Siyonist İsrail Filistin-Gazze’de soykırıma, Lübnan’da işgal ve katliama ara vermeksizin devam ediyor. ABD ve İsrail, direnişten arındırılmış bir Filistin davası denklemi için açıkça soykırım yapıyor, Hizbullah’ın olmadığı bir Lübnan yaratmaya çalışıyor. Direniş örgütleri, bulundukları ülkelerde tabanları ve temsil ettikleri değerler yokmuş gibi, salt birer uzantıymış gibi emperyalizm ve Siyonizm tarafından İran’ın kullandığı bir araç, onun kolu kanadı olarak gösteriliyor. Söz konusu örgütlerin kendi dinamikleri, siyasî ve örgütsel gerçeklikleri inkâr edilerek işgal ve soykırıma varan saldırıları meşrulaştırılmak isteniyor. Tıpkı ülkemizde PKK’ye yapıldığı gibi… Filistin ve Lübnan’ın ulusal varlıkları silahlı direnişe olanak vermeyen bir karaktere kavuşturulmak isteniyor. Böylelikle ABD emperyalizminin bölgedeki hegemonyası genişleyecek ve İran daraltılarak Rusya kuşatması Kafkasya’da tahkim edilecek. Bunun için ABD kapsamlı bir yol temizliğine bilhassa silahlı direniş örgütlerinin tasfiyesine kendini mahkûm hissediyor.
Bu durum direniş ekseninin kırılması kadar devletler düzeyinde doğrudan karşılaşmaların da zeminini yaratıyor. Siyonist İsrail, varoluşuna bir tehdit olarak gösterdiği İran’a onu zayıf düşürdüğü oranda direkt yönelen adımlar atıyor. İran, Nasrallah ve birçok başka liderin katledilmesine karşılık İsrail’e 1 Ekim’de füzelerle yanıt verdi. İsrail de 26 Ekim’de doğrudan İran’a yönelen bir misilleme gerçekleştirdi. Bu son saldırıya dair hasar raporlarında, İran düşük düzeyde bir etkiden İsrail ise füze ve hava savunma sistemlerinin imha edildiğinden söz etti. ABD, rafineri ve nükleer tesislere yönelmemiş olmakla İsrail saldırısını olumlayan bir tavır gösterdi. Bu aşamada saldırıların çapından ve kontrollü olup olmadığından daha önemlisi iki devletin resmî olarak birbirine saldırma aşamasına gelmiş olmasına yoğunlaşılmalı.
Bu durum askerî hamlelerin örtülü karakterinin kalkmış olmasına işaret etmektedir. Bu gelişme stratejik planın bir parçası, ABD’nin güçleri saflara bölme hamlesi olarak okunmalıdır. Silahlı örgütlerin tasfiye edilerek özellikle Lübnan, Suriye ve Irak’ta politik egemenliklerin yeniden biçimlendirilmek istendiği ve odak noktasında İran’ın zayıflatılması ve kuşatılmasının olduğu bir yönelim örgütlenmektedir.
Siyonizm’in saldırısının bugün bölgede dengenin yeniden oluşturulması, sınırların ve ilişkilerin yeniden tanımlanmasına yol açan bir özellik taşıdığını söylemek mümkün. Bölgedeki tüm devletleri etkileyen, tüm ulusal-sosyal-kültürel sorunları biçimlendirmeye yol açan bir saldırıdan bahsetmek gerekir.
ABD emperyalizmi, sorun teşkil eden kimi düğüm noktalarına bu vesileyle daha güçlü yönelmektedir. ABD için Suriye, Irak ve İran eksenindeki olanaklı değişimde ortak payda Kürt ulusal sorunudur. Tarihsel bir haksızlıkla dört parçaya bölünmüş bulunan Kürdistan, her parçada ayrı ulusal varlıklar oluşturarak bölgedeki temel düğüm noktası olmuştur. Bölgeyi kapsayan çatışma ve çelişkiler içinde bu sorun temel bir ulusal sorun olarak yerini alıyor. Suriye, İran, Irak, Türkiye egemenliği altında ilhak edilmiş Kürdistan, gelinen aşamada Suriye ve Irak rejimlerinin yaşadığı varoluşsal sorunlardan kaynaklı bir egemenlik meselesi olarak görülmeyebilir. Ancak Türkiye ve İran için durum tam aksidir. Bu güçler kendi ilhak alanları dışındaki Kürt meselesiyle olabildiğince ilgili oldukları kadar bunlara biçim vermeye de yönelmekteler.
Mevcut koşullarda Kürt meselesi bölgesel gelişmelerin temel ekseni konumundadır. Faşist TC için varoluşsal bir sorun olan Kürt meselesi aynı zamanda bölgesel konumlanışı da belirleyecek bir dış sorun olarak gündemdedir. Kürt ulusal kazanımlarının herhangi bir parçada ulusal egemenlik biçiminde gerçekleşmesi faşizmin esas kabusudur. Çelişkilerin bu yöne doğru eğilim kazandığı, imkânların bu yönde genişlediği durumda bölgesel hesaplarını genişleterek, emperyalizm ajandasına en uyumlu, onun yetenekli bölgesel aktörlerinden biri olarak bu tehdidi boğmak istemektedir. TC, Irak’ın ve Suriye’nin parçalandığı, İran’ın kuşatma altına alındığı bölgede ABD emperyalizminin yönelimine uyumlu bir siyaset izlemektedir.
