[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Bir devrim sürecinde birçok çelişmenin bulunduğunu, bunlardan temel çelişmenin devrimin düşmanlarının alt edilmesiyle, bunların yerini devrim güçlerinin almasıyla değişebileceğini, aynı egemen güçler oldukça bu çelişmenin değişmeyeceğini yazmıştık. Bunun tayin edici özelliği devrimin karakterinin bu süreç boyunca değişmeyeceğini de içeriyor olmasıdır.
Devrimin karakteri değişmedikçe de devrimden çıkarı olan kesimlerle (halk) devrimin düşmanı olan kesimler (egemenler) değişmezler. Elbette çeşitli sınıflardan diğer sınıflara kaymalar, kişilerin sınıfsal niteliğinde değişmeler olacaktır; sınıfların kendi içindeki çatışmalardan da kaynaklanan değişimler olasıdır. Bununla beraber sınıfların devrimle ilişkisi değişmeyecektir.
Devrimin karakterinin belli bir süreç boyunca, yani temel çelişme değişmediği sürece aynı kalması devrimden çıkarı olan kesimlerin birliği sorununu da bütün bu süreç boyunca değişmez kılar. Halkın birliğini gerçekleştirmek sürecin çelişmelerinin doğru belirlenmesi ve bu çelişmelerin kategorilendirilmesi ile sıkı sıkıya ilişkilidir.
Mao Zedung’un çok iyi kavradığı ve açıkladığı gibi bir süreç içindeki çelişmelerden biri baş çelişmedir; baş çelişme bütün diğer çelişmelerin çözülmesini ya da çözüm yoluna sokulmasını sağlayan çelişmedir. Yarı feodal ve yarı sömürge ülkelerde bu çelişme feodalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişkidir. Feodalizm kavramının bazılarına, hatta devrimci hareketteki önemli bir çoğunluğa iğreti geldiğini biliyoruz. Buna göre ülkemizde de hatta dünyada da feodalizm kalmamıştır. Kapitalizm emperyalizm aşamasına gelmekle beraber birçok ülkede, hatta tüm dünyada feodalizmi tasfiye etmiş ya da tasfiye sürecine sokmuştur. Feodalizm deyince aklına yüz yıl öncesinin koşulları, üretim araçları, insanları geldiğinden bu çoğunluk aynı koşulları, üretim araçlarını, insanlarını göremeyince, bunun yerine kapitalizmin emperyalizm aşamasına vararak yarattığı koşulları, üretim araçlarını, insanları görünce böyle düşünüyor doğal olarak.
Oysa sözü edilen aynı koşullar talanın, sanayisizleştirmenin, sermaye bakımından yoksullaştırmanın sürekli olarak geliştirildiği koşullardır. Çünkü kapitalizmin gelişme koşulları daha bu yüzyılın başlarında, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile esas olarak tamamlanmış ve emperyalizm koşullarına geçilmiştir. Emperyalizm için “kapitalizmin en yüksek aşaması” denmiştir. Şöyle de söylenebilir: eğer kapitalizm emperyalizme evrilmeseydi kendi içinde çökecek ve zaten gelişmiş ve kendi diktatörlüğünü yaratmaya hazırlanmış proletaryanın iktidarı gerçekleşecekti.
Mao Zedung emperyalizmin bizimki gibi yarı feodal bir ülke olan Çin’e girmemesi durumunda Çin’in kapitalist bir ülkeye dönüşeceğini belirtir. Bunun nasıl gerçekleşeceği hakkında Marks’ın tezleri mevcuttur ve bunlar genel olarak tartışılmazdır. Lenin de Rusya özgülünde aynı teoriyi açıklamıştır. Emperyalizm belli bir ülkede gelişiminin had safhaya ulaşmış, bu anlamda çürümüş kapitalizmin henüz bu aşamaya ulaşamamış ülkelere doğru açılması, sermayenin kendini yeniden ancak ve esas olarak bu ülkelerde gerçekleştirmesidir. Kuşkusuz bu ilişki kapitalizmin, bu ülkeler önde olmak üzere tüm dünyaya yayılması, dolayısıyla bu ülkelerde de kapitalizmin gelişmesi anlamına gelir.
