Koronavirüs salgını dolayısıyla kapitalist-emperyalist sistemin “kâğıttan kaplan” olduğunu emekçi halklar bir kez daha gördü. Bu sözü dile getiren Mao’nun ülkesinden yayılan bir virüsle bunun açığa çıkması da tarihin ironisi olmalı. Aslında uzun süredir emperyalist-kapitalist sistem krizdeydi, koronavirüs salgını bunu daha da görünür kıldı. Hem de çok büyük bir biçimde görünür kıldı.
Emperyalist- kapitalist sistem tarihinin en büyük, en derin ve en yaygın krizlerinden birini yaşıyor. Mali sermaye, tüm düzeni ve alanlarıyla birlikte krizde, çöküşün kıyısında, uçurumun kenarında dolanıyor. Daha şimdiden, krizin başında, büyük bir sermaye ve üretici güçler yıkımı yaşandı. Mali sermeye, bugüne kadar her büyük krizde bir sermaye yıkımı yaşasa da tekelleşmeyi üst düzeyde yeniden yapılandırarak, ekonomik-siyasi uluslararası kurum, ilişki ve yapıları organize ederek ilerliyor ve sermaye dolaşımının önündeki engelleri küresel düzeyde aşıyordu. Bunu yaparken üretici güçleri ve üretimin temelini kısmi de olsa geliştiriyor ve artı-değer sömürüsü krizine; kâr oranının düşme eğiliminin yarattığı krize karşı kendi çözümlerini üretebiliyordu. Üretimde bilgisayarlı otomasyon süreçleri, üretimin temelinin çok gelişmiş olması kâr kitlesini artırsa da yetersiz kalması onu hep bir krizin kıyısında tutuyordu.
Devresel krizlerin zamansal aralığı daralmış ve sistem her defasında daha şiddetli krizlere savruluyordu. 2008 krizinden sonra ise durum daha açık hale geldi. Kapitalizmin üretici güçleri geliştiremediği her alanda görünür olmuştu. Sanayi 4.0 dedikleri bilgisayar-yazılım-otomasyon süreçlerinin gelişiminin sınırlarına dayanması, onun hem siyasal hem tarihsel olarak ömrünü tamamladığını gösteriyordu. Kovid-19 krizi bunun altını çok kalın bir şekilde yeniden çizdi. Krizden çıkış için hiçbir gücün bir reçete sunamamasının nedeni bu tarihsel sınırların çürüme, çözülme ve vizyon kaybı ile ilgilidir.
Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki bu çelişki proletarya ve burjuvazi arasındaki uzlaşmaz çelişkileri ve diğer toplumsal çelişkileri şiddetlendirse de buradan kendiliğinden ne bir devrim çıkar ne de o şekilde demokratik halk devrimi ve sosyalizme geçilir. Bu da başka bir gerçeklik olarak durmaktadır.
