“Demokrasi”, “özgürlük”, “eşitlik” ve “rüyalar ülkesi” ABD’de sokaklar isyan ateşiyle aydınlanıyor. Siyahi George Floyd’un polis tarafından katledilmesi isyanın kıvılcımı oldu. Bugüne kadar onlarca siyahi, ırkçı saldırılarda polislerce katledildi. Ku Klux Klan’ın siyahi düşmanlığı tüm şiddetiyle devam ediyor. Bu “rüyalar ülkesinde” siyahilere yaşam hakkı dahi tanınmıyor. G. Floyd’un katli ırkçılığa karşı tepkiyle birlikte sisteme olan öfkeyi de açığa çıkardı. İsyanın çığ gibi büyüyüp tüm ülkeye yayılması, sorunun ırkçılıktan öte bir anlamı olduğunu göstermektedir. İsyana beyazların yoğun katılımı bu gerçekliğin bir yansımasıdır. Bu anlamıyla isyan, işsizliğe, yoksulluğa, açlığa duyulan tepkinin patlama noktasıdır. G. Floyd’un katledilmesine duyulan öfkenin içinde emekçi yoksul halkın sefalet içindeki yaşama, virüs karşısında ölüme terk edilmelerine duyduğu kin ve öfke vardır. Bu kin ve öfke bireysel olmayıp sınıfsal bir niteliğe sahiptir. Öfke katliamcı polise değil onun şahsında devlete ve sistemedir.
Hegemonyası zayıflasa da dünya ekonomisinde başat konumu devam eden ABD’nin bu “başarısı,” ABD işçi sınıfı ve dünya halklarının azgınca sömürüsü üzerine kuruludur. Kuruluşundan bugüne özellikle Afro-Amerikalıların üzerinde artı-değer sömürüsünün ayırıcı bir yanı vardır. Bugün dahi ABD’nin en yoksul kesimi Afro-Amerikalılardır.
ABD emperyalizmi, 2008 krizinden bugüne ekonomik alanda sürekli bir gerileme yaşıyor. Krizden çıkamadığı gibi koronavirüs salgını nedeniyle durum daha da kötü bir noktaya evrildi. Dünyanın “bir numarası”nın koltuğu sallanmaya başladı. Çin ve Almanya’nın birçok sektörde ABD’nin koltuğunu ele geçirmesi, ABD için alarm zilleri anlamına geliyor.
Emperyalist rekabette yaşanan gerilemeyi tersine çevirmek için “önce Amerika” stratejisi izleyen ABD burjuvazisinin hedefi ABD’yi eski gönenç günlerine ulaştırmak. Bunun ABD işçi sınıfı için anlamı, sömürünün daha da artırılmasıdır. Bu politikanın ABD emekçi halkına yansıması işsizlik, yoksulluk ve açlıktır. Dünya halklarının sömürüsü üzerine kurulu olan ABD emperyalizminin, emperyalist rekabet nedeniyle pazar alanlarını kaybetmesi, ülke ekonomisinin düzelmesini geciktiriyor. Başkan Trump’ın, ABD tekellerini ülkeye çağırmasının esas nedenlerinden biri budur. Dünya pazar alanlarındaki kâr payı ve sömürünün azalması ABD ekonomisine durgunluk, işsizlik olarak yansıyor. Salgının başlamasından bugüne aylar içinde, işsizlik yüzde 4’ten yüzde 20’ye çıkarak işsiz sayısı 30 milyona yaklaştı. 2008’den sonra ilk defa, yılın ilk üç ayında ekonomi yüzde 4 küçüldü.
Yoksulluğun ve açlığın yanı sıra virüsün hızla yayılması, Trump’ın önlemlere direnmesi, hatta “insanlar ekonomik durgunluktan öleceğine virüsten ölsün” diyerek dalga geçmesi, halkın değil egemen sınıfların çıkarlarının esas alındığını açıkça gösterdi ve emekçi yoksul halkın yaşamını çekilmez hale getirdi. Virüsten ölenlerin sayısı 100 bini, vaka sayısı ise bir milyonu geçti. Yaşamını yitirenlerin yüzde 42’sinin siyahiler ve Latin Amerika kökenliler olması, vakaların en çok yoksul mahallelerde görülmesi, buna rağmen Trump’ın suçun Çin’de olduğunu söylemesi sokakları yangına çeviren isyanın esas nedenleridir.