DEVRİME EMPERYALİZM ENGELİ
Çoğunlukla Mao Zedung’un katkılarını, dolayısıyla Marksizm-Leninizmin emperyalizm teorisini reddedenlerle ayrıştığımız temel noktalardan biri emperyalizm ile yarı feodal ülkeler arasındaki, kapitalizmin bir biçimde gelişmesini içeren bu ilişkinin karakteri olmuştur. Bu ilişkinin karakteri temel çelişmede ve aynı zamanda baş çelişmede belirleyicidir. Emperyalizm bu ülkelerde kapitalizmi kendi sermayesiyle geliştirir: bununla beraber bu ülkelerdeki “milli sermaye”yi sürekli bir biçimde gasp eder. Kapitalizmi kuşkusuz geliştirir, her türlü üretim aracını da kapitalist dünyanın ürününü de buradaki pazara taşır, bu ülkelerde düşük maliyet ve hammadde kaynağı nedeniyle üretim de gerçekleştirir. Bunu yapmakla birlikte bu ülkenin kendi sermayesine ve kapitalizmin dinamiği olan sermayeye de el koyar. Kapitalizmin çürüdüğü kendi ülkesindeki “yoksul halkı” da krizlere boğulan sermaye sahiplerini de bu sayede “refaha” kavuşturur. Bu tür bir kapitalizm bu ülkelerdeki “milli burjuvazinin” zayıflığını, dolayısıyla “milli sanayinin” de geri kalmasını koşullar. Bütün bir “Cumhuriyet” sürecinin temel özelliği budur. “Milli” olan her şey emperyalizmin yarattığı koşullar içinde baskılanmış, bununla birlikte feodal tüm yapılar da bu baskılama sayesinde varlığını korumuştur. Çünkü feodalizm bir ekonomi olarak zaten çökmüş bir sistemdir; onun sürece yayılan varlığı yok olması anlamına gelmez, çürümüş varlığıyla sürmesi anlamına gelir. Türkiye gibi ülkelerdeki sanayinin emperyalizmle ilişkisi çökmüş, çürümüş haldeki feodalizmin tasfiyesini, yok edilmesini engellemektedir. Bu nedenle devrimimizin karakteri milli ve aynı zamanda demokratiktir diyoruz.
“Örneğin devrimlerde sınıf savaşı gerçekliğini anlamamış olmak yenilgiyi kaçınılmaz kılar, emperyalizm teorisini kavramamak çok yanlış stratejik hedefler belirlemeyi getirir, kapitalist üretim tarzını bilmemek sınıf analizlerini tekdüzeleştirir ve devrimlerin özgünlüklerini açığa çıkarmayı olanaksızlaştırır, işçi sınıfının devrimlerin önder sınıfı olarak kadrolaşmanın temel kaynağı olduğunu inkâr etmek devrimi daha baştan burjuvazinin sınırlarına hapsetmeyi içerir vs…” dediğimiz yerde ülke şartlarının somut ve doğru incelenmesine de dikkat çekiyorduk. Marksist teorinin bilinmesi Marksist bir hareket için, proleter hareket için olmazsa olmazdır ve bunun somutlaşacağı yer tam da burada konu ettiğimiz türden tartışmalar ve incelemelerdir. Görüyoruz ki incelemeye dayanmayan bir şekilde stratejiler belirlenmekte, devrim örgütleri inşa edilmek istenmekte, kitle çalışmaları yapılmaya çalışılmaktadır. Yanlış bir anlama olmasın; burada muhatap esas olarak kendimiziz.
