2023 yılını kapatırken Erdoğan, halka “milletimizin her bir ferdini Orta Vadeli Programa destek olmaya davet ediyorum” diyerek seslendi. Bu davete icabet etmesi beklenenler yılı kapatırken net kârlarını yüzde 422 artıran şirketler değil yoksul halkın kendisiydi. Yeni yıla girdiğimizde ise “Orta Vadeli Programın” sözcülüğüne soyunan Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek ve MB Başkanı Hafize Gaye Erkan da yaptıkları açıklamalarla mali sermayeyle uyum içinde ve elbette onların tam desteğiyle reel ekonomiyi büyütmeyi hedeflediklerini belirterek döviz akışı sonrası kurları dizginleyip TL’ye, kaybettiği değeri geri kazandıracaklarını vadettiler. Bu açıklamalarda dar gelirlilerin asla mağdur olmayacağı, işsizliğin artmayacağı ya da sosyal yardım desteğiyle enflasyonla mücadele taahhüdünde bulunmuyorlar. “Kimseden para istemedik, Türkiye’nin paraya ihtiyacı yok” diyerek burunlarından kıl da aldırmıyorlar. Ancak biz gerçeği, aldıkları her pozisyonda her türlü bedel ödeyen halkı giderek uçuruma yuvarladıklarını gerek rakamlarla gerekse de birbirini üreten krizler içerisinde görüyoruz.
Yerel seçimler yaklaşırken hatırlatmak gerekir ki genel seçim öncesi doları 20 liranın altında tutma çabasıyla MB rezervinden yaklaşık 30 milyar dolar ve Dünya Altın Konseyi verileriyle 90 ton altın harcandı. Kavcıoğlu’nun dönemine denk gelen bu süreçte döviz kurlarındaki artışa müdahalede kullandıkları para miktarı ise 177 milyar doları buldu. Yetmedi, Körfez ülkelerinden olduğu tahmin edilen TCMB depo hesaplarıyla rezervlere 13,7 milyar dolar aktarma yapıldı. Şu an MB’n,n bir yıl için 245 milyar dolarlık para ihtiyacı var. Bunun bir kısmı döviz borcu bir kısmı da cari açığın finansmanı için aciliyet gerektiriyor. Bu nedenle dolara müdahale için, rezerv yetersiz olduğundan faiz artırımını tercih ediyorlar. Yüksek faizin de sonuç almakta başarılı bir seyir izlediği söylenemez. Kuşkusuz döviz fiyatları baskılanabilmekte; fakat gene de TL’deki değer kaybı can yakacak düzeyde. Doluya koyuyorlar almıyor, boşa koyuyorlar dolmuyor. Tüm emperyalist fon kuruluşları da ellerini ovuşturarak yüzde 42’lere çıkan faizin 45’i görmesini hedefleyerek TC’nin şu an büyük atılım gerçekleştirdiğini savunuyor. Rezervler boşken atılım nasıl mümkün soru işareti. Örneğin Orta Vadeli Plan için ülkeye 150 milyar dolar gelmesi hedeflendi; ama şimdiye kadar bu yönde hiçbir gelişme olmadı. TC yılın ilk ayını yine emperyalist fon kuruluşlarının gazıyla kapattı.
Enflasyonun düşürülmesi vaadi ve sıcak para için cazip hale getirilen faiz artırımıyla halkın mevduatını TL’ye tutması istenmektedir. Ancak uzun bir süredir sağlanan kolaylık sonucunda kredi borçlarıyla tüketimin özendirildiği ülkede faizlerin artırılması normalde tüketimi zayıflatır ve bu da ekonomiyi daraltır. Daralan ekonomi beraberinde işsizliği yükseltir. Ekonomi yönetimi bu yöndeki eğilimi baskılamak uğruna piyasaya para sunmaya devam ediyor. Enflasyonla mücadele edildiği algısına rağmen gerçekte bu yönde bir ilerleme olmadığı her geçen gün anlaşılıyor. Ekonomik daralma zorunluluğu ertelenmeye devam ediyor. Ekonomik büyümenin seçim kazandıran şaşaasına oynamaya, bu yolla halka bedel ödetmeye devam ediyorlar.
Genel seçimlerden önceki büyüme verilerinde de gördük ki sanayi üretimi yüzde 3, tüketime dayalı büyüme yüzde 18 olarak açıklandı. Peki böyle bir tabloda TL’nin değer kazanacağı öngörülebilir mi? Bu mümkün değildir. Bırakın TL’ye yatırımı, tüketime dayalı büyüme de sanayi üretimiyle beraber gerileyecektir. Yüksek faiz vererek çekmeye çalıştıkları mali sermaye Orta Doğu’da giderek artan savaş gerilimi nedeniyle zaten frene basmış durumda. Ancak diyelim ki sıcak para akışı gerçekleşti bu da bağımlılık ilişkilerinin pekişmesinden başka bir sonuç üretmeyecektir. Bu, içimize doğan sezilerle ortaya koyduğumuz bir iddia değil, son açıklanan 12. Kalkınma Planının üretim programının içeriği bu tespitin ispatı niteliğindedir.
