TC’nin Irak Kürdistanı’na yönelik saldırısı bölgedeki işgalci varlığını meşrulaştırma ve iş birliğini güçlendirme arayışlarıyla devam etmektedir. TC, iş birlikçisi KDP ve Irak hükümeti arasında devam eden görüşmeler Irak ve TC dışişleri bakanlarının 15 Ağustos’ta Ankara’da gerçekleştirdikleri Yüksek Düzeyli Güvenlik Toplantısında imzalanan Askeri Mutabakat Zaptı (güvenlik anlaşması) “ortak iradenin en önemli tezahürü” olarak ilan edildi. Esasta KUH’u (Kürt Ulusal Hareketi) ve Kürtlerin meşru haklarını hedef alan “stratejik anlaşmalar” serisinin bu son mutabakat zaptı tartışmalara konu oldu. Önce nisan ayında R.T. Erdoğan Bağdat’ta Sudani, Erbil’de Barzanilerle bir araya gelmiş, sonrasında Irak ziyaretinde 27 anlaşma imzalanmıştı. Bunlar basına “sınır hattında 30-40 km derinliğinde güvenli hat oluşturma çalışmaları” olarak servis edilmişti. Bu “çalışmalar”, 15 Ağustos’taki güvenlik anlaşmasıyla -şimdilik- noktalanmış oldu.
TC açıklamalarında KUH’un bölgedeki varlığından sorumlu gösterilen Irak hükümetinin Askeri Mutabakat Zaptıyla birlikte KUH’a yönelik gerçek tutumu da açıklık kazandı, işgal saldırılarını kınayan tutumunun özünde sahte olduğu netleşmiş oldu. KDP ile arasındaki çelişkiler ve I. Kürdistanı’ndaki özerkliği boğma arzusu yani ezen ulus egemenliği onun bu tutumunun nedenidir.
TC’nin Irak hükümetiyle yaptığı anlaşmalar iş birliğinin kapsamını ve işgalin olanaklarını genişletmektedir. Son süreçte özellikle Metina ve Zap’ta, teknolojik üstünlüğüne rağmen gerilla karşısında acze düşen TC’nin ve KDP’nin de bu iş birliğine büyük ihtiyacı vardı.
İŞ BIRLIĞINDE YENI ÖZNE: IRAK HÜKÜMETI
Hakan Fidan ve Fuad Hüseyin’in temsil ettikleri görüşmeler sonucunda imzalanan mutabakat zaptı TC ile Irak arasında “tarihi bir anlaşma” olarak duyuruldu. Daha önce ekonomi, ticaret, su, enerji, elektrik ve ulaştırma alanlarında yapılan anlaşmalar bugünkü güvenlik anlaşmasının koşullarını hazırlamıştır. TC ve Irak hükümeti için en önemli konu öteden beri güvenlikti. Nitekim TC’yi, KDP’yi ve Irak hükümetini buluşturan temel etken KUH’un bu üç gerici gücün bölgesel çıkarlarına engel olmasıdır. Bir süredir teşekkül eden iş birliği güvenlik anlaşmasıyla resmileşmiş ve buna uygun olarak Bağdat ile Başika’da TC ve Irak kurmayı kararlaştırdıkları Ortak Güvenlik Koordinasyon Merkezleri ile kurumsallaşmanın adımlarını attılar. Fidan’ın “Tüm bu merkezler iki ülkenin başta PKK olmak üzere terörle mücadelesinde ortak çalışmasına imkân sağlayacak.” açıklaması, önceki 27 anlaşmanın ve güvenlik anlaşmasının içeriğini net şekilde ortaya koymuştur. TC’nin KDP iş birliğiyle I. Kürdistanı’nda gerilla güçlerine yönelik 5 senedir aktif şekilde sürdürdüğü saldırılar kurduğu üslerle, işgal biçiminde devam etmektedir. Her şeye rağmen gerillanın direnişi kırılmamıştır. Dolayısıyla TC’nin “imkânsız” görevi önümüzdeki süreçte devam edecek, faşist karakterine uygun adımlar atacak, başarısız oldukça daha kapsamlı saldırı planlarını tesis etmenin yollarını arayacaktır. Irak ile yapılan güvenlik anlaşması bunlardan biridir. Irak hükümetiyle yapılan anlaşmalar işgalin uluslararası planda meşru bir zemin kazanmasını amaçlamaktadır.
Kuşkusuz Irak’ın güvenlik anlaşmasına imza atması I. Kürdistanı’ndaki siyasi dengelerle doğrudan bağlantılıdır. Ağustos ayının son haftasında Süleymaniye’nin Germiyan idaresindeki Kuleco bölgesinde yüzlerce araçlık konvoyla Haşdi Şabi milisleri konuşlanmıştı. Peşmergeye göre Haşdi Şabi’nin Kuleco bölgesinde konuşlanmasının nedeni federal polisin kontrolündeki petrol kuyusunun kontrolünü sağlamaktı. Öte yandan KDP kaynakları, Haşdi Şabi’yi bölgeye KYB’nin yönlendirdiğini ileri sürmüştü. KYB’nin, KDP ile arasındaki iktidar mücadelesinde zaman zaman Haşdi Şabi ile paslaştığı bilinmez değildir. Ancak son gelişmelere müteakip KYB tarafından bu iddiayı doğrulayan bir açıklama yapılmamıştır. 2 gün bölgede kalan Haşdi Şabi, sonrasında güçlerini büyük oranda geri çekmiştir. Bu durumu Irak hükümetinin, TC ile inisiyatifli bir ilişki kurmuş olan KDP’ye verdiği bir mesaj ve güncel siyasi gelişmelerde bölgede baş aktör olarak yer almak isteği olarak okumak mümkündür.
Irak Kürdistanı’nın ilhak etmiş Irak’ın faşist hükümetinin ve ABD emperyalizminin sömürgeci niteliği bu askeri işgali desteklerken aynı zamanda KDP’ye karşı Haşdi Şabi gibi örgütlerle KYB’yi desteklemeye de açıktır. Mao’nun ısrarla vurguladığı gibi “faşizm ve emperyalizm savaşı sürdürmek ister.” Zira gerici Irak hükümetinin ve ABD emperyalizminin sürdürmek istediği savaş Kürt ulusal haklarının gaspı ve gerici çıkarlarla karakterize olmuştur. Dolayısıyla iş birliğinin yeni öznesi Irak hükümetinin ilhakçı pozisyonunu güçlendirmek uğruna taktik hamlelerle KUH’a karşı Haşdi Şabi’yi savaşa sürmesi de olasıdır. KYB’nin Haşdi Şabi ile dolaylı ya da dolaysız kurduğu ilişkiler ise KDP’ye karşı verdiği iktidar mücadelesinde meşruluk zeminini sarsmaya devam edecektir.
ÇATIŞMALAR KIZIŞIRKEN…
Öte yandan TC Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırılarını sürdürmeye devam etmektedir. Saldırılar son haftalarda Efrîn-Şehba ve Minbic kantonlarına yoğunlaşmış durumdadır. Hava operasyonlarının yanı sıra özellikle MİT-Parastin aracılığıyla düzenlenen saldırıları ENKS (Encûmena Niştimanî ya Kurdî li Sûriyê- Suriye’de Kürt Ulusal Konseyi) desteklemektedir. TC’ye bağlı çeteler yine bu kantonlarda halka yönelik saldırılar düzenlemektedir. Keza çetelerle aşiretler arasında da sıcak çatışmalar yaşanmaktadır. Bununla birlikte TC’ye bağlı çeteler arasında da yer yer çatışmalar yaşanmaktadır.
Suriye hükümetinin beklentilerine dair TC’den henüz net bir cevap gelmezken eylül ayının başından bu yana Suriye ordusu TC destekli çetelere operasyonlar düzenlemektedir. Dolayısıyla Suriye ve TC arasındaki “normalleşme” diyaloglarının şimdilik askıya alındığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte Rus emperyalizminin askeri araçları bölgede sıkça görülmeye başlamıştır. Ukrayna ile meşgul edilen Rus emperyalizminin ise S. Kürdistanı’nda güçlü bir zemin aramayı sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Gelinen aşamada TC hem I. Kürdistanı’nda hem de S. Kürdistanı’nda hâkimiyet yaratmak için adımlar atmaktadır. Bu adımların önceliği gerici güçlerle iş birliği yaparak Kürt ulusunun kazanımlarını parçalamak ve KUH’u etkisizleştirmektir. I. Kürdistanı’nda işgal zeminine sahip olan TC, S. Kürdistanı’ndaki siyasi dengeler nedeniyle bundan yoksundur. S. Kürdistanı’na yönelik işgal zemininin oluşmasının ABD ile PYD arasındaki ilişkilerin ters yüz olmasına bağlı olduğunun altını çizmek gerekir.
TC’nin Irak ve Suriye’de izlediği politikalar daha şimdiden açmaza girmiştir. Bununla birlikte TC’nin Irak’ta ve Suriye’de açmaza giren faşist saldırganlığının faturası ülke çapında ekonomik ve sosyal krizleri derinleştirmektedir. Gerçek şu ki, gericilerin haksız savaş politikaları bölge halklarına ağır vergi yükleri ve daha fazla baskı ve zulüm olarak geri dönmektedir.
Dört parçada da ezen ulus egemenlerinin her politikası her bir ülkedeki Kürt ulusal kazanımlarının ve haklarının ortadan kaldırılmasına hizmet etmektedir. İlerleyen süreçte emperyalistlerin ve dört gerici devletin Kürdistan coğrafyasında savaş çığırtkanlığını büyüteceği açıktır. Dolayısıyla emperyalistlerin ve ilhakçı devletlerin başta Kürt işçi ve köylüleri olmak üzere Kürt ulusuna vaat edebileceği özgürlük sadece kuşatmanın başka bir biçimidir. Bu noktada biz komünistlere bir görevi de ulusların kendi kaderini tayin hakkı temelinde olduğu derecede KUH’un haklı ve meşru savaşını desteklemek, Türkiye işçi sınıfının çıkarları ve sosyalizm doğrultusunda Kürt ulusal hakları için mücadeleyi yükseltmek, gericilerin maskelerini bir bir düşürmek, halk içerisinde TC’nin işgal saldırılarını teşhir etmek ve demokratik halk devrimi saflarında birleşmenin, ulusal, sınıfsal ve her türden sömürüye karşı halk savaşını yükseltmenin önemine dair çalışmalar örgütlemek gibi görevler düşmektedir. Görevlerimize sarılalım, dayanışmayı büyütelim!