DEVRİMİMİZİN AŞAMALARI
“… objektif süreçler her şeyden önce Marksizmin teorisi ve aynı zamanda Marksizmin programı tarafından incelenir.” (Stalin, Strateji ve Taktikler Üzerine, s.34) Stalin yoldaşın bu görüşü strateji ve taktikler hakkındaki tezlerinin önemli temellerinden biridir. Bize teorinin ve programın önemini hatırlatmakla kalmaz bu görüş, aynı zamanda “objektif süreçlerin incelenmesi” görevini de hatırlatır. Yayınlarımızda bunu genel olarak, fakat genellikle dağınık ve sistemsiz bir biçimde yaptığımızı kabul etmeliyiz. Bunu nasıl düzeltebiliriz? Bunu yetkin, devrimimizin niteliğini ve görevlerini, asgari ve azami hedeflerimizi açıklayan bir programla ve MLM teorinin kılavuzluğunda, esas olarak ise somut incelemelerle düzeltebiliriz. Devrimin görevleri somut olarak halkın kendi varlığında ve hareketinde görülür. Halka belli bir devrim anlayışıyla ve belli bir teori ile gidilir; bununla birlikte halkın ve genel olarak sınıf mücadelesinin günlük veya yerel koşulları somut olarak incelenir. Bazen MLM teoriye veya MLM’nin programına hareket içinde, bilime, birikime dayanmadan ulaşılabileceği varsayılmaktadır. Bunu nereden biliyoruz? Teoriye ilgisizlik, programsızlığa gösterilen tahammül bunun somut biçimleridir. Bu sorunu aşmadan ilerlemek, halkı ihtiyacı olan devrime kavuşturmak olanaksızdır. Mao yöntem sorununun çözümünü temel alırken bu yaklaşıma sahiptir. Elimizde doğru bir yöntem yoksa, doğru bir amaç yoksa halkı birleştirmek çabası sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bu nedenle MLM teorinin ve MLM programın gerçek bir komünist partisi olmaktaki yeri “olmazsa olmazdır.”
“Marksizmin teorisi, burjuvazinin çöküşü ve iktidarın proletaryanın eline geçmesi gibi kaçınılmaz olan sonuca varır, çünkü kapitalizm zorunlu olarak yolu sosyalizme açmaktadır. Proletarya stratejisinin hareketleri ancak, Marksizmin teorisinin bu temel sonucu üzerinde yükseldiğinde, gerçekten Marksist denmeye layık olabilir.” (Stalin, s.34)
Stalin’in bu doğru tezi tüm komünist partilerinin temel bir özelliğidir; yani sadece kapitalist ülkelerde değil bizimki gibi yarı feodal ülkelerde de proleter strateji aynı temel sonuç üzerinde yükselir. Nihayetinde amaç yolu sosyalizme doğru açmaktır, zira komünizm ancak sosyalizmin başarısı olacaktır. Sosyalizme giden yolu açmak ne demektir? Buna verilecek yanıt objektif koşulları tanımlamayı gerektirir. Sosyalist devrimin ilk defa gerçekleştiği Rusya’da devrimin ilk aşamasındaki hedefi çarlığı yıkmak ve ortaçağ kalıntılarını tamamen süpürüp atmaktı. Bu aşama bizde de söz konusudur. Bunu yarı feodalizmi silip süpürmek, feodal kalıntıları “tamamen” ortadan kaldırmak biçiminde tanımlıyoruz. Rusya’da olmayıp bizde olan şey emperyalizmdir. Emperyalizm hem ürettiği yeni koşullar (yarı sömürge koşulları) nedeniyle hem de feodalizmle yaptığı iş birliği nedeniyle “aynı” aşamayı daha zorlu hale getirir. Devrimin bu aşaması hakkında yapılacak incelemelerde değindiğimiz benzerlik dikkate alınıp önemli dersler çıkarılabilir. Rusya’daki devrimin strateji ve taktikleri bu bakımdan öğrenilmeye değer birçok ders taşımaktadır. Birebir kopyalamamak, burada teoriyi kavramaya çalıştığımızı unutmamak önemlidir. Tek başına ML teorinin Maoizme doğru evrilmesi bakımından belirleyici öğelerden biri olan Halk Savaşı stratejisinin varlığı bile buna önem vermemizin zorunluluğunu gösterir. Şunu da eklemek gerekir buna: emperyalizmin varlığı strateji ve taktiklerin, dolayısıyla mücadele biçimlerinin ve araçlarının yeni birçok özellik kazanmasını gerektirir. Bunu Çin Devrimi’nin özgünlüklerinde gördük ve hiç şüphesiz her şey değişmeye, ilerlemeye devam ederken bunların zenginleşmeyeceğini düşünmek büyük bir hata olur. Bu konu esasen objektif koşulları incelemekle ilgilidir tabii ki. Ne var ki bu da MLM teorinin ve MLM programın kılavuzluğunda yürütüldüğünde doğru veya doğruya en yakın biçimde gerçekleşecektir.
