Emperyalist talan ve çekişmenin odağına kayan Doğu Akdeniz kazanı kaynamaya devam ediyor. Emperyalist tekellerin iştahını kabartan zengin doğalgaz ve petrol yatakları; hem bu tekellerin bölgeye akbaba gibi çöreklenmesine hem de bölgede emperyalistlerin sadık uşakları olarak rol kapıp, onların artıklarından beslenme niyetinde olan gerici-komprador egemen sınıfların çekişmesine sahne oluyor.
Bölgedeki hemen her ülke, emperyalistlerin emelleri doğrultusunda bu girdabın içerisine doğru kulaç atmaktadır. Özellikle Türkiye gibi başlangıçta oyun dışı bırakılan ülkeler; bir yolunu bulup oyunun bir parçasına dahil olabilmek için çeşitli politik-askeri hamleler yapmaktadır. Özellikle Libya’daki mevcut iç savaşa doğrudan müdahale ederek ve halihazırda tartışmalı birçok alanı MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) ilan edip sondaj çalışmalarına başlayacağını ilan ederek kendisinin de emperyalistlerin kırıntılarına talip olduğunu göstermektedir.
25 Mart’ta Türkiye’nin de askeri ve lojistik açıdan açıktan desteklediği Serrac hükümeti, Hafter’e bağlı silahlı unsurlara yönelik “Barış Fırtınası” isimli bir harekât başlattı. Elbette operasyon isminin, Türkiye’nin defalarca Kürtleri hedef alarak Suriye ve Irak Kürdistan’ına yaptığı operasyonların ismini çağrıştırıyor oluşu bir tesadüf değil. Bizzat Türkiye’nin havadan, denizden ve karadan aktif lojistik ve askeri desteği ile başlayan operasyon, 13 Nisan’da başkentten Tunus sınırına kadar olan sahil şeridinin büyük bir kısmının Serrac kontrolüne geçmesini sağladı. Türkiye’nin geçtiğimiz aylarda Serrac güçleri ile yaptığı Libya ile deniz sınırı belirlemeye yönelik anlaşmanın geçerli kılınabilmesi açısından bu hamle, Türkiye için ciddi bir öneme sahipti. Böylece halihazırda büyük bir kısmı Yunanistan’ın denetiminde olan bir alan üzerinde ihtilaf yaratma ve hak iddia etmenin koşullarını sağlayacağını düşünmektedir. Sadece Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgaz kaynaklarının paylaşılmasında pay kapmak için değil, aynı zamanda petrol zengini Libya’nın tüm kaynaklarıyla sömürüsünden kendisinin de emperyalistlerin uygun gördüğü ölçüde faydalanabileceğini düşünmektedir. Bu sebeplerle Serrac hükümeti ile “kutsal kardeşliğini” pekiştirerek bölgede dışlanan değil, emperyalistlerin sadık uşağı olarak onlardan arta kalan kırıntılara kavuşacağının hayalini kurmaktadır. Bu açıdan benzer ittifakları yakın süreçte Tunus ve Arnavutluk gibi Akdeniz ülkeleri ile de kurabileceğinin sinyallerini veren Türkiye, Doğu Akdeniz’de aktif bir hat izlemeye çalışmaktadır.
Diğer taraftan Mısır, B.A.E, Yunanistan gibi ülkeler açıktan Hafter’i desteklediklerini açıklamışlardır. ABD, Rusya ve Fransa gibi emperyalistler ise açıktan bir tavır ve müdahalede bulunmadan bölgedeki gerici uşakları üzerinden süreci götürmeye çalışmaktadırlar. Bunun yanı sıra Rusya tarafından himaye edilen bazı grupların da Hafter saflarında savaştığına dair birçok haber çıkmıştır. Rusya’nın buradaki temel kaygısı geçmişte Libya ile yaptığı petrol ve enerji anlaşmalarının güvenliğini sağlamak ve hızlı bir şekilde politikalarına hizmet edebilecek tarafın hakim gelmesini sağlamaktır. Bu koşullarda bunun güvencesini bir ölçüde vermiş olan ve ülkenin kaynaklarının büyük kısmını elinde tutan Hafter’e yönelik destek tavrı takınmaktadır. AB içindeki ülkeler arasında artan politik kriz ve ihtilafın yükseldiğini Libya örneğinde de görmeye devam etmekteyiz. İtalya bölgedeki tarihsel konumlanışı gereği değişken bir tutum izlemekle birlikte iki tarafla da diyaloğunu sürdürmektedir.
