II. Paylaşım Savaşı’ndan önce Alman emperyalizminin uşağı konumunda bulunan Türk hakim sınıfları, savaşın ardından emperyalist-kapitalist sistemin yeni hegemon gücü olan ABD’nin kanatları altına girer. Bu tarihten itibaren Türk devletinin Ortadoğu’ya ilişkin politikalarında, Arap devletleri ile ilişkilerinde ABD emperyalizmi belirleyici konuma gelir. Dolayısıyla bu tarihten günümüze kadar ABD’nin Ortadoğu stratejisi anlaşılmadan, bu strateji çerçevesinde uşaklarına biçtiği roller görülmeden, Türk devletinin Ortadoğu politikalarını anlayabilmek de mümkün olmaz.
II. Paylaşım Savaşı’nın hemen ardından ABD “soğuk savaş” ile sosyalizme savaş açar ve Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesi, sosyalizmin yayılmasının önlenmesi ABD’nin temel amaçlarından biri olur. Sovyetlerin revizyonist bir hatta girdiği 1950’li yılların ortalarından itibaren de bu ülkeyle girdiği hegemonya mücadelesi nedeniyle ABD’nin “çevreleme politikası” devam ettirilir. “Soğuk savaş” saldırısının bir diğer amacı ABD’nin küresel hegemonyasını tesis etmektir. Soğuk savaş saldırısında ABD Ortadoğu’ya büyük önem verir. Sahip olduğu doğal kaynaklar ve jeopolitik konumu nedeniyle bölge ABD açısından Sovyetler Birliği’ne bırakılamayacak kadar önemlidir ve ABD’nin küresel hegemonyasını tesis edebilmesi için Ortadoğu’da rakiplerine üstünlük kurması elzemdir.
Paylaşım Savaşı’nın ardından zayıflayan emperyalistler İngiltere ve Fransa, sömürgeleştirmiş oldukları Arap ülkelerine “bağımsızlık” tanımak zorunda kalır ve bölgeden büyük oranda çekilir. İngiltere ve Fransa’nın çekilmesi de ABD açısından bölgeyi ele geçirmek için iştah açan bir faktör olur. Ortadoğu’ya dönük başlattığı hegemonya saldırısında, Türk devleti ABD’nin “baş müttefiki” (baş uşağı olarak da okunabilir) olarak yer alır.
Türk devleti bu süreçte ABD’nin yanında yer alıp, onun baş uşaklığını yaparak Ortadoğu’da etkisini artırabileceğini, bölgenin paylaşımından kırıntılar alabileceğini, I. Paylaşım Savaşı’nın ardından çıkarıldığı bölgeye yeniden girebileceğini hesaplamaktaydı. Sermaye birikimi oldukça zayıf olan Türk komprador burjuvazisi, tetikçilik hizmetiyle ABD’nin uşaklarına verdiği askeri ve ekonomik yardımlardan daha fazla pay alabileceğini hesaplıyordu. Zaten o dönemde büyük oranda tarıma dayanan, sanayileşmesi zayıf olan Türk ekonomisi ABD ve Avrupalı emperyalistlerin uşaklık hizmeti karşılığında kırıntı olarak verdikleri hibe ve yardımlarla dönüyordu. Bu sebeplerle Türk devleti ABD’nin tetikçilik görevini seve seve kabul ediyor. ABD’nin, bölgede Sovyetler Birliği’ne karşı NATO’yu tamamlayacak bir pakt olarak düşündüğü Bağdat Paktı’nın kurulmasına öncülük eder. Yine aynı dönemde bağımsızlığını yeni kazanmış kimi Arap ülkelerinde (Mısır, Irak, Suriye gibi) iktidarı darbe sonucu ele geçirerek milliyetçi söylemler kullanan askerler (Nasır gibi) ABD’nin hedefi haline gelir. esasında ne Suriye’de iktidarı ele geçiren BAAS partisinin ne de Mısır’da iktidarı almış Nasır’ın emperyalist-kapitalist sistemle bir sorunları yoktu. Ancak bu aktörlerin, kendilerine daha fazla alan açmak adına Sovyetlerle ABD arasında