Egemenlerin baskı, sindirme, gözaltı ve tutuklama terörü, işçi ve emekçilerin en ufak hak arayışına yönelik saldırıları gün be gün boyutlanarak artmaktadır. Bu fiziki ve ideolojik saldırıları karşılayamayanlar reformizm rüzgarlarına kapıldı ve bu rüzgar devrimci kurumları da ciddi oranda etkiledi. “Rüzgar değil, yelken belirler yönü” sözü devrimci kurumların rüzgara karşı durma ve kendi yönünü belirlemede yaşadığı sıkıntıyı ortaya koymaktadır. Devrimci kurumlar hakim sınıflara yönelmek, kazanılmış mevzileri korumak yerine egemenlere tavizler vermeye başlamakta hatta devrimci çizgide ısrar edenleri türlü laf cambazlıklarıyla boşa düşürmeye çalışmaktalar.
Uzunca bir süredir örgütlediğimiz, katıldığımız, desteklediğimiz birçok eylem, etkinlik ve mitingde hem devletin saldırısına tanık olmaktayız hem de devrimci kurumların bu doğrultuda tavizkar duruşlarına… Eylem ve miting öncesi yapılan toplantılar “izinli” miting veya eylem tartışmasına dönüşmekte, yapılacak olan eylemin niteliği, amaçları ve halk nezdinde yansımaları göz ardı edilmekte, valilikten “izin” almak gibi kısır bir tartışma içerisine hapsedilmektedir. Newroz, 1 Mayıs, 8 Mart gibi gündemler dahil olmak üzere içi büyük oranda boşaltılan birçok miting ve eyleme tanık olduk. Devlet güçleri tarafından yapılan onursuzca aramalar, yasaklanan flama ve bayraklar, keyfi gözaltılar, mitingin gerçekleştirileceği alanın tecrit edilerek halktan soyutlanması gibi bir dizi yaklaşımla karşı karşıya kaldık. Buna tavır geliştirenlerin önü ise “sorun çıkmasın”, “kargaşa yaratmayalım”, “mitingimizi sorun çıkmadan sonlandıralım” denilerek kesildi. Böylesi miting, eylem ve etkinlikler gerçek amacına hizmet edemeden sonlanıyor ve halkta moralsizliği, pasifizmi güçlendiriyor. Oysa eylem ve mitinglerin amacı geniş kesimleri de bu alanlara katmak, onlara bilinç taşımak, onlarda mücadele ruhu ve özgüvenini geliştirmektir.
Devletin devrimci kurumları sistem içi kulvarlara çekme, devrimci değerleri ve kültürü dejenere etme, yapılan eylem ve etkinlikleri yasaklamasa dahi içini boşaltma saldırıları yoğunlaşırken buna tavır gösteren, sistem içi kulvarlara çekilmeyip direniş ruhunu yükselten kurumlara yönelik saldırıları da yoğunlaşıyor. Bu saldırılara en çok maruz kalan kurumlardan biri de Partizan’dır. Devlet tarafından birkaç yıldır kurumumuza, onu temsil eden isim ve görsellere sistemli bir engelleme saldırısı gerçekleştirilmektedir. Gerek Dersim yerel seçim sürecinde gerekse de diğer illerde gerçekleştirilen birçok eylem ve mitingde egemenlerin İbrahim Kaypakkaya ve Partizan korkusu kendini bir kez daha fiili saldırılar, yasaklamalar ve engellemeler biçiminde kendini gösterdi. Öyle ki birçok durumda Partizan flamalarına ve pankartlarına “özel talimat var” denilerek zorla el konulmuş, kimi zaman flamayı taşıyanlar gözaltına alınarak tutuklanmıştır.
Tarihimizde böylesi onlarca saldırının tanığıyız. Bu saldırılar bizleri geçmişte yıldıramadığı gibi şimdi de yıldıramayacaktır. Egemenler rolünü oynamaktadır, biz de öyle. Önemli olan dostlarımızın bu tür durumlar karşısında gösterdiği tavırdır. Ne yazık ki söz konusu tavırların çoğu kez devrimci dostluğun gerektirdiği sorumlulukları taşıdığını söyleyemeyeceğiz. Devrimci-demokratik birçok kurum tavır geliştirmek, dayanışmayı büyütmek yerine eylem, etkinlik ve mitinglerde “sorun çıkmasın” diye Partizan’a yönelik saldırılara sessiz kalmış, görmezden gelmiş ve yine bu doğrultuda Partizan adının çoğu yerde geçirilmesinden çekince duyar hale gelmişlerdir.