Kaddafi sonrası dönemde çok faktörlü bir yapıya ve çatışmaya sürüklenen Libya’daki durum, İtalya’nın geçmişten gelen çıkarlarını koruma güdüsüyle diplomatik faaliyetlerini arttırarak sürdürmesine yol açmıştır. Aynı zamanda Fransa’nın Hafter destekli güçlerin elinde bulunan petrol sahalarından pay elde etmeye çalışması ve arabuluculuk faaliyetlerinde İtalya’yı dıştalaması, Libya üzerinde İtalya ve Fransa arasında kuvvetli bir çıkar çelişkisi oluşturmaktadır. Fransa esas paradigmasını “Radikal İslam ile Mücadele” olarak açıklamış, bu perspektif ile Hafter’e karşı savaşan gerici gruplardan bazılarına askeri operasyonlar yürütmüştür. Fakat bu desteğin arka planında Hafter kontrolünde bulunan petrol sahalarında Fransız kökenli petrol tekellerinin pay kapmış olmaları yatmaktadır. Elbette emperyalistler bu süreçte hangi tarafın kendisine daha iyi hizmet edebileceğinin kaygısını gütmektedir. Yani dengeler ve ittifaklar değişime açık durumdadır. Bu kaygılarla ve hareket tarzıyla gelişmelere müdahil olan emperyalistlerden biri de kuşkusuz ABD’dir.
ABD başlangıçta Hafter’in elini güçlendirecek birçok diplomatik ve politik adım atmıştır. Askerlerin geri çektiği 2019 yılı aynı zamanda savaşın yoğunluğunun artmasının da sinyalini vermiştir. Ancak süreç ilerledikçe Rusya ve desteklediği aktörlerin elinin güçlenerek hakim olmaya başlaması, ABD’yi daha itidalli görünen bir politikaya sevk etmiş ve Hafter’in Trablus’a başlattığı harekata karşılık ateşkes çağrıları yapmaya başlamış, devamında bir “denge” faktörü olarak Türkiye’nin oyuna dahil olmasına karşı aktif bir tutum belirlememiştir. Bu süreçte Türkiye’nin aktif bir şekilde sürece dahil olmasını aslında ABD’ye rağmen değil, ABD’nin politik tutumunun bir ürünü olarak görmek pekala mümkündür.
Tüm bu çelişkiler, Libya’da mevcut çelişkinin çatışma olmadan çözümünün, emperyalistler ve gerici uşaklarının cephesinden imkansız olduğu, bununla birlikte bu çıkarların sağlanabilmesinin tek yolunun da hızlı bir çözüme ulaşmak olduğu da görülmektedir. Hafter’e yönelik birçok egemen gücün başlangıçta aktif destek açıklamasının bir sebebi de Hafter’in hızlı çözüm garantisinde bulunmasıydı. Ancak süreç ilerledikçe denklemin daha muğlak ve çok değişken olduğu bir hale dönüştüğünü de görmek mümkündür.
Geçtiğimiz günlerde yeni bir gelişme yaşanmış ve Hafter tek taraflı olarak kendini devlet başkanı ilan etmiştir. Bu durum birçok egemen tarafından açıktan kınanmış ve meselinin diplomatik çözümünü zorlaştırdığına dair açıklamalar yapılmıştır. ABD, Rusya ve AB bu hamleye karşılık ateşkes çağrısı yapmış, Hafter’in uluslararası arenada resmi olarak tanınması için atılacak adımların bir ön hazırlığı olarak dikkat çeken bu tavrının emperyalistlerin Libya’da realitede karşılığı olmasa da izlediği sözde “tarafsızlık” yönlü politikalarını etkileyeceğini düşünmektedirler. Bu durumdan olumsuz olarak en çok etkilenecek ülkelerden biri kuşkusuz Türkiye olacaktır. Uluslararası arenada Hafter’ in tanınması, Türkiye’nin en önemli argümanlarından biri olan “meşru hükümeti destekliyoruz” söylemini boşa çıkaracak ve Libya’daki pozisyonunu zora sokacaktır. Aynı zamanda Hafter’in başlattığı karşı saldırılarla kayıp üstüne kayıp veren TC’nin pozisyonunun git gide daha da çıkmaza dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Kaybettiği onlarca SİHA ve asker ise artık bilançonun gizlenmesini TC açısından mümkün olmayan bir merhaleye taşımaktadır.
TC, bunun yanında son olarak Hafter güçlerinin kendi güçlerine saldırması durumunda doğrudan bu güçleri hedefleyeceğini belirtti. Zaten sahada aktif askeri gücü bulunan Türkiye’nin daha fazla çatışmaya doğru sürüklenmesi eğilimi güçlenmektedir. Dış politikada sorunu diplomatik girişimlerin dışına taşıyıp askeri gücünü etkin şekilde kullanan siyaset, ortaya çıkacak her türlü gerginliğinde açık ve kesin tarafı olmak anlamına gelmektedir. Bu da sıcak savaşla yüz yüze olmak anlamına gelmektedir. Türk hakim sınıflarının Suriye ve Libya’daki konumlanışı artık bu düzeydedir. Bu olası savaş koşullarında koç başı olma rolü anlamına gelmektedir.
Tümüyle emperyalist talancılığın ve onların sadık uşaklarının çıkar çatışmalarının sonucu oluşan yıkım ve kan gölüne dönen topraklar, gözyaşı ve açlık ise bölge halkına çıkan faturadır. Emperyalizme ve bölgeyi uçuruma sürükleyen komprador gericiliğe karşı bölge halklarının tek kurtuluş reçetesi emperyalizmin, kapitalizmin ve her türden gericiliğin yeryüzünden yok oluş uçurumuna sürüklenip atılmasıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Mayıs 2020 tarihli 61. sayısından alınmıştır.