Emperyalist-kapitalist sistemde ekonomik krizler sisteme içkindir. Belli başlı büyük krizler, yarattıkları sarsıntılar nedeniyle hiç kuşkusuz sıradan krizlerden farklı ele alınmayı hak eder. Bununla birlikte her kriz, sonsuz kâr hırsına dayanmakla aynı sebeplere dayanır. Her sıradan kriz kendinde büyük krizleri olgunlaştırır ve her süreç mutlaka ama mutlaka büyük krizlerle sonuçlanır. Artık daha sık gerçekleşen devrevî krizler farklı yoğunluklarda ve bir sarmal halinde gerçekleşiyor. Krizlerin yoğunluğu emperyalistler arasındaki çelişkilerin gidişatını doğrudan etkilemektedir. Özellikle pandemi ve sonrasında bu çelişkilerin girdiği rota, ekonomik krizden beslenmekle birlikte büyük siyasi krizler için de nedendir.
Pandemi sürecinde dünya çapında, birkaç büyük kriz riski ortaya çıkmıştı. Bunlardan ilki, Çin sosyal emperyalizminin pandemi politikalarının ve emperyalist çekişmeyi kendi lehine tırmandırma girişimlerinin sonucu olarak belirmişti. Dünya emtia üretiminin ve deniz yolu ticaretinin en önemli unsuru olan Çin’in ekonomik hinterlandı, bu politikalar ile dünyaya sınırlandırılmış ilk etapta emtia dolaşımında kesinti sorunu, dünya ticaretinde tedarik zincirinde aksamalar ortaya çıkmıştı. Bu dünya çapında hammadde ve meta fiyatlarında artışa, diğer faktörler ile birleşerek geniş bir enflasyon baskısına yol açmıştı. Beraberinde Batılı emperyalistlerin savaş kışkırtıcı ve yayılmacı politikaları sonucu Rus emperyalizminin Ukrayna’da işgale girişmesi, dünya piyasalarını sarsmış, çok segmentli yeni bir krize kapı aralamıştı. Dünyanın doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 16’sını karşılayarak ABD’nin ardından ikinci en büyük enerji kaynağı tedarikçisi olan Rusya’nın, aynı zamanda Ukrayna ile birlikte en büyük tahıl ihracatçıları arasında olmaları bu krizin kaynağını özetlemektedir. Karşılıklı yaptırımlar ve ticari kesintiler, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere daha birçok ülkede enerji ve gıda alanında, insanî boyutları da olacak bir riski beraberinde getirmişti.
Uluslararası ticaretin iç içeliği ve emperyalist sermayenin dünya çapında yayılımı, bir alanda yaşanacak en küçük krizin ve kesintinin dünya sathında etkilerinin olmasını da beraberinde getirmektedir. Pandemi ve sonrasında beliren ve artan kriz riskleri, emperyalistlerin ekonomik mücadelesinin gerginliğinin sonucu hem de ivme kazanmasının sebebi haline gelmişti. ABD emperyalizminin izlediği ekonomik politikalar ile dünya sermaye ihracının musluklarını kısarak daha az sermaye ile daha azgın sömürü koşulları yaratması özellikle bağımlı ülkelerin ekonomik gidişatını altüst etmişti. Bu denli risklerin arasında ABD emperyalizmi dünya ticaretinin en önemli unsuru ve rezerv para birimi olan dolara dair politikalarını, hem diğer emperyalistler ile mücadele gücünü artırmak hem de bağımlı ülkelerde sömürü ve talan koşullarını kendi çıkarlarını besleyecek biçimde daha olgun hale getirmeye çalışmaktaydı. Bu koşullarda genişleyen para politikası izlemek, hem var olan enflasyonist baskıyı perçinleyecek hem doların rekabet gücünü azaltacak ve bir mücadele aracı olarak pozisyonunu zayıflatacaktı. Ayrıca yine aynı koşullar sebebi ile ucuz faiz ile dağıtılan bol paranın geri dönüşü zorlaşacak, özel tüketim artacak ve tasarruf rafa kalkacak, 2007-2008 krizi gibi geniş bir finans krizi kaçınılmaz hale gelecekti. Bununla birlikte emperyalistlerin birbiri ile çekişmesi ve ortaya çıkan gerginlik her halükârda piyasalarda tedirginlik yaratacak ve riskli alanlarda sermaye hareketi azalacaktı. Parasal daralma politikasına demirlenmenin gerekçeleri kabaca bunlar olmaktaydı. Ancak şu bir gerçektir ve kapitalizmin doğasının bir sonucudur ki kapitalist piyasada hiçbir zaman “net bir reçete” yazılamamaktadır. Bir kriz olasılığına alınan önlemler başka riskleri beraberinde getirmektedir. Dünya çapında ekonomik ağır resesyon, üretim daralması ve ekonomik küçülme, istihdam sorunu gibi muhtemel olguların yanı sıra, özellikle borç döngüsünü aksatacak finansal riskler gündeme gelmektedir. Bu ağır riskler, yatırımcıların veya üretim alanındaki dev kapitalist işletmelerin yeni iştigallere girişme olanaklarını daraltmakta, finans sektörü müşterilerinin güvenli limanlarda kalarak teknoloji ve bilişim alanlarındaki faaliyetlerini sınırlamakta, böylece ekonomik gelişim çok yönlü olarak tehdit altında kalmaktadır. Bu tehditler altında, özellikle banka iflaslarının başlaması ve sermayenin gerçekleştirilmesi ihtiyacı, ABD’nin yeniden parasal genişleme politikasına dönüşmesine sebep oldu. Uzun zaman sonra faiz indirimine giden ABD’nin bu hamlesi, her ne kadar piyasalardaki tedirginliği gidermeyi amaçlasa da beklentileri karşılamadı. Ekonomik resesyon beklentileri devam ederken riskleri giderecek adım beklentileri sürüyor.
Ağustos ayında Fed’den gelen yumuşama mesajlarına rağmen ekonomik verilerin olumsuz gelmesi, resesyon endişelerinin sürmesine dolayısı ile beklentilerin de yükselmesine sebep oldu. Çünkü, İmalat Sanayi Satın Alma Yöneticileri Endeksi yumuşama beklentilerine rağmen önceki aylara göre düşük kalmış, fabrika siparişleri yaz aylarında mevsimsel artılara rağmen beklenenden daha düşük seviyelere gerilemiş, özellikle artış beklenen inşaat gibi sektörlerde tam tersine azalış görülmüştü. İstihdamın rekor oranlarda azalışı, işsizliğin artışı, işsizlik maaşına başvuruların yaz aylarında beklentinin üzerinde, yalnızca temmuz sonunda bu rakamın 249 bin dolayına yükselmesi yine piyasa beklentilerinin tam tersine işaret etmekteydi. Amerikan borsaları bu belirsizlik karşısında çakıldı, tahvil piyasalarında enflasyon riski sebebi ile geçtiğimiz yıllarda satışlarda yoğunluk gözlenirken bu yıl tahvil faizleri, bu kez resesyon korkusu ile son bir yılın dip noktasını gördü. Bu durum, Fed tarafından risk alınarak büyük indirim adımlarının atılacağı beklentisini kuvvetlendirdi; ancak eylül ayında gerçekleşen 50 baz puanlık indirim, piyasa beklentilerinin altında kaldı. Emperyalist çelişkilerin gergin seyrini sürdürüyor oluşu, ABD’nin faiz politikasını yukarıda tutma gerekçelerinin varlığına işaret ederken artan kriz riskleri ve balonun patlamaya hazır hale gelmesi ise temkinli yumuşak geçişlerin yapılması zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Ancak bunların yeterli olup olmayacağı, bir duvarın onarılmaya çalışılmasının, başka duvarların yıkılmasına sebep olup olmayacağı henüz net değildir. Bununla birlikte ABD’nin tüm bu duvarların altında kalması da ihtimal dahilindedir. Pandemi başından bu yana riskli varlık alanları arasında olması sebebi ile ezildikçe ezilen kripto para alanı, bu kez de resesyonun sebep olduğu güvenli varlık alanlarına kaçış dolayısıyla çakıldı. Popüler olduğu dönemlerde “önüne geçilemez, devletler üstü, denetimi mümkün olmayan” bir alan olarak piyasada propagandası yapılan kripto para alanının, ne derecede kırılgan ve emperyalist politikalara endeksli olduğu da bir kez daha görüldü.