Bu gibi süreçlerde revizyonist-reformist teoriler bir kez daha cilalanarak “yeni” etiketiyle piyasaya sürülmektedir. Bu gibi teorilerin Türkiye’de de alıcısı bir hayli çok. “Radikal demokrasi” ve “üçüncü yolcular” bunların en bilinenleridir. Lacan-Maute, imparatorluk yazarlarına kadar çok sayıda liberal yazar, kurum ve çevre var, bunu dile getiren. Devrimin toplumsal bir alt üst oluş olduğu, uzun süreli bir sınıf savaşımı, yengi ve yenilgiler içerisinden geçilen bir sınıf mücadelesi kesiti olduğu unutuluyor. Sanki seçimler sonucunda, demokratik halk iktidarı ve sosyalizme geçilebilirmiş gibi konuşuluyor, vaaz ediliyor. Böyle olmayacağını bilsek de devrimci mücadele ve örgütlerin gerilemesi, sosyalizmin yaşadığı prestij kaybının da etkisiyle burjuva teoriler, küçük burjuva sosyalizmi denen akım ve düşünceler daha da yaygınlaşıyor. Doğa gibi siyasal alan da boşluk tanımıyor. Devrimcilerin, komünistlerin boş bıraktığı alanı burjuva ve küçük burjuva akımlar dolduruyor. Bu kapsamda bugün fazlası ile görünür olan liberalizmin kavramlarının devrimci çevrelerde yaygınlaşması ve gelişmesidir. Bu durumun uzun yıllardır geliştiği bir gerçek olmakla birlikte bu dönemde zirve yaptığını söylersek abartmış olmayız. MLM kavramlardan bir uzaklaşma var. Hatta bu kavramlar eski bulunup şekere bulanmış bir mermi anlamına gelen başka bir kavram, “yeni” etiketi altında küçük burjuva sol liberalizmin cephaneliğinden tedarik ediliyor. “Ötekileştirme”, “şiddet karşıtlığı”, “kolluk güçleri”, “küreselleşme”, “globalizm” gibi kavramların devrimci saflarda da sık kullanılır olması bunlara örnektir. Bu kavramların bir düşüncenin, ideolojinin yansıması, dile gelmesi olduğu da ortadır.
Sınıf mücadelesinin gerilemesi, durağanlaşması beraberinde sınırları belirlenmiş bir devrimcilik anlayışı da geliştirdi. Bu devrimcilik de kendi durumunu realize edebilmek için bu liberal kavramlara ihtiyaç duymaktadır. Onlar için tutarsızlıkların görünür olmaması gerekmektedir. Tutarsızlıkların görünmez kalması, sınıf mücadelesinin zorunluluklarını görmek istememekten kaynaklanır. Sınıf mücadelesinden uzak bir “devrimcilik” tahayyülünün ürünü olarak sınıfsal ayrımları, sınıfsal çatışmaları yok sayan veya en azından flulaştıran kavramlar kullanılmaktadır. Bu devrimcilik değildir, devrimciliğin içinin boşaltılmasıdır. İdeolojik mücadele kavramlarla yürütülmekte, ideolojik konum yine kavramlarla ifade edilmektedir.
Sınıf mücadelesinde bulunulan yere paralel olarak da kavramlar kullanılmaktadır. Dolayısıyla sınıf uzlaşmasına zemin sunan, burjuva ideolojisinin taşıyıcısı olan kavramları kullanmak masum değildir. Hem nasıl bir devrimci yaşam içinde bulunulduğunu hem de hâkim sınıf ideolojisinin hâkimiyeti altında bulunulduğunu gösterir. Devrimcilik iddiasında olanlar bunun nasıl bir devrimcilik olduğunu da sorgulamalıdır. Bu kapsamda bir taraftan ideolojik mücadele yürütülürken bir taraftan devrimciliği, sınıf mücadelesini geliştirme pratiklerine hız verilmelidir. Devrimci pratikler geliştirilmediği sürece liberalizmin etkisine girmiş devrimcilik gelişecek ve devam edecektir. Küçük burjuvazinin sınıfsal düşünüşü bunu koşullamaktadır. Onun için görev bellidir.
Emperyalist kapitalist sistemin bir bütün dünyada krize girmiş olduğu süreçte her geçen gün devrimci olanaklar daha fazla açığa çıkmaktadır. Devrimci ve komünistlerin bunları görmek ve harekete geçirmek için en başta liberalizm virüsünden arınmış olması gerekir. Dolayısıyla süreç devrimci saflarda liberalizme ve onun türevlerine karşı verilecek ideolojik mücadele ile birlikte gelişecektir. Bu mücadelenin tamamlayanı elbette ki sınıf mücadelesinin pratiği olacaktır. Pratiği devrimcileştirmek, daha ileri adımlar atmak, bu adımlarla kitleleri örgütlemek esas çıkış noktamız olacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Haziran 2020 tarihli 63. sayısından alınmıştır.