19. MUNZUR KÜLTÜR VE DOĞA FESTİVALİ VE DEVRİMCİ DUYARLILIK SORUNU
Dersim’de bu yıl 19.’su düzenlenen festival programı hazırlanırken Partizan’ın ilk toplantıdan sonra festival toplantılarına katılımda gösterdiği eksiklik program şekillendirilirken Partizan’a ve ilk toplantıda sunduğu önerilere kayıtsız kalma tutumuna dönüşmüştür. Bunun üzerine festivali resmi ayakta organize eden iki kurumla (Dersim Belediyesi ve DEDEF) çeşitli görüşmeler gerçekleştirilerek programa dair Partizan’ın talepleri iletilmiş ancak bu talepler çeşitli gerekçelerle reddedilmiştir. Oysa söz konusu eksiklikleri telafi etmek için halen yeterli zaman vardır ve bu zaman diliminde dahi Partizan’ın programa aktif katılımı sağlanabilirdi. Ancak buna dair en başta bir duyarsızlık ve isteksizlik kendini göstermiştir. Aynı sorun ilçe festivallerinin programının düzenlenmesinde de kendini göstermiş, kurumumuza duyuru yapılmaksızın bu programlar şekillendirilmiştir. Kuşkusuz böylesi sorunlarla karşılaşmamızda başta da belirttiğimiz gibi toplantıların takibi ve temsiliyet konusunda kendi örgütlülüğümüz içerisinde yaşadığımız eksiklik etkili olmuştur. Ancak bu eksikliğin Partizan’a festival programlarında alan açmamanın adeta bu durumdan memnun kalmanın bir bahanesine dönüşmemesi gerekirdi. Bu konuda duyarlı olmak en başta devrimci sorumluluğun bir gereği ve Dersim’de devrimci-demokratik güçlerin yürüttüğü mücadelenin bir ihtiyacıdır.
Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin ilk örgütlenmesinden bugüne ne tür baskılarla karşılaşıldığı, hangi zorluklar göğüslenerek festivaller gerçekleştirildiği ve bu konuda Partizan’ın da aktif öznesi olduğu hangi bedeller ödendiği biliniyor. Devlet, valisi eliyle üç yıldır halkın festivalini yasaklamakta ve Dersim’e dönük saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Böylesi bir süreçte halk güçleri içerisinde herkesin herkese ihtiyaç duyduğu, dayanışma ve ortaklaşmanın geliştirilmesi gerektiği açıktır. Devletin bugün doğrudan veya dolaylı olarak kayyımdan geri alınan Dersim Belediyesi’ne tehditler savurduğu; Dersim isminin faşist bir saldırı kampanyasına dönüştürüldüğü koşullarda olduğu gibi festival koşullarında da devrimci-demokratik duyarlılık ve dayanışma sergilenmesi gerekirdi. Daraltıcı, dıştalayıcı tutumlardan uzak durmak en geniş birlikteliği sağlamanın kaygısını taşımak en başta festivali organize eden kurumlar olmak üzere tüm devrimci-demokratik güçlerin bir sorumluluğudur.
Munzur festivalleri kapsamında organizasyonun resmi ayağında temsiliyet üstlenen kurumların, dünden bugüne, devrimci-demokrat kurumları esas alma ve onlara alan açmada sorumlu davranmadığı; kendi siyasi çevresini esas almanın yanında diğer kurumları ‘bireysel’ davet ve katılımlarla karşı karşıya koyduğu ya da eşdeğer tutmaya çalıştığı bilinmektedir. Bu, bugün festivalin organizasyonunda resmi temsiliyet üstlenen siyasi çevrenin de dün en çok eleştirdiği konuların başında gelmekteydi. Ancak aynı yanlış sergilenmekte, kurumları festivalin öznesi ve sahipleneni yapmada duyarlı davranılmamakta, küçük hesaplara teslim olunmaktadır. Devrimci kurumlar etkin oldukları her yerde özellikle devletin saldırılarının kapsamlı ve çok yönlü olduğu Dersim gibi bir coğrafyada halkın devrimciler etrafında en geniş birlikteliğini sağlamak ve bunun için devrimci kurumlara alan açmak, onların destek ve katılımını açığa çıkarmak gibi bir misyona sahiptirler. Böylesi bir tutum ortak düşmana karşı mücadeleyi güçlendireceği gibi halka güven aşılayacaktır.
