Yenilgi, göreceli yenilgi; gerileme ve durağanlık dönemlerinde bireyden örgüte devrim mücadelesinde yerini alanların sınıfsal ve ideolojik duruşları net biçimde açığa çıkar. Durgun sularda herkesin kaptan olduğu, dalgalı sularda ise gemiyi ilk terk edenler olma hikayesi devrimin ağır-zor dönemlerinde gerçeğe dönüşür. TDH zor bir süreçten geçiyor. Tasfiyeci olarak adlandırılan bu süreç sınıfsal ve ideolojik duruşta bireyden örgüte ciddi aşınmalar ve kırılmalar söz konusu. Enternasyonal proletaryanın tarihsel deneyimi, en koyu karanlıkta tek kişi kalınsa dahi teslimiyetin değil direnişin kazandırdığını defalarca tarihe yazmıştır. İdeolojik-politik ve askeri saldırılara karşı devrimcilere düşen, devrimde ısrar şiarıyla karşılık vermektir.
Emperyalist-kapitalist sistem yapısal krizini atlatmış değil. “Uzun durgunluk” adı verilen bu kriz yeni bir sermaye birikim süreci bulunana dek devam edecektir. Sistem ekonomik krizin yanı sıra emperyalistler arası hegemonya, iklim, gıda, su, göçmenler gibi krizler de yaşıyor. Sistem açısından öne çıkan sorunların başında emperyalist güçler arasındaki mevcut “denge”nin bozulmuş olmasıdır. Sistemin işlevli bir şekilde devamını sağlayacak hakim bir gücün olmayışı, tam tersine hakim olan gücün karşısına yeni güçlerin çıkması yapısal krize bir de hegemonya krizi ekledi. Bu krizin gündelik yaşamdaki karşılığı ezilen dünya emekçi halklarına, devrimci-komünist güçlere her açıdan daha yoğun saldırılar olmasıdır. Nitekim pazar alanlarındaki bölgesel savaşlarda bunu rahatlıkla görmek mümkün. Yüzlerce insan emperyalist çıkarlar uğruna katlediliyor, mülteci konumuna düşüyor. Bu yoğun saldırı süreci yakın gelecekte bitmesinden ziyade giderek artacak bir eğilime sahip. Zor denilen sürecin daha da zorlaşacağının işaretidir bu.
Sistemin yaşadığı çoklu kriz yarı-sömürge ve bağımlı kapitalist ülkelere doğrudan yansıyor. Ekonomik ve siyasal krizleri birbirini izliyor. Hakim sınıflar iktidarda kalmak ve yönetebilmek için her zamankinden daha çok baskıcı yöntemlere başvuruyor. Ülke gerçekliğini göz önüne aldığımızda bu durum daha net anlaşılır olacaktır. Yönetememe krizi içinde işçi sınıfına, ezilen kesimlere ve tüm muhalif güçlere karşı baskıcı uygulamalarda sınır tanımamaktadır. Hakim klikler arasındaki çelişkinin silahların kullanılması ile beraber derinleşti ve OHAL olarak bir saldırı dalgasına dönüştürüldü.
Hakim sınıflar arasındaki çelişki çözülmüş eğil. Yapılan seçimler eskiden olduğu gibi bir “çözüm”de yaratmıyor. Tam tersine var olan çelişkiyi daha bir derinleştiriyor. Son yerel seçimlerle bu daha açıktan görünür hale geldi. Hakim sınıflar arasındaki çelişkinin nasıl ve ne zaman bir uzlaşmaya varacağı belirsizliğini koruyor. Bu durum çeşitli milliyetlerden ezilen emekçi halklara, ilerici, demokrat ve devrimcilere yönelik saldırı dalgasının süreceği anlamına geliyor. “Normalleşme”, “iyileşme”, “demokrasi” konjonktürel süreç açısından da rafa kalkmış durumdadır.
Objektif koşulların devrim için oldukça uygun olduğu bir durum söz konusu. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor, yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istemiyor. İstanbul’da yerel yönetimin değişmesinin dahi geniş kesimlerde yarattığı “sevinç” bunun açık ve trajik göstergesidir. AKP-Erdoğan’a karşı biriken öfke, özünde sisteme duyulan öfkedir. Kitleler bu öfkeyi açığa çıkaracak ve iktidar mücadelesine yönlendirecek öncü ve örgütlü kurmayından yoksundur. Bundan dolayıdır ki kitleler yine bir düzen partisi olan CHP’ye yönelmektedir.
