Direniş Çizgisinden Bir Adım Geriye Düşülmeyecek

[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Amedspor-Bursaspor maçında yaşanan organize faşist saldırılar futbolu tekrar siyasetin gündemine taşıdı. Amedspor’a dönük gerçekleştirilen bu faşist saldırıları ele almadan önce futbol-siyaset ilişkisine kısaca değinmekte fayda var.

Futbol, toplumsal yapıdan onun çelişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Yani futbolu sadece sahada oynanan oyun olarak ele almak mümkün değildir. Toplumsal yaşamdan, onun çelişkilerinden, haliyle gelişmelerinden beslenir ve bunları yansıtır. Bir araya getirdiği, harekete geçirdiği kitleler bir anlamıyla ona toplumun aynası özelliği kazandırır. Toplumsal yaşama ait olan hiçbir şey sınıflar üstü dolayısıyla siyaset üstü olamaz. Futbolun yarattığı ekonomik ilişkiler ve ulaştığı büyüklük onu tam da toplumun, haliyle siyasetin merkezine yerleştirmektedir.

Modern futbolun tarihine kısaca göz atarsak futbolun siyasetle ilişkisine dair çok net sonuçlara ulaşırız. Futbolun İngiltere’de yoksul kesimlerin sempatisini kazanarak yaygınlaştığı bilinir. Dahası “Çitleme Hareketi”nin mülksüzleştirdiği küçük köylüler ve yıkıma uğrayan emekçi kesimler futbol karşılaşmalarında bir araya geliyorlardı. Bu buluşmalar bir araya gelen kitlelerin harekete geçmesine imkân tanıyordu. Kitleler öfkelerini kendilerini yıkıma uğratanlara yöneltmekten çekinmiyorlardı. Bu buluşmalar yoksul kesimlerin hem eğlenmesine hem de otoriteyi rahatsız eden ayaklanmalara imkân tanıyordu. Bu özelliğiyle futbol kısa sürede kilisenin, aristokrasinin tepkisini çekti. Bugün Bahçeli’de anlam bulan faşist zihniyet o dönem kilisenin, aristokrasinin futbolu yasaklayan gerici zihniyetinde ifadesini buluyordu.

Sermaye her yere, her şeye sızma eğilimindedir. Futbol da toplumsal bir olgu olarak bundan nasibini almış ve sermayenin “tepeden tırnağa kan ve pislik akan” pençesinden kurtulamamıştır. Kapitalizmin gelişimi futbolun niteliğini doğrudan etkileyip bugünkü endüstriyel futbola hayat vermiştir. Kapitalizm futbolun niteliğini yalnızca ekonomik bağlamda değiştirmedi aynı zamanda onu harekete geçirdiği kitlelere egemen ideolojiyi taşımanın aracı olarak kullandı.

Kısacası futbol toplumsal çelişkilerin bağrında serpilip gelişti ve yaygınlaştı. Hiçbir coğrafyada, hiçbir dönem toplumsal yaşamdan onun çelişkilerinden haliyle siyasetten bağımsız olmadı/olamazdı. Salazar’ı hatırlayarak futbol siyaset ilişkisine örnek verebiliriz. Salazar Portekiz’i 40 yıl boyunca “3F (Fado, Fatima, Futbol)” ile yönettiğini ifade ediyordu. Franco ise Barnabeau Stadı’nı “150 bin kişilik uyku tulumu”na benzetiyordu. Franco’nun bu benzetmesi futbolun egemen ideolojinin elinde geniş kitleleri esas meselelerden uzaklaştırmanın, sorunların üstünü örtmenin ve egemen ideolojiyi kitlelere taşımanın aparatı haline nasıl getirdiğine iyi bir örnektir. Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de de futbol her zaman siyasetle iç içe olmuş, egemen ideoloji futbolu müesses nizamı korumanın, egemen faşist ideolojiyi kitlelere taşımanın, Türk kimliğini güçlendirmenin argümanı olarak kullanmaktan geri durmamıştır.