Stalin’in Rusya’da sosyalizme doğru ilerleyen yoldaki “devrim” aşamalarına dair görüşleri birçok bakımdan öğretici tezler içermektedir. Bunlar Marksist teorinin Stalin şahsında, onun döneminde neler içerdiğini görmek bakımından önemli olduğu kadar Maoizme doğru ilerlemekte olan bilimin seyrini gözler önüne sermek için de öğrenmeye değerdir. Örneğin Stalin Rusya’da Ekim Devrimi ile, böylece sosyalizm yoluna girmekle sonuçlanan devrimin ilk aşamasındaki stratejinin sonraki stratejiyle farklı olduğunu açıklar. Buradaki “farklı stratejiler” farklı dönemleri içerir ve aslında Lenin’de somutlaşan devrim anlayışının (sürekli devrim: bu Troçki’nin ileri sürdüğü aynı tanımlı devrim anlayışından farklıdır. Özellikle devrimin hegemonik gücü, yani önderliği ve devrimde köylülerin rolü konularında Lenin Troçkist devrim anlayışından tamamen farklı bir anlayışı savunur.) gelişimi bu koşullardan kaynaklanır. Bu anlayışın Mao Zedung’da daha da gelişip dört başı mamur bir stratejiye, bir devrim teorisine dönüştüğünü ayrıca belirtelim… Stalin ilk aşama içinde, 1903 ile 1917 Şubat Devrimi sürecinde devrimin ortaçağ kalıntılarını tamamen silip süpürmekle ilgili olduğunu açıklar. Bu sonraki aşama için zorunludur. Bu olmadan sosyalizm yolu açılmaz. Proletarya ve onun komünist partisi bu aşamaya önderlik etmek görevini, sonuç olarak, başka nedenler de olmakla birlikte (örneğin burjuvazinin devrimci barutunu yitirmesi, güçlü bir devrimci sınıfın varlığından burjuvazinin çekinir olması…) bu nedenle sahiplenir. Strateji bunu hedefler ve bu hedef devrimin karakterini, dayandığı sınıfları, mücadele biçim ve örgütlerini direkt etkiler. Devrimin bu niteliğini belirlemek Marksizmin teorisini uygulamayı gerektirir. Diğer şeyler bu temel üzerinde saptanır, bu anlamda önce program bu teorinin somutlaşmasıdır sonra da strateji somutlaştırılan bu programın gerçekleştirilmesidir. Programın azami ve asgari kısımlardan meydana gelmesi söz konusu ülkenin şartlarından, sosyo-ekonomik yapının sosyalizm için hazır olmamasından kaynaklanır. Stalin bunu özetle şöyle ifade eder:
“Marksizmin programı proletarya hareketinin amaçlarını tayin eder. Program, kapitalist gelişmenin tüm dönemini kucaklayarak ