Emperyalizmin 15 yılı aşan mali krizi ve bununla birlikte derinleşen siyasi krizi, önemli bir süredir bölgesel savaş ve işgalleri doğurmuş, bu durum bölgesel ve uluslararası çapta keskinleşen çelişki ve gelişmelerle birlikte yeni bir dünya savaşı “riski”ne evrilmiştir. Bu tartışmanın yoğunlaştığı ve pratik olarak odaklandığı ana alanlardan biri Rusya-Ukrayna savaşı olmaktadır. ABD ve NATO’nun savaş kışkırtıcılığı ve yayılmacı politikalarına karşı emperyalist Rusya’nın Ukrayna’yı işgal cevabının ardından emperyalistler arası çekişmenin yeni bir boyut kazandığı görülmüştür. Gelinen aşamada işgal ve savaşın boyutu; ekonomik, siyasi ve askeri olarak hem savaşın iki cephesinde hem de savaşta etkin/pasif konum alan farklı emperyalist devletlerde yarattığı etki ve sonuçlar doğal olarak yeni bir dünya savaşı ve olası sonuçları üzerinde bir tartışmayı doğurmaktadır.
Rusya-Ukrayna savaşının emperyalistler arası çelişkileri sadece politik değil askeri çatışmaya evriltme tehlikesi ABD, NATO, AB gibi emperyalist birlik ve devletlerin bölgeye ilişkin tutumundan da kaynaklanmaktadır. İşgal ve savaşın başladığı günden bu yana her ne kadar Putin’in “kısa zamanda zaferle sonuçlanacağını beklediği” sürecin kendileri için gittikçe uzuyor olmasına rağmen, Rusya’nın ciddi toprak kazanımı ve ilerleyişi sürüyor. Bu noktada Ukrayna’nın Rusya’ya karşı savaş gücünün yetmezliği de belirleyici olmaktadır. Öyle ki bu yetmezlik sonucu emperyalistler tarafından savaşa sürüklenen Ukrayna’ya yine bu emperyalist devletlerin yaptığı askeri yardımlar ve tedarik edilen bu silahların Rusya topraklarında kullanılmasına izin verilmesi olası bir dünya savaşı tartışmalarını doğuran önemli faktörlerden biri olmaktadır. İşgal ve savaşın başında “savunma” için Ukrayna’ya tedarik edilen askeri malzemelere yenileri eklenerek Rusya topraklarında kullanılmasına yeşil ışık yakan farklı emperyalist devletlere Rusya’nın cevabı benzer bir tehditle olmuştur. Putin yaptığı açıklamada “batılı hedeflere saldırmak için çeşitli ülkeleri silahlandırılabileceği” tehdidinde bulunarak mevcut çekişmede diğer emperyalist kamplara karşı bir tavır almıştır. Bu da açıkça göstermektedir ki bölgesel işgal ya da savaşlar esasta bir bütün emperyalist devletlerin kendi aralarındaki çelişkilerini çözmede bir araç olmaktadır. Savaşın alanda bulunan iki cephesi Rusya ve Ukrayna’nın her ne kadar her açıklamalarında “anlamsız savaş” vurguları yaparak kendi çaplarında savaşı sona erdirecek adımlar atma gösterişinde bulunsalar da var olan bu işgal-savaş gerçekliğinin, emperyalistler arası farklı çıkar ve derinleşen çekişmelerde konum alınacak önemli bir olgu olduğu açıkça ortadadır. Yeni bir dünya savaşı riski ya da tehdidi de buradan doğmaktadır. Yine Rusya işgal ettiği alanlardaki ilerleyiş gücünü ve kısmi başarısına da güvenerek, karşı emperyalist kampla ilişkisini sürdüren devletlere de gözdağı vermektedir. Bunlardan biri de faşist TC olmaktadır. TC’nin ABD ve Batılı emperyalistlerle giriştiği ekonomik destek yardımlarına karşı Rusya’nın gözdağı “Türk ekonomisinin kazancından çok kaybı olur” olmuştur. Bu noktada yakın dönemde Suriye ile başlayan, Ukrayna ve Filistin’le devam eden süreçte TC’nin hemen her gün değişen ve kendi normlarında dahi tutarlı olmayan konumlanışında yarı bağımlı karakterinin etkisi görülüyor. Özelde ABD-Rusya arasında gidip gelen ve yine uşaklık pozisyonunun gereği “pastadan arta kalanlardan pay kapma” hevesi TC’yi bu gerçekliğe sürüklemektedir. Bu süreç içeride faşizmi daha saldırgan, en ufak demokratik talebi en başında şiddetle bastıran, yönetememe krizini faşizm koşullarını her zamankinden daha çok katmerleştirerek bir süre daha geçiştirmeyi hedefleyen bir süreci doğurmaktadır.