Uluslararası turnuvalarda ülke içinde estirilen hava herkesin malumudur. Dahası FIFA’nın aksi yöndeki düzenlemelerine rağmen Türkiye liglerindeki her maça “İstiklal Marşı”yla başlanması, Türk milliyetçiliğinin pekiştirilmesi, aidiyet duygusunun bilinçlere kazınması ve kitlelerin devletin arkasında hizalanması amacı bağlamında ele alınmalıdır. Bugüne dönecek olursak, Fenerbahçe tribünlerinde başlayan “hükümet istifa” sloganları, Beşiktaş tribünlerinde de devam etti. Statlarda yükselen bu ses Cumhur İttifakı’nın öfkesini çekti. Bahçeli en iyi bildiği şeye başvurarak maçların seyircisiz oynanması talimatı verdi. Neyse ki maçları yok hükmünde sayıp ligin iptal edilmesini istemedi. Siyaset sahnesine çalakalem yazılmış bir skeçle fırlayan Bahçeli, Beşiktaş formasını çıkarıp Karagümrük’e transfer oldu. Bu transferde kazananın Beşiktaş taraftarı olduğu aşikâr. Bahçeli’nin talimatını vazife kabul eden bazı kulüp/yöneticileri de Cumhur İttifakı’nın sözcülüğüne soyunup -çoğu kulüp yöneticisinin AKP üyesi olduğunu hatırlatmak faydalı olacaktır- taraftarlara hakaretler yağdırarak spora siyasetin bulaşmasına izin vermediler! Cumhur İttifakı’nın mafya ayağını temsilen parmak kaldırıp söz alan Çakıcı tehditler savurarak yaşananları ihanet olarak tanımlayıp Bahçeli’ye sadakatini yineledi. Güvenlik bürokrasisinin hükümetteki -ve mafyadaki- temsilcisi Soylu ise “mesaimizi bölmek isterlerse rahat böleriz, hodri meydan” diyerek el yükseltti. Yani Türkiye siyasetinde herkes ve her şey bildiğimiz gibi!

Tribünlerden yükselen sesler, spor siyaset ilişkisini tekrar gündeme taşıdı. Konu hakkında fikrini dile getirenler haliyle bulundukları konumların hakkını vererek açıklamalarda bulundular. Bahçeli’nin geçmişte AKP’nin futbola müdahale etmesini eleştiren ve Çarşı’ya övgüler yağdıran sözleri kendisine yani Bahçeli’ye hatırlatıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bazı futbolcuların Erdoğan’ı destekleyen açıklamaları da hatırlatılanlar arasındaydı. Aslında her şey tam da olması gerektiği gibiydi. Egemenler lehlerine olduğu müddetçe siyasetin spora müdahalesinden ya da sporun toplumsal sorunları gizlemenin bir örtüsü olarak kullanılmasından yanadırlar. Aksi durumlar ise egemenler için can sıkıcı sonuçlar doğurabiliyor. Haliyle öfkelenip hakaretler, tehditler savurmayı egemen olmalarının gereği kendilerine hak sayıyorlar.

Fenerbahçe cephesinden Ali Koç tartışmalara dahil olup içinde Soylu’nun da yer aldığı Trabzonspor’un şampiyonluk kutlamasında, bakanların tribünde çektirdiği “selfieyi” hatırlattı. Trabzonspor’un şampiyonluğunda Soylu’nun, özellikle Albayrak’ın oynadığı rol herkesin malumudur. Başakşehir’in şampiyonluğu da hatırlanacaktır. Erdoğan’ın kurduğu takımın şampiyon olması bu ülkenin Erdoğan’a borcudur! O borç Başakşehir şampiyon edilerek ödenmiştir. Ali Koç, futbola siyasetin tam da tribünlerde yükselen sese karşı çıkanlar tarafından bulaştırıldığı serzenişinde bulunup yaşananların ardından “kulüplerin açıklama yapmaya zorlanması siyaset olmuyor mu” sorusunu haklı olarak soruyordu. Polisiye tedbirlerle halkın iradesinin önüne kimsenin geçemeyeceğini belirten Ali Koç, devletin büyüklüğüne zeval getirmediği konuşmasında “hükümet istifa” sloganının hak olduğunu belirtiyordu. Maraş depremlerinin ardından siyasal iktidarın yönetme zafiyetinin, devletin çürümüşlüğünün ayyuka çıktığı konusunda hemen herkes hemfikirdi. Deprem sonrası ortada görünmeyen devlet Amedspor-Bursaspor karşılaşmasında boy gösterdi. Bu kez sırtında taraftar forması, dilinde şoven söylem, elinde JİTEM’ci “Yeşil” pankartı ile “Beyaz Toros”ta görüntü veriyordu. Amedspor-Bursaspor maçı Kürt ulusal sorununa dair faşist Türk devletinin geleneksel politikasının özetiydi. İmha ve inkâr siyaseti tribünlerdeki faşist tezahüratlarla, açılan pankartlarla ve futbolculara dönük fiziki saldırılarla bu kez yeşil sahalarda sergileniyordu. TFF’nin maç boyunca da hakemin maçı oynatmadaki ısrarı politik bir tavır, ilgili politikadaki kararlılığın ifadesidir.