Toplumsal hareketlerdeki bu dalgalanmalar ABD ile sınırlı kalmayacaktır. Neoliberal sömürü politikalarıyla dünya zenginliğinin yüzde 82’si, nüfusun yüzde 1’inin elindedir. Kişisel servetler onlarca ülkenin milli gelirinden fazladır. 2011-2017 arasında açlık sorunu yaşayan ülke sayısı 65’ten 77’ye yükseldi. Salgının dünya ekonomisinde yarattığı yıkımın bu durumu daha da vahim hale getireceği köhne düzenin savunucuları tarafından da vurgulanıyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), “850 milyon insan kronik açlık çekiyor, buna 150 milyon insan daha eklenecek”; IMF, “dünya ekonomisi yüzde 3 küçülecek”; BM, “500 milyon kişi yoksullaşacak”; ILO, “1,25 milyar insan işsiz kalacak” açıklamaları yapıyor. Bu rakamlar kitlesel işsizlik, yoksulluk, açlık anlamına gelirken aynı zamanda ayaklanmaların da kitlesel olacağını söylemektedir. Nitekim son dönem ayaklanmalardaki kitlesellik bunu kanıtlamaktadır.
Egemen sınıfların, farklı ülkelerinde yaşanan isyanlara refleksi hemen her ülkede aynıdır: Devleti güçlendirme, yetkileri artırma, ordu ve polis gücünü sokağa indirme, güvenlik “tedbirlerini” artırma, manipülasyona ağırlık verme vb. ayaklanmaları, sistem dışına çıkanları bastırmanın yanı sıra tüm toplumu, bizim gibi yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde düzen içi muhalefeti, düzen partilerini dahi baskı altına alma sıradanlaştırılmaktadır. Bu egemen sınıfların yaşadığı korkuyu da gözler önüne sermektedir.
Ekonomi ve politikadaki genel durum sınıf mücadelesinin giderek keskinleşeceğini, işçi sınıfına ve ezilen kesimlere saldırıların yoğunlaşacağını gösteriyor. Egemen sınıfların saldırgan siyaseti burjuva iktidarın ne pahasına olursa olsun korunması esasına dayanmaktadır. Trump’ın “belediye başkanları ordumuzun gücünü kullanmaktan çekinmemeli” demesi Trump şahsında ABD burjuvazisinin bir isyan karşısındaki tavrının ifadesidir.
Bu tavır salt ABD’ye özgü bir tavır değildir. TC devleti de başta işçi sınıfı ve Kürtler olmak üzere ezilenlerin haklı ve meşru taleplerini dile getirmesine izin vermemektedir ve hatta düzen partileri üzerinde bile tahakküm kurmaktadır. Tüm yetkileri “Türk tipi başkanlık” sıfatıyla elinde toplamaya çalışan Erdoğan, kendisine muhalif olan (AKP içindekiler de dahil) her kesime saldırgan bir siyaset izliyor. Bu politikanın esas hedefi komprador Türk burjuvazisinin iktidarını ayakta tutmaktır.
Dünya genelinde yaşanan ayaklanmalar son yirmi yıllık süreçte birbirini takip eden aynı nedene dayanan ayaklanmalardır. Sorunun ana kaynağı kapitalist-emperyalist sistemdir. Ayaklanmalar bu köhne düzenin sorgulandığının ve alternatif arayışının farklı biçimlerde açığa çıktığının göstergesidir.
Egemen sınıfların ellerindeki zor araçları ve teknolojik araçlarla yaratmak istedikleri korku imparatorluğu aç ve yoksul kitlelerin öfkesi karşısında tuzla buz olmaya mahkumdur. Tüm bunların kitlelerin gücü karşısında hiçbir anlam ifade etmediği, etmeyeceği bir kez daha ABD sokaklarında kanıtlanmaktadır. Dünya halklarına kan kusturan, darbeler, iç savaşlar, işgaller örgütleyen, katliamlar gerçekleştiren ABD emperyalizminin kâğıttan kaplan olduğudur kanıtlanan. Ezilen halklar karşısındaki güçsüzlüğüdür ekranlara yansıyan.
Roma İmparatorluğu, tıpkı ABD gibi dünyaya on yıllarca hükmetti. Dünya halklarını devasa ordusuyla kılıçtan geçirdi. Onları köleleştirdi. Gücü Avrupa’dan Asya ve Afrika’ya kadar uzanıyordu, rakipsizdi. Ekonomik ve askeri üstünlüğü vardı. Bu “muazzam” güç yenilmezdi. Ta ki köleler ve köylüler, yani ezilenler kendi tarihlerini yazmaya başlayana kadar. “Yüce” Roma İmparatorluğu’nda köle ve köylülerin ayaklanması imparatorluğu dize getirdi, Roma için sonun başlangıcı oldu. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bugüne dünyaya “hükmeden” ABD emperyalizmi işçi sınıfı ve ezilenler karşısında aynı sonu paylaşmaya mahkumdur.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Haziran 2020 tarihli 63. sayısından alınmıştır.