bir denge politikasına yönelmeleri ABD’yi öfkelendiriyordu. Türk devleti bu rejimlere yönelik saldırılarla da ABD’nin ve Avrupalı emperyalistlerin yanında yer alır. Örneğin Süveyş Kanalı’nın “millileştirilmesi” üzerine, İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a savaş açmasını hararetle destekler. Kendisi de Suriye sınırına asker yığarak, ABD’nin onayı ile bu ülkeyi işgal etmek ister ancak Sovyetler Birliği’nin uyarıları sonucu hevesi kursağında kalır ve işgali gerçekleştiremez. 1950’li yıllarda, bölgede gittikçe güçlenen komünist partiler, halk hareketleri ve ulusal kurtuluş hareketleri de ABD’nin saldırganlığının hedeflerinden biri hatta ilki olur. Türk devleti, ezilenlere yönelik bu saldırılarda da emperyalistlerin yanında konumlanır. Örneğin, Fransız sömürgeciliğine karşı şanlı bir kurtuluş mücadelesi veren Cezayir halkının karşısında Türk devleti, Fransa’yı destekler hatta BM’de yapılan oylamalarda Fransa lehine oy kullanır. Yine Türkiye’de bulunan İncirlik Üssü bu süreçte (ve aslında bugün de) ABD’nin bölgede, halklara, kendisiyle çelişkiler yaşayan devletlere yönelik harekatlarının kumanda merkezi olur. İncirlik’ten kalkan uçaklarla Lübnan işgal edilir, İsrail desteklenir vb. Türk devleti İsrail’i tanıyan ilk “Müslüman” devlet olur.
Türk devletinin, bölgeye adeta bir “Batı ajanı” gibi yaklaşması, bölge devletlerini ABD ile işbirliğine zorlaması, her halk hareketinin karşısında emperyalistlerle ittifak yapması, Arap halkında büyük bir tepki yaratır. Türk devletinin, emperyalizmin tetikçisi olarak bölgeye yönelik her müdahalesi, halklarda, Osmanlı anılarını, geçmiş tahakküm ve işgal yıllarını anımsatır. ABD’nin uşağı olan ve Türk devleti ile işbirliği yapmak zorunda kalan Arap rejimleri bile topraklarında gözünün olduğunu bildiği Türk devletine kuşkuyla yaklaşır ve onun bu kadar öne çıkartılmasından rahatsız olur. Öyle ki işbirlikçi Irak rejimi Bağdat Paktı’na üye olurken, Türk askerinin Irak topraklarına konuşlanmamasını şart koşar.
1960 ve 1970’li yıllarda Türk devleti Ortadoğu’ya ilişkin daha pasif bir pozisyon almak zorunda kalır. 1950’li yılların sonunda yaşanan ekonomik çöküş ve Kıbrıs sorununun dış politikada esas öncelik haline getirilmesi Türk devletini buna mecbur eder. İşte yükselen halk muhalefeti ve Kıbrıs sorununda Arap ülkelerinin desteğine duyulan ihtiyaç, Türk egemenlerinin Ortadoğu’da 1950’lerdeki gibi aktif tetikçilik yapabilmesine olanak vermez. Ayrıca Kıbrıs meselesi nedeniyle ABD ve Avrupalı emperyalistlerle gerilim yaşanması da Türk devletinin Ortadoğu’da aktif olmasına olanak tanımaz. Yine de Türk devleti bu yıllarda da emperyalizme hizmetlerini sürdürür. Bu yıllarda gelişen Filistin kurtuluş mücadelesine karşı İsrail ile ittifak yapılır ve Filistinli örgütler (başta neredeyse emperyalistler dışında tüm dünyanın meşru olarak gördüğü Filistin Kurtuluş Örgütü) “terörist” olarak tanımlanır. ’71 yılında Mısır ve Suriye ile girişte savaşta zor duruma düşen İsrail’e yaptığı yardımlarda ABD İncirlik Üssü’nü kullanır. İncirlik Ortadoğu’ya yönelik saldırılarında ABD’nin ana karargahı olmaya devam eder.