Tam bu noktada subjektif koşul dediğimiz politik öznelerin durumu ön plana çıkmaktadır. TDH uzunca bir süredir tasfiyeci sürecin etkisi altındadır. İdeolojik, politik ve askeri saldırılara karşı sürece yanıt olmaya çalışıyor. Fakat egemen sınıfların saldırı ablukasından çıkılmış değil. Merceği biraz daha yakınlaştırdığımız da tasfiyeci saldırıların, özellikle ideolojik alanda etkileri daha net görülecektir.
TDH genel olarak kadrosal ve kitlesel daralma sorunu yaşıyor. Oldukça uzun denilecek bir süredir de bu sorunu çözebilmiş değil. Bunu takiben ideolojik sorunların değişik biçimlerde açığa çıkması söz konusu. TDH bileşenlerinde yaşanılan sorunlar çözme, sürece yanıt olma adına izlenen politikalarda tasfiyeci sürecin etkisiyle ekseri sağa ve sola sapmalar görülmektedir.
Sürecin ağırlığı yaşanan sorunlarla bütünleşerek daha boyutlu sorunların yaşanmasına yol açıyor. Birey ve örgütler bazında devrimci saflarda kopmalar, yılgınlık, yorgunluk, ruhsuzluk, mülteci “devrimciliği”, hizipçilik gibi “elveda proletarya” demeler artıyor.
Zor süreçler, sınıfsal ideolojik ve politik duruşun sınandığı süreçlerdir. İdeolojik olarak güçlü ve sağlam olanın duruşunu koruduğu süreçlerdir. Tarihsel deneyimlere bakıldığında böylesi dönemlerde sınıfsal ve ideolojik duruşunu, politik konumlanışını koruyanların MLM’ler olduğu görülecektir. Bu tesadüfi veya konjonktürel değildir. Rus sosyal emperyalizminin çöküşüyle neo-liberal saldırılar “Pax-Amerikan”, “tek kutuplu dünya”, “ideolojiler öldü” söylemleriyle yoğunlaştırıldığı bir dönem başladı. Küçük burjuva örgütler bu ideolojik saldırı karşısında mücadeleyi bırakıp beyaz bayrak çektiler. Peru, Hindistan, Nepal, Filipinler ve Türkiye’de Maoistler sınıfsal, ideolojik ve politik duruşlarını koruyarak kızıl bayrak çeken Komünist Partiler oldular. Tasfiyeci saldırıların yoğunlaştığı günümüzde devrimci hareketlerin sınıfsal, ideolojik ve politik konumlanışlarına baktığımızda halkçılığın, reformizmin, revizyonizmin, liberalizmin bizzat pratiğe yön verdiğini görüyoruz. Bu nesnel gerçekliğin yanında yaşadığı sorunlara, süreçten olumsuz etkilenimlere ve sağ tasfiyeci hizbin saldırısına rağmen sınıfsal, ideolojik ve politik konumlanış bir kez daha Proletarya Partisi’nde somutlanmıştır. TDH bileşenlerinin izlemiş olduğu politik hattan Marksist ideolojiyle analiz edildiğinden Proletarya Partisi’nde somutlananın ne olduğu daha net anlaşılacaktır.
Sınıf mücadelesi iktidar mücadelesinin verildiği çetin bir mücadeledir. Hakim sınıflar uyguladıkları saldırı-tahakküm ablukasıyla, ezilen emekçi yığınlara, devrimci ve komünistlere tam teslimiyeti dayatmaktadır. Fakat diğer yandan bu saldırı ablukası sınıf mücadelesinde yeni olanaklar-direnişler de yaratmaktadır. 12 Eylül faşizmi kimi hareketleri reformistleştirirken kimi hareketleri de güçlendirmiştir. Zor süreçlerde teslimiyeti dayatanlara karşı tek bir kişinin dahi direnmesi bozkırı tutuşturacak kıvılcım niteliğindedir.
Bu topraklarda hakim sınıflara, onların sömürü düzenine karşı çıkarılan isyanların, gösterilen direnişlerin, ödenen bedellerin mirasçıları olarak her alanda, en küçük mevzide dahi direnmenin önemini bilince çıkartmalı, devrimde ısrar şiarını daha güçlü haykırmalıyız.