Her bir yeni yılı daha borçlu ve daha da bağımlı karşılayan halk açlık ve sefaletle yaşam mücadelesi verirken BDDK’nin yayınladığı haftalık verilere göre bankaların kredi hacmi bir haftada 88 milyar TL yükselme gösterdi ve 2024’ün ilk haftasındaki raporlarda 9 milyar liralık bir artış yaşandı. Bankaların bireysel kredi ve kredi kartı alacakları ise Türkiye Bankalar Birliği verileriyle son 18 yılın zirvesinde. Nakit para olmaksızın tüm ödemelerin kartlar aracılığıyla gerçekleşmesini sağlayan Bankalararası Kart Merkezi’nin verileriyle kredi, banka ve ön ödemeli kartlarla yapılan ödemelerin aylık yüzde 22 ortalama artışla kapandığı görülüyor. Yani boynuna geçirilmiş borç zincirinde emeğine biçilen sefalet ücretiyle eline nakit para değmeyen, ekmeğini bile kredi kartıyla alan işçilerden hiçbir utanç duymadan TL yatırımı bekleniyor. Yetmiyor MB’nin yıl sonu hedefi olan yüzde 36 enflasyon oranına bu kart kullanım oranlarıyla erişilebileceği ileri sürülüyor. Talebini kıs, beklentini düşür, şükret üçgeninde aldığı ücret günden güne eriyen emekli ve işçiler için verilen zamlar da bu hoyratlıktan nasipleniyor. Çünkü yüzde 100 zam ile verildiği söylenen 17 bin 2 lira asgari ücret 2023 ara zamsız 8.300 lira ücretin enflasyona oranla yüzde 15 altında kalıyor ki ilerleyen günlerde işçi ve emekçiler için bu ücretin buhar olup uçağı, açlık sınırının altına ineceği bugünden açıktır. Ve yerel seçimlerden sonra vaat zorunluluğunun olmadığı uzun bir sürece girileceğine göre asgari ücrete de ek bir zam gelmeyeceği şimdiden öngörülüyor.
Yana döne sıcak para arayışında olanlar halkın kemer sıkmasıyla ihya olacak değil elbette. Bütçe açığını borçlanarak çevirmek için kitlelerin oyalanması gerekli. Örneğin 2023 bütçesinde 659 milyar açık öngörülüyordu 2024 bütçesinde ise 2 trilyon 652 milyar açık öngörülüyor. Tamı tamına dört katı bir bütçe açığı. Bu yıl içerisinde bulunması gereken borç ise 3,6 trilyon ve bu bütçenin içerisinde 1 trilyon 250 milyarlık faiz ödemesi var. Bu da halktan toplanan her 100 liralık verginin 16 lirası faize ödenecek demektir. Bu borçlar içerisinde halkın cebinden para çıkmayacağı garantisi verilerek inşa edilen şehir hastaneleri ve otoyollar için yıl sonuna kadar ödenmesi gereken 162 milyar 400 milyon lira yok. Örneğin açığı ön görülen 2024 bütçesinde yerel yönetimleri güçlendirme diye bir kalem var ve geçtiğimiz yıla oranla yüzde 125 artırılarak 900 milyar liralık bir para ayrıldı. Yani bu da seçim propagandaları için kullanılacak demektir. Bütçe programı içerisinde program dışı giderler olarak belirtilen bir kalem daha var ki 11 trilyon liralık bütçenin 1 trilyonunu içeriyor ve nereye harcanacağı bilinmiyor ama en iyi ihtimalle 2 trilyon açıktan bahsediliyor! Sahtekârlığın böylesi!
Üretim bandına soktukları her üründen şoven ve gerici politika üreten devletin otomotiv ve savunma sanayiinden sonra şimdi de ilaç endüstrisinden 1,4 trilyon dolarlık üretim hedeflendiği belirtildi ve bununla da yerli üretim amaçlı cari açığın hızla azalacağı söyleniyor. Kökten mi, seyyanen mi, nasıl zam vereceklerine karar veremeyip en sonunda 10 bin lirayı layık gördükleri emeklilerin piyasada reçeteli ilaç bulamadığından, fahiş fiyatlara muadil ilaç dayatıldığından bahsedilmiyor. Sanayi ürünlerinin dış satımında sağlanacak artış ile kapanabilir olan dış ticaret açığının kaçınılmaz olarak yüksek enflasyon, eksi rezerv koşullarında gerçekleşemeyeceği ve tekrarlanan dış borç bulma mücadelelerini izlemeye devam edeceğimiz anlaşılmaktadır. Kriz için kuşanacakları her keskin kılıca hazırlıklı olmak gereklidir. Nitekim parlatılarak ekranlara çıkarılan Şimşek ve Gaye Erkan şimdiden tefe konmaya hazırlanıyorlar. Gaye Erkan hakkındaki ifşalar hükümet içindeki yeni oyunların bir ön izlemesi gibi… Faşizm bir kez daha kendi oyuncularını kurban ederek kitlelerin öfkesini sönümlendirmeyi ummakta. Ne var ki bu oyuncuların “dış desteğin” ipi olduğunu hatırlatacaklar da pusuda bekliyor olmalıdır.