ABD Basra Körfezi’ne yerleşmek için aradığı fırsatı Saddam yönetimindeki Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmesiyle bulur. İşgal üzerine yüz binlerce ABD askeri S. Arabistan’a yerleşir ve Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmak adına başını ABD’nin çektiği bir koalisyon oluşturulur. Turgut Özal’ın hükümette bulunduğu Türk devleti, Irak’a yapılan müdahaleye katılabilmek adına can atar. Türk egemen sınıfları yeniden Kerkük ve Musul hayalleri görmeye başlar. Türk devleti, ABD ile birlikte işgale katılmanın karşılığında, Kerkük ve Musul’u ilhak edebileceğini, Irak Kürtlerinin bir statü kazanmasını önleyebileceğini hesaplar. Özal bu hesabı “bir koyup üç almak” şeklinde formüle eder. Ancak ABD’nin işgali tüm Irak’a yaymaması ile Türk devletinin hevesleri de kursağında kalır. Türk devleti işgal koalisyona yaptığı katkı (tetikçilik hizmetinin karşılığı) ABD’den aldığı para ile yetinmek zorunda kalır.
‘90’lı yıllarda enerjisini büyük oranda Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı savaşa harcayan Türk devleti, Ortadoğu’ya fazla müdahil olamaz. Bu yılların önemli bir gelişmesi ABD’nin teşvikiyle Türk devleti ile İsrail’in açıktan bir stratejik yakınlaşmasının yaşanması olmuştur. İsrail, bölgedeki yalnızlığını aşabilmek adına, bölgedeki Arap olmayan devletlerle ittifaka her zaman önem vermiştir.
Sonuç olarak buraya kadar aktarılanlardan da gördüğümüz üzere Türk egemen sınıflarının bölge halklarının zihninde hiç de olumlu izler bırakmadığı ortadadır. Türk egemenlerinin Ortadoğu’ya ilişkin tarihi, işgallerle, talanla, zulümlerle bezelidir. Türk hakim sınıfları her daim kendini bölgenin sahibi olarak görmektedir. Zayıfladığı dönemlerde içe kapanmak zorunda kalsa da görece güç kazandığı dönemlerde, bölgede yayılmacı bir siyaset izlemeye çalışmaktadır. Bu amaç uğruna, emperyalistlerin bölgedeki tetikçiliğini-fedailiğini yapmakta, onların kendisine bölgede bir alan açmaya ikna etmeye çalışmaktadır. Türk devleti, emperyalistlerin bölgedeki en ileri karakolu vazifesini yapmıştır/yapmaktadır.
B) AKP DÖNEMİNDE TÜRK DEVLETİ İLE ARAP DEVLETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
AKP döneminde Türk devletinin Ortadoğu politikasını anlayabilmemiz için öncelikle AKP’nin iktidara geldiği dönemde, uluslararası konjonktüre ve ABD’nin Ortadoğu’ya yaklaşımına kısaca değinmek gerekir.
2000’li yılların başında, Rus Sosyal Emperyalizminin yıkılması ile birlikte kendini tek süper güç olarak ilan eden ABD emperyalizmi bu yüzyılın “ABD yüzyılı” olacağını iddia eder ve katıksız bir küresel hegemonya tesis etmeye girişir. “Yeni dünya düzeni”, “küreselleşme” söylemleri ABD’nin kurmak istediği katıksız hegemonyanın kılıfları olarak öne sürülür. Gücünün doruğunda olduğunu düşünmenin ve rakipsiz olma iddiasının pervasızlığıyla ABD, bir yandan rakip emperyalist güçleri (Çin-Rusya) kuşatarak, denetim altında tutmaya çalışırken öte yandan özellikle neoliberal dönüşüme uyum sağlamayan, ülkelerini emperyalist sermayenin talanına açmakta yavaş davranan yarı-sömürge devletleri de hedef tahtasına oturtur.
ABD’nin küresel hegemonyasını pekiştirme saldırısında, Ortadoğu temel hedeflerden biri olur. Bu kapsamda geçmişte RSE ile ABD arasında denge politikası izleyerek ayakta kalan, kimisi RSE’nin yıkılmasının ardından dümeni ABD’ye kırmaya başlayan Arap rejimleri ABD’nin hedefi haline gelir. ABD, Rus emperyalizmine yakın duran Esad liderliğindeki Suriye rejimini, neoliberal dönüşüme ayak uyduramayan Saddam ve Kaddafi rejimlerini devirmeyi amaçlamaktaydı. Esasında salt kendisiyle tam uyuşmayan bu devletleri değil, kendi uşağı olan ancak hantal, sürekli sorun ve kriz yaratan yapıları nedeniyle ABD’yi rahatsız eden rejimleri dahi kendisine daha iyi hizmet edecek şekilde dönüştürmeyi amaçlıyordu.
