Yahya Sinvar bir tutsak, bir lider ve Filistin davasının onurlu bir şehididir. Ancak o her şeyden önce, Han Yunus Mülteci Kampı’nda dünyaya gelmiş ve 1948’de Nakba sonrasında topraklarından sürülmüş binlerce Filistinli aileden birinin bir parçasıdır. Onun sıradan bir Filistinli olmaktan büyük direnişin bir liderine dönüşmesi hiç kuşkusuz mülteci kampı, Nakba, sürgün ve tutsaklık kavramlarından ayrı değerlendirilemez. “Sıradan Filistinli” demek aslında direnmek zorunda olan ve ancak direnerek ayakta kalacak büyük insanlık demektir. Biz de Yahya Sinvar’ın taş ile başlayıp tüfekle devam eden mücadelesini anlatmak istiyoruz. Onun ne tutsaklıkla ne de işkence ile teslim alınabilen özgürlük tutkusu ve son nefese dek sürdürdüğü savaşı dünyanın dört bir yanında kurtuluş mücadelesi veren halklara ilham, kurtuluştan başka yol olmadığına inanlara umut kaynağı olacak.
1980’lerin başında o dönem yeni kurulan Gazze İslam Üniversitesinde öğrenci olarak yürüttüğü faaliyetler sırasında Gazze’de İslami Direniş Hareketi olan Hamas’ın kurucu neslinin bir parçası olmuştur. Sırasıyla Teknik Komite Sekreterliği, Öğrenci Konseyi Spor Komite Başkanlığı, Konsey Başkan Yardımcılığı ve ardından Konsey Başkanlığı yapan Sinvar, 20 yaşında siyasi faaliyetleri nedeniyle ilk kez gözaltına alınmış ve dört ay süresince idarî tutuklama, suçlama ve yargılama olmadan hapsedilmiştir. Serbest bırakılmasından bir hafta sonra yeniden kaçırılmış, altı ay tutsak kalmıştır. Tüm bunlar ulusal kurtuluş hareketinin gelecekteki liderlerini geliştirme alanı olarak gördüğü öğrenci hareketine Siyonist rejimin on yıllardır sürdürdüğü saldırı politikasının bir örneğidir.
Hamas hareketinin Aralık 1987’de ilan edilmesinden önce, 1986 yılında, Şeyh Ahmed Yasin’in isteğiyle Halid el-Hindi ve Ruhi Muştaha ile birlikte halkı ve direnişi korumak amacıyla Siyonist istihbaratı, güvenlik servislerini, iş birlikçileri ve düşmanla iş birliği yapan ajanları izleyen bir güvenlik organizasyonu olan Majd’ı kurmuştur.
Yahya Sinvar, 1987’de Hamas’ın kuruluşundan iki ay sonra bir kez daha tutuklanmış ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Siyonist hapishanelerde gördüğü işkenceye rağmen, bu durumu bir direniş hattına çevirdiğini ifade etmiş; tutukluluğu sırasında, düşman hakkında bilgi toplamak için İbranice öğrenmiş, düşmanın güvenlik sistemi ve baskı aygıtını inceleyerek direniş hareketini güçlendirmek üzere yapısal, siyasî ve askerî alanlarda çalışmalar yürütmüştür.
İki dönem boyunca hapishanede siyasi tutsakların Yüksek Liderlik Komitesini yönetmiş, 1992, 1996, 2000 ve 2004’teki açlık grevlerinin liderlerinden biri olmuştur.
Majdal, Hadarim, Bir es-Saba ve Nafha hapishanelerinde tutulan Sinvar, Ramla Hapishanesindeki hücresinin duvarına delik açarak kaçmak için küçük bir testere ve tel kullanmıştır. Bu girişimden sonra dört yıl boyunca tecritte tutulmuş ve ailesiyle görüşmesi engellenmiştir. Siyonist rejim, tutsaklığı sırasında beyin kanseri tedavisi görmesi için sağlanan tıbbi tedaviyi dahi Sinvar karşıtı propagandaya çevirmiştir.
Sinvar, 18 Ekim 2011’de Wafa el-Ahrar (Özgürlerin Vefası) esir takasında bin 26 Filistinli esir ile birlikte serbest bırakıldı. Özgürlüğünün ardından, Gilad Şalit’in serbest bırakılması karşılığında esirlerin kurtuluşunu hapishaneden organize etti ve 2015 yılında Hamas tarafından esir takasları dosyasını yürütmek üzere görevlendirildi. Hapisten çıktıktan sonra önderlik görevini tekrar üstlenerek Gazze’de Hamas’ın lideri olarak seçildi, 2017 ve 2021’de yeniden seçildi. Evi 2012, 2014 ve 2021’de işgal güçlerinin hava saldırılarıyla bombalandı, ancak geri adım atmayı reddetti ve sık sık direnişin ön saflarında kalma kararlılığını dile getirdi.