Özellikle Dersim’de devletin Partizan ve Kaypakkaya’ya ‘özel’ faşist ve keyfi yasakları dostlarımızın bilgisi dahilindedir. Partizan’a özel bu saldırılar birçok yerde faaliyetlerimizi hedeflemekte, ajitasyon-propaganda çalışmalarımızın önüne faşist engeller çıkarılmaktadır. Devrimci dostluk anlayışı devrimci bir kurumun karşılaştığı bu saldırı ve engellemelere karşı yan yana durmayı ve bu saldırıyı püskürtmede ortak mücadele sorumluluğu taşımayı gerektirmektedir. Kuşkusuz kurumumuz bu saldırılara boyun eğmeyecek ve her alanda mücadelesini kesintisiz sürdürmek için bedel ödemekten kaçınmayacaktır. Ancak açık ki bu tür saldırılar bir kuruma ‘özel’ bir yönelime dönüşse de saldırının içeriği tüm devrimci kurumları bağlamakta ve hedeflemektedir. Mücadeleden ödün verildiğinde, devrimci bir kuruma dönük saldırı salt o kurumun sorunu olarak görüldüğünde söz konusu baskı, yasak ve engellemelerin sınırı olmadığı, devrimci faaliyetin tümünü hedeflediği devrimcilerin ortak tarihsel deneyimiyle bilinmektedir. Eleştirdiğimiz yanlış tutumlar karşısında bu ortak devrimci doğruların hayata geçirilme ihtiyacı 19.’su düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin organizasyonu sürecinde de geçerlidir. Dostlarımız Partizan’ın ismini, flamasını, faaliyetlerini ve festival programına aktif katılımını kendileri ya da festival için bir ‘sorun’ olarak algılamak yerine bu konuda daha duyarlı olmak, dayanışma göstermekle yükümlüdürler. Bu yükümlülük devrimci iddianın kendisinden ve tekrar belirtmek gerekirse devrimci kurumlar arası dostluk anlayışından ileri gelmektedir.
Her türlü eylem ve etkinliklerde olduğu gibi Munzur festivallerinde de “ne olursa olsun” etkinliği gerçekleştirmek, bunu “sorunsuz” halletmeye çalışmak, devlet veya vali nezdinde “izin” kaygısı gütmek devrimci bir iddia ve tutumdan beslenmemektedir. Devrimci ilke ve değerlerimizi yeterince savunamadığımız ve geliştiremediğimiz, halka karşı devrimci sorumluluklarımızı yerine getiremediğimiz her durumda gelişen şey kimliksizleşme, pasifizm ve reformizm olacaktır. Bu şartlarda nicel olarak geliştiğimizi zannettiğimiz her yerde aslında gelişen ve güçlenen faşizmin tahakkümü; kuralları, ideolojisi ve hukukudur. İçi boşaltılan ise devrimci mücadele ve devrimci değerlerdir. Sistem bizi iki yoldan birini tercih etmekle karşı karşıya bırakmaktadır. Ya haklılık ve meşruluğumuzdan aldığımız güçle bedel ödemek pahasına direnecek ve devrimci mücadelede ısrar edeceğiz ya da kimliksizleştirilerek etkisiz kılınacak ve sisteme yedekleneceğiz.
Munzur festivalleri ilk olarak devletin en yoğun saldırılarının olduğu; faşist abluka ve ambargoların, işkence, katliam ve “faili meçhullerin’ yaşandığı, Dersim’e girişlerin dahi yasaklandığı koşullarda en başta devrimcilerin iradesi, çabası ve fiili-meşru mücadelesiyle yaşam bulmuş, tüm baskılara ve ödenen bedellere rağmen halkın bir mevzisine dönüştürülmüştür. Söz konusu geri kaygı ve tutumlar en başta Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin temel amaçlarına ve ruhuna aykırıdır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi gazetesinin 40. sayısından alınmıştır.