Bu stratejiyi ABD, 11 Eylül’ü bahane ederek önce Afganistan ardından Irak’ı işgal ederek uygulamaya soktu. Irak işgali ile ABD hem bölgenin merkezine askeri gücü ile yerleşmeyi, Irak petrolünü kontrol etmeyi, İran’ı kuşatmak gibi stratejik amaçlarını gerçekleştirmek ister. Irak yaklaşık iki aylık bir sürede İngiltere ve ABD ordularınca işgal edilir. ABD açık açık Irak işgalinin başlangıç olduğunu, sonrasında sıranın Suriye, Libya gibi ülkelere geleceğini dillendirmekteydi.
ABD, Irak işgali ile başlattığı bu saldırganlıkta, Türk devletinin desteğine önem vermekteydi. İktidara geldiği ilk günden itibaren de AKP, Ortadoğu’da daha aktif yayılmacı bir siyaset izlemeyi savunmuştur. AKP’nin bu savunusu esasında Türk komprador burjuvazisinin, emperyalist sermaye girişi ile güçlenmeye başlayan montaj sanayisine, pazar yaratma istemini yansıtıyordu. 2000-2001 yılında yaşanan ekonomik krizin etkilerini bir an önce atlatmak isteyen egemen sınıflar, bir yandan yeni pazarlar istiyor bir yandan yapılacak tetikçilik, uşaklık hizmetinin karşılığında ABD ve AB’nin siyasi-ekonomik desteğini arkasına almaya çalışıyordu. Yani daha fazla halkını sömürmelerini istiyor, uşaklıkta sınır tanımıyordu.
AKP kliğinin Ortadoğu’ya yönelik izlemek istediği siyaseti en iyi yansıtan belge, aynı zamanda özellikle AKP’nin ilk döneminde dış politikaya yön veren Davutoğlu’nun ünlü “Stratejik Derinlik” adlı kitabıdır. Bu kitabında özetle Davutoğlu, bir imparatorluk bakiyesi olan Türk devletinin eski topraklarında (Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika) karşı sorumlulukları bulunduğunu, Türk devletinin bu bölgeler üzerinde güçlü bir tarihsel, kültürel etkisinin bulunduğu, bu etkiyi kullanarak bölgede nüfuzunu geliştirebileceği hatta bölgenin başat aktörü olabileceğini iddia ediyordu. Bölgede yaşanan her soruna müdahil olunmasının gerektiği, bunun için “yumuşak güç” olarak tabir edilen kültürel, diplomatik, siyasi gücün yanında gerektiğinde askeri gücün de kullanılmasından kaçınılmaması isteniyordu. Nihayetinde Türk devletinin bu stratejiyi takip etmesi halinde önce bölgesel ardından küresel bir güç olabileceğini savlanıyordu. Tabi bu politikayla emperyalistlere denmek istenen şuydu: “Benim geçmişim, kültürüm dolayısı ile senin bölge halklarını köleleştirmende, sömürgeleştirmende en iyi aktör olduğumu gösteriyor. Ben senin bölgeye dönük politikalarında bu tarihsel arka planı da kullanarak aktif savaşçın olmak istiyorum. Hatta bölge politikalarında bizi rol model olarak sunarak siz biz de kazançlı çıkarız” diyordu.
AKP’nin Ortadoğu politikalarına yön veren bu belge günümüz güç dengelerini, emperyalist-kapitalist sistem gerçekliğini ve Türk devletinin bu sistem içindeki konumunu dikkate almayan romantik tarih okumasıyla bezeli bir anlayışın ürünüydü.
(Devam Edecek)
Yazının ilk bölümü: https://www.yenidemokrasi33.net/dunden-bugune-turk-egemenlerinin-arap-devletleri-ile-iliskileri-i.html