Liderliğinin ilk döneminde hareketin askerî kapasitesi belirgin şekilde genişledi, roket ve insansız hava aracı gibi savunma araçları geliştirildi. İsrail’i birçok çatışmada gafil avlayan ve onun döneminde kurulan “Direniş Grupları Ortak Odası” son olarak tüm dünyayı yerinden oynatan “Aksa Tufanı”nı planlamış ve koordine etmiştir.
Yazar Dr. Vesam Fakavi, Sinvar’ın direniş fikrini sadece Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi değil, aynı zamanda Arap, bölgesel ve enternasyonal düzeyde bir kültür ve araç olarak yeniden gündeme taşıdığını ifade etmiştir. Onun sözleri ile Sinvar, “Direnişi bir halk kültürü haline getirdi. Filistin direnişini kendi savunma ve saldırı araçlarını kendi üretim kaynaklarıyla geliştirme yoluna taşıdı.”
Şeyh Ahmed Yasin, Dr. Abdel-Aziz el-Rantisi, Yahya Ayyaş, Ebu Ali Mustafa, Gassan Kanafani, Fethi Şikaki, Samir Kuntar, Abbas el-Musavi, İmad Muğniye, Kemal Nasır, Muhammed en-Neccar ve Vadi Haddad’ın suikastlarla katledilmeleri Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesini yok etmedi. Direniş her zamankinden daha güçlü kök salarken Siyonizm her gün milyarlarca dolara mal olan sömürgeci silahın zoruyla bölgeye dayatılan bir zorbalık olarak kırılgan bir varlık olmaya devam ediyor.
Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin liderlerini hedef alan ve katleden İsrail devleti hedefine ulaşamamıştır; aksine bu ölümler, işgalciye karşı tankları yakan ve saldırılara her gün göğüs geren nesle ilham olmuştur ve olacaktır. Yahya Sinvar’ın ölümü ise efsanevi bir görüntü olarak hafızalarda kalacaktır; kefiye ve askerî teçhizat giymiş, elinde silahıyla soykırımcı işgalcilere karşı direnmiş, mücadelenin ön saflarında yer alarak Filistin’i özgürleştirmeye olan toplu iradeyi maddi bir şekilde ortaya koymuştur. Onun mücadelesi, emperyalist ve Siyonistler tarafından propagandası sürdürülen “direnişin sivillerin arkasına saklandığı” mitini paramparça etmiştir.
Siyonistler ve emperyalistler, Sinvar’ın son anlarındaki görüntülerini Filistin direnişini ve halkını demoralize edeceği hevesiyle yayınladılar. Joe Biden ve Kamala Harris’ten Justin Trudeau’ya, Anthony Albanese’ye, Keir Starmer, Olaf Scholz ve Emmanuel Macron’a kadar emperyalizmin vitrindeki sözcüleri Sinvar’ın ölümünü kutlayıp Siyonist zorbalığı övdüler ve Filistin’deki soykırımın ABD liderliğindeki emperyalizmin bir önceliği olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koydular. Halkı için ön saflarda savaşan gerçek bir siyasi ve askerî liderin son görüntüsü gene direnişin büyük bir erdem olduğu gerçeğini öğretti. Halkların umudunun, insanlık tarihinde binlerce kez tekrarlandığı gibi gene zulme karşı inadına direnişte somutlaştığına tanıklık ettik. Halk kitleleri için zorbalık nihayet yenilmeye mahkûm bir beladan ibarettir. “Son teknoloji kurşunlara”, insansız hava araçlarına ve tanklara gerekirse çıplak elle karşı koymaya ant içmiş bir direnişçinin, yüzünü savaşa tekrar tekrar dönmekten vazgeçmeyen, son nefesinde bir saha komutanı olarak hareket ettiği görüntüsü Filistin halkı ve dünyanın tüm özgür insanları için bir cesaret, özveri ve kahramanlık örneği olarak takdir toplamıştır. Hiç kuşkusuz bu ezilen milyonların bir anda ayağa kalkması için bir neden olmayacaktır. Daha uzun bir süre halkların “son teknoloji silahlarla” donanmış egemenler karşısında boyun eğmeye devam edeceğini, ayaklanmaya yeltense de yenileceğini, tekrar tekrar yenileceğini biliyoruz. Bununla birlikte halklar her zaman zulme direnenlerin gerçek liderler olduğunu bileceklerdir ve onları her nasıl olurlarsa olsunlar kucaklayacaklardır.
Sinvar’ın yaşamı mücadelenin sürekliliğini; mülteci kamplarından okul sıralarına, hapishaneden cepheye direnişin devam ettiğini; direnişin yalnızca atılan kurşun olmadığını, özgürlüğe giden uzun ve zorlu yolda atılan bir adım, alınan bir karar olduğunu göstermiştir. Kaybedeceğimiz şey tutsaklıkla boyun eğdirmeye zorlanan bir hayat ise kazanacağımız şeyin halkların yüreği olduğunu bu defa Sinvar’dan öğreniyoruz.