Rusya, işgal saldırısını sürdürüp toprak kazanımları elde ederken aynı zamanda büyük çaplı askeri çatışmaları ve rakip emperyalistlerle bu eksende karşı karşıya gelmekte dahil yeni dünya koşullarına da hazırlanmaya ve içeride düzeni korumaya devam ediyor. Yakın zamanda Rus emperyalizmi en yetkili ağızlardan “nükleer kabiliyetlerine” dair açık vurgular yapmaktan çekinmemiştir. NATO tehdidi ve saldırıları karşısında konvansiyonel açıdan yetersizliklerini kabul ederken, kendi çıkarlarını korumak için “her şeyi” göze alabileceklerine dair ifadeler açık ve kamuoyunun önünde ifade edilmiştir. Bu tehditler eşliğinde Ukrayna’da ABD önderliğindeki NATO destekli Ukrayna güçlerini sürekli ve sistemli şekilde zayıflatan, toprak kazanımlarını genişleten bir çizgi izlemiştir. İçerde ise muhalifleri baskılayan ve milliyetçiliğe dayanarak kitleler üzerinde çok güçlü ideolojik bir hegemonya oluşturmuştur. Kitleleri NATO tehdidi korkusuyla kendi emperyalist çıkarları etrafında kaynaştırmayı başarabilmiştir. İç bütünlüğünü bu temelde güçlendirmiştir. Wagner’in lideri Progojin ve ekibini ortadan kaldırarak ortaya koyduğu irade politik gücünü pekiştiren tablo oluşturmuştur.
Emperyalizmin savaş kışkırtıcılığı ve kendi krizini aşmak için gittikçe hırçınlaştığı benzer süreci Filistin’de de görmekteyiz. Siyonist İsrail’in işgali altında bulunan toprakları için mücadele eden Filistin halkı ve ulusal kurtuluş güçlerinin direnişi ve bunu destekleyenlere karşı emperyalist devletlerde tecrit ve engelleme hâkim olan ana anlayıştır. İçerde bu tavrı alan emperyalist devletlerin İsrail-Filistin meselesinde aldığı konumlanış da yine farklı çekişmeler sonucu doğan adımları doğurmaktadır.
Yaşanan ve büyüyen bölgesel savaşların dünya halkları üzerinde bir dünya savaşı tehdidine dönüşmesi aynı zamanda halkların iradesini engelleme, onları devletlere tabi kılma amacı da taşımaktadır. Krizin faturasını ödeyen, açlık-yoksulluk-savaş üçgenine hapsedilmiş dünya halklarının emperyalizme karşı mücadelesi bir dünya savaşı tehdidiyle kesilmek istenmektedir. Bundan önceki paylaşım savaşlarının yarattığı tahribat ve etki hâlâ sürerken, geniş halk kitlelerinin “böylesi acıları bir daha yaşamama” çekincesi motivasyonuyla bu durumu halklar üzerinde kullanan emperyalizm, aşamadığı krizinden çıkamama durumunu ve buna bağlı olarak iktidarını sürdürme olanağını buradan aramaktadır. Ekonomik ve siyasi olarak krizin aşılamayacak kadar derinleşmesi, birçok ülkede isyan ve ayaklanmaların baş gösterdiği, bölgesel savaş ve işgallerin on binlerce insanın hayatına mal olduğu bir süreçte ezilen halklarda biriken öfkenin patlaması, dipten gelen dalganın yüzeye çıkarak esas düşmanına yönelmesi emperyalizm en büyük korkusudur. Bu korkuyu büyütmek ve korktuklarını başına getirmek ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin her cephede büyütülmesi ve desteklenmesiyle olacaktır. Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizme karşı geniş halk kitlelerini proletarya önderliğinde birleştirecek anti emperyalist cephenin büyütülmesi bugün en önemli görevlerden biridir.