Belirsizliğin bir diğer kaynağı, ABD’deki seçimi sürecidir. ABD faiz politikalarının içerdiği açmaz, seçim belirsizliği ve tedirginlikler sebebi ile hem enflasyonun tırmanışa geçeceği hem de ekonomik küçülmenin ve resesyonun ortaya çıkması yani stagflasyon riskini gündeme getirmektedir. Özellikle Trump’ın seçilmesi durumunda ekonomik savaşa ağırlık verileceği, bu durumun düşürülmeye çalışılan enflasyonun artışına sebep olacağı, ayrıca piyasa tedirginliği sebebi ile ekonomik durgunluğun dolayısı ile istihdam düşüşlerinin görüleceği öngörüleri yaygın durumda. Sistem için alacakaranlık senaryoların konuşulmaya başlandığı görülmektedir. Bu iddiaların dile gelmesi, aynı zamanda sistemin önünde bu biçimde bir riskin belirdiğine işaret etmektedir.
ABD merkezli resesyon riski ve borsa çalkalanmaları, özellikle İngiltere, Avrupa ve Japonya piyasalarında da büyük endişeye ve borsada çakılmalara sebep olmuştu. Bu ülkelerin aynı zamanda ABD piyasaları ile doğrudan veya dolaylı iç içe geçmişliğinin ne derecede büyük olduğu da bu göstergeler ile rahatlıkla görülebilmektedir. Almanya, yüksek hammadde ve üretim maliyetleri, KOBİ’lerin yüksek finansal faaliyetlerden etkilenmeleri ve Çin ile rekabette yaşanan zorluklar sebebi ile resesyon tehdidinin en fazla hissedildiği ülkelerin başında gelmektedir. Öyle ki 2024 yılında ekonomik küçülme yaşayacak tek G7 ülkesinin Almanya olacağı konuşulmaktadır. Böylece üst üste 2 yıl ekonomik küçülme görülecek olması Almanya için karanlık senaryoları olası kılıyor. Alman ekonomisinin küçülme sebeplerini siyasi koşullarla açıklama yaklaşımlarının doğru olmadığını vurgulamamız gerekir, temel sorun kapitalizmin aşırı üretime dayanan sorunlarından kaynaklanmaktadır. Dünya pazarları üzerindeki rekabet gücünün zayıflaması ve enerji alanı dahil olmak üzere hammadde erişiminin gitgide daha sınırlı ve maliyetli hale gelmesi bu sorunlardan bağımsız değildir.
Japonya, ağustos dalgalanmalarını en sert yaşayan ülke olmuştu. Piyasalarda korku endeksinin zirveye ulaşmasının yanı sıra Japon hükümeti, geçtiğimiz yıl ekonomik sırlamada yaşadığı gerilemeyi telafi etmek için adımlar atmaktaydı. Gücünü büyük ölçüde kaybeden Japon Yeni’ne yeniden güç kazandırmak adına Japonya Merkez Bankası tarafından faiz artırımı yoluna gidilmiş, ekonomik küçülme risklerini ve istihdam düşüşünü göze alan adımlar atılmıştı. Ancak bu durum uzun süreli olmadı, Japonya Merkez Bankası geçtiğimiz günlerde farklı bir faiz politikasının da ihtimaller dahilinde olduğunu açıkladı. Fed tarafından beklentilerin altında kalan faiz indiriminin bu politika değişikliğinde etken olduğu değerlendirilmektedir. İngiltere ve Fransa gibi diğer ülkelerde de benzer bir görünüm mevcutken riskler tüm bu ülkelerce ortak biçimde paylaşılmaktadır. Sistemin ne derece büyük riskler altında bulunduğu ve kolonlarının riskler altında her an parçalanabileceği bir sır değildir. Belirttiğimiz bu belirsizlik atmosferi, egemen sınıflar için geçerlidir. Ezilen halklar için ise her şey belirgindir. Her an hayatlarını altüst edebilecek daha zorlu koşullar hemen önlerindedir. Tüm bunlar sistemin dümeninde kimin bulunduğundan bağımsız olarak emperyalist-kapitalist sistemin yapısının sonuçlarıdır. Bu sistem var oldukça her zaman daha büyük ve ölümcül riskler olacaktır, bu riskler azalmayacak, artacaktır.
Sahte düzelme umutlarının hiçbir karşılığı yoktur. 2008 krizinin etkileri henüz sürerken daha büyük çaplı ve muhtemelen pazar alanlarının dağılımında değişimler ile sonuçlanacak krizin birikimi devam etmektedir. Bunun anlamı dünya için katliam ve yıkımdır. Ancak bu mutlak bir son değildir, tüm bunları engellemek yine bizim ellerimizdedir, gerici sistemin yok edilmesi tüm ezilen için bir zorunluluktur.