Çelişkili, uyumsuzlukla dolu bir seyir içinde bu süreç.
Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan gelsin DEM Parti meclis grubunda örgüte silah bırakma çağrısı yapsın, ülkeye hizmet etsin” çıkışı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, oluşan Kürt tehdidine karşı ve ABD’nin planlarına göre konum alma çabasıdır. Bu çağrı içerde Kürt meselesine yeni bir biçim vermenin ötesinde bölgede ABD ile ahenkli hareket etmeye odaklıdır. Aynı Bahçeli faşizmin kuruluşunun 101. yılı mesajında “Kürt sorunumuz yoktur” diyerek yaklaşımının dinamiğinin “bölgesel aktör olmak” olduğunu göstermiştir. Olan şeyi yeni bir “tasfiye süreci” olarak görmek gerekir. Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı konuşma bunun ilanıdır. Bir önceki “tasfiye süreci” Kürt Ulusal Mücadelesinin silahsızlandırılması karşılığında kabullenilecek “ulusal” kırıntılarken şimdiki adım söz konusu haklar karşılığında Kürt Ulusal Hareketinin, Rojava dahil tüm parçalardaki örgütsel ve politik imkânlarını ABD yönelimine sunmasını içermektedir. TC bu gelişmeler doğrultusunda ABD’nin oyun planına en güçlü şekilde uyma hesabı yapmaktadır. Bu hesabın ilk ayağı tüm bölgenin silahlı direnişten çeşitli biçimlerde arındırılmasına, sorun olanların kaldırılmasına dayanmaktadır. Sorun, bu yapılar olmadığı bir biçime büründürülmek istenmektedir.
ABD ve TC’nin PKK’yi tasfiye etme sürecinin yeni bir hamlesidir yaşananlar. PKK’nin, Irak Kürdistanı’nda, bir NATO seferberliğiyle ölümcül bir kuşatma altına alınmasına rağmen sökülüp atılamaması ve tüm bölgeyi etkileyen Siyonist saldırganlık tasfiye sürecinde başka yöntemlerin devreye sokulmasını gerektirmiştir. Bu hamlenin politik karşılığı demokratikleşme, Kürt ulusunda özgürleşme, Rojava kazanımlarını güçlendirme olmaktan çok bölgesel savaşa hazırlanma ve Kürtleri de buna ikna etmektir.
Hiç kuşkusuz şekillenen hamlenin bu karakteri karşısında Kürt Ulusal Hareketin (KUH) nasıl bir tutum alacağı belirleyici önemdedir. Açık bir şekilde emperyalizmin Türk devleti ile Kürtleri barıştırarak Kürtleri politik köleliğe mahkûm kılmak istemesi temel yaklaşımdır. ABD emperyalizminin, uşağı olan TC’ye biçtiği rol de bundan beslenecektir. Zira emperyalizm, her durumda egemen olanın zorbalığını belirleyici kabul eder.
Kürt Ulusal Hareketinin alacağı konum, belirleyeceği tutum sürece rengini verecektir. Sürecin alacağı biçim üzerine bir şeyler söylemek için henüz erken. Ancak anlaşılması ve yakalanması gereken halka Kürt Ulusal Hareketinin tasfiyesine yönelik yeni biçim ve bunun acil bir göreve dönüşmüş olmasıdır. TC’nin Suriye Kürdistanı ve Irak Kürdistanı’nı varoluşsal bir tehdit olmaktan çıkarıp bu temelde Kürtler lehine vereceği tavizin ve dayatacağı politik şartların ne olduğu sorunun hangi minvalde ilerleyeceği hakkında fikir verebilir. KUH’un da bunu gözeteceği öngörülebilir. Bununla ilgili bizim faşist diktatörlüğün emperyalizme uşaklığına ve tarihsel niteliğine uygun olarak Kürt ulusuna her parçada politik bağımlılık ve kölelik dayatacağını bilmemiz gerekir.
Komünistler ezilen ulusun tam hak eşitliğine kavuşmadan, emperyalist boyunduruk altında bir “çözümün” asla çözüm olmayacağı görüşü kesindir. Tüm tarihsel deneyim bunu göstermektedir. Faşizmin bu yeni “hamlesi” ağır politik ve askerî baskıları, yoğun şovenizmi getireceği; ama aynı zamanda güçlü politik tartışmaları, kitlelerin daha kapsamlı biçimde politize olmasına neden olacağı açıktır. MLM’ler bu sürece doğru yaklaşımları taşımanın sorumluluğunu omuzlamalıdırlar. Doğru yaklaşımı örgütlemek ve gerçekleştirmek böyle sadece böyle mümkündür. Savaş tamtamlarının sesinin daha güçlü şekilde duyulduğu, kitlelerin ekonomik-siyasî temeldeki çelişkilerinin yoğunlaştığı, emperyalizme ve faşizme karşı öfkenin bileylendiği koşullar içinde unutulmamalıdır ki devrim fikrini yaymak için olanaklar da genişler. Doğru konumlanma ve tüm soruları ve çalışmaları devrimci savaşa kitlelerin sevk edilmesi oluşan boşlukları en güçlü şekilde doldurmakla mümkündür. Buna yoğunlaşan bir yaklaşım sahiplenilmeli, eksiklikleri ve zaafları sahiplenen keyfiyetçiliği ve kendiliğindenciliği hızla terk etme yoluna girilmelidir.