme sunumunda bu yılki beklenen oran ile şimdi beliren oran arasında dahi yüzde 8,5’luk bir fark var! Bu gerçek enflasyon ile “beklenen” ve “beliren” enflasyon arasındaki devasa farka rağmen böyle. Kurgunun ve hilenin büyüklüğünü buradan da anlayabiliriz. Önümüzdeki yıl ücretlere zam yeni sunumla hedef olarak belirlenen yüzde 17,5’a göre yapılacaktır. Şimdiden bu hedefe ulaşılamayacağı gün gibi açıkken OVP ile halkımıza “planlı-programlı” bir ekonomi sunumu yapılması “aptallara tiyatro oyunu” gibidir…
Öte yandan önceki yıl revize edilmiş büyüme oranları da bu yılki sunumda yeniden tanımlandı ve büyüme oranında yarım puanlık düşüş yapıldı. 2024 yılı büyüme hedefi OVP’nin yeni sunumu itibariyle yüzde 4’ten yüzde 3,5’e çekildi. Beklenen enflasyon oranı yükseltilirken beklenen büyüme oranının düşürülmesi tutarlı bir davranış gibi görünse de hem büyümeden hem de enflasyonun düşürülmesinden söz edilmesinden ötürü yeni OVP hedeflemeleriyle enflasyon ve durgunluğun aynı anda yaşanacağı itiraf ediliyor. Bu itirafın nedenine de bir açıklık getirmek gerekir. Öncelikle burada sunum “halk için” olmadığından halka dönük bir itiraf söz konusu değildir. Halk karşısında egemen sınıf sözcülerinin böyle bir sorumluluk taşımadıkları malum. Bu itiraf büyüme oranlarına dair uluslararası finans derecelendirme kurumlarının yaptıkları açıklamalardan kaynaklanmaktadır. Söz konusu kurumlar da beklenti açıklamaktalar. Bu verilerin yakın düzeyde olması uluslararası kurumlara yönelik bir mesaj içerir. Yani itiraf gene efendilerine yükümlülüklerinden doğmuştur. Belki de buna bir itiraf değil de “hizaya gelmek” demek gerekir!
Oysa enflasyonda hedeflenen gerileme için bağımlı ve kendi üretim dinamikleri işlemez hale gelmiş bu ekonomik büyümeden değil küçülmeden söz edilmesi gerekir. Dışarıdan sermaye çekerek elde edilecek büyümenin ürettiğinden çok tüketen bir ekonomiye yol açtığını bilmemek mümkün mü? Bunun da zaten enflasyon demek olduğu açık, kâr oranını artırmak güdüsünü asla terk edemeyeceklerden halkı gözeterek düşük fiyat politikası uygulamalarını beklenemeyeceğine göre egemen sınıfların sözcüleri gene aynı sömürü odaklarına mesaj vermektedirler. Onlara sermaye yatırımı için her tür olanağın sunulacağı mesajı verilmektedir. Hem büyüme devam edecek hem de enflasyon düşecek denmektedir. Öteden beri devam eden bu iddianın (Bir önceki MB başkanı da büyümeden taviz vermeden enflasyonu düşürmenin yolunu bulacağız, diyordu) içinin boşluğunu bir kez de bu güncellemenin başarısızlığı eşliğinde göreceğiz.
Özetle son OVP güncellemesi uluslararası finans kurumlarının beklentilerini karşılamaktan başka bir işlev taşımamaktadır. Bu “program” halkımız için, halkımızı gözeten bir ekonomi politikasının olmadığını göstermektedir. Aksine emperyalist devletlere, kuruluşlara sömürü ve talan için her türlü olanağın sunulacağı duyurulmuştur. Bu duyuru egemen sınıfların sözcüleri tarafından sıklıkla dile gelmektedir. Buna ihtiyaç duyulmasının önemli bir nedeni önümüzdeki günlerde faizlerin düşürüleceği beklentisidir. Fed’in start vereceği bu beklenti ile birlikte sermaye yoksulu ülkelere bir para akışı beklentisi söz konusudur.
Uluslararası finans kurumlarının temel beklentisi bütçede dengedir. Bütçe dengesinde belirleyici faktörlerden birinin dışarıdan sermaye akışının mümkün olmasıdır. OVP’lerde bu en önemli kıstaslardan biridir. OVP bütçede bir denge sağlanacağını garanti etmekte, yani borç ödemelerinde devam edegelen döngünün her türlü baskı ve sömürü olanağıyla devam edeceğini garanti etmektedir. Bunun için uygulanmakta olan yoksullaştırıcı politikalar (vergilerin ağırlaştırılması ve yeni vergi kalemlerinin oluşturulması) ve egemen sınıflara kaynak aktarımı devam edecek ve vergi politikasında bu kesime toleranslı davranılacak ve nihayet borç kaynakları da olan finans kurumlarına servet transferinin güvencede tutulacaktır.
OVP’ler egemenlerin çıkarlarının örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesidir, buna karşı mücadele için ilk ve zorunlu şart örgütlenmektir. Egemen sınıfların kurgularıyla, hileleriyle baş etmenin yolu halkın kendi iradesini örgütlemesi ve harekete geçmesidir. Her şey gözümüzün önünde gerçekleşirken karşı koyamıyorsak, egemenlerce dikkate alınmıyorsak bunun nedeni örgütlü olmayışımızdır. Mevcut sendikaların ve diğer emekçi örgütlerinin de birer maşa gibi kullandıkları gerçeği bunun başka bir kanıtıdır. Açık sahtekârlık karşısında konfederasyonlar neredeyse sessizliği seçmişlerdir. Bu “neredeyse sessizliğin” nedeni açıkça ve güçlü bir şekilde sorgulanmalıdır. Çıkar ortaklığı nerede ve nasıl gerçekleşmektedir aydınlığa kavuşturulmalıdır.
Sonuçta egemen sınıfların emperyalist kurumlarla iş birliği halinde “örgütlü” ve “planlı” hareket ederken aynı zamanda tutarsız davranmaktalar. Bu onların zayıf noktasına işaret eder. Oysa ezilenler çoğunluktur ve ekonominin tüm yükünü taşıdıkları halde örgütsüz ve gelecekleri hakkında hiç planlı olamadıkları için gelecekle ve ilerlemeyle ilişkileri nesnel olarak tutarlı oldukları halde egemenlerin tutarsızlığı karşısında başarısız kalmaktalar. Egemenlerin üstünlüğünün kaynağı her zaman bu olmuştur. Bu alt edilebilir bir çelişkidir. Bu alt edilebilir çelişkinin varlığının açık ve yaygın sömürü politikaları için yeterli bir olanak olduğunu bilerek meselenin üzerinde duralım…