Amedspor’un konakladığı otelin önünde toplanan güruh, aslında sonraki gün yaşanacakların işaretini veriyordu. Amedsporlu oyuncular ısınma hareketleri için sahaya çıktıklarında hem Bursalı oyuncuların hem de faşist taraftarların fiziki saldırısına uğradılar. Maç boyunca Amedsporlu oyunculara şoven söylemler devam ettiği gibi saldırılar da durmadı. Soyunma odasında ise güvenlik görevlileri ve polis sahnedeydi.

Sahaya “atılan” sadece nefret söylemleri değildi; pet şişeler, havai fişekler, bıçak vb. şeylerin yanı sıra mermi de atıldı. Bu tablo tribünde açılan “Beyaz Toros”, JİTEM’ci “Yeşil” pankartı ile tam uyum içindeydi. Deprem bölgesinde halkı kendi kaderine terk eden faşist devlet söz konusu Kürtler olunca en alçakça yöntemlerle görüntü vermekten çekinmiyordu. Küçük bir Kürt gencine, eline tutuşturdukları Bursaspor bayrağını açtırıp kahramanlık pozları kesecek kadar acziyet içindeydiler. Kürtlere reva gördükleri yenilgiydi. Bursaspor’un hakkıyla maçı kazanamayacağını düşünmüş olmalılar ki devreye bildikleri en iyi şeyi, zoru soktular. Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını da aynı yöntemle gasp etmişlerdi.

Amedspor’a dönük yaşanan bu faşist saldırılar sonrası her türlü kirli işlerin organizatörlüğünden sorumlu olan Soylu faturayı birkaç kendini bilmez kamu görevlisine kesip “sahadaki futbol seyrinin dışındaki görseller kabul edilemez” diyerek sahada yaşananları pişkince onaylıyordu. Yani mesaisinin başındaydı! Meclis kürsüsünden kanlı dişleriyle hırlayan Bahçeli, faşist saldırıları sahiplenerek politik çizgisinin hakkını verdi. “Amed diye bir yer yoktur” diye kulak tırmalayan sesiyle faşist devletin sinir uçlarını tarif etti. Bursa taraftarının “milli duruş” sergilediğini söyleyerek Kürt halkına reva görülen devlet politikasının altını çizmiş oldu. Faşist Türk devletinin siyasal aklı, tribünlerden yükselen “hükümet istifa” sloganlarına karşı, Bursa’da örgütledikleri tribünlerde Kürtleri hedefe koyarak mesaideydi. Beceriksizliklerini, başarısızlıklarını, yönetme zafiyetlerini, tribünlerden kendilerine yönelen tepkileri dindirmek için şovenizm illetine sarıldılar. Söz konusu Kürtler olunca tartışmaların, eleştirilerin, öfkenin yönünü değiştirmek çok da zor değil. Yazının başında futbolun bir anlamda toplumun aynası olduğunu, toplumsal çelişkileri yansıttığını ifade etmiştik. Amedsporlu oyunculara dönük hem sahada hem de meclis kürsüsünden yapılan faşist saldırılar futbolun siyasetle ilişkisine örnektir. Faşist Türk devletinin Kürt ulusal sorunundaki geleneksel politikada ısrarının da ilanıdır. Bununla birlikte Amedsporlu oyuncuların kazanmak için oynamaları, dahası Kürt halkının Amed kafilesini “Diren Ha Diyarbekir Diren” şarkısı ile karşılaması Kürt halkının faşist Türk devletine cevabı olarak okunmalıdır. “Yeşil”in korku salamadığı, “Beyaz Toros”ların sindiremediği Kürt halkını ne “iblisliğine türlü soylu suratlar takınarak” ahkam kesenler ne kürsüde hırlayanlar ne de aparatı oldukları kutsal devletleri diz çöktürebilir. Amed direniş çizgisinde çocuklarına can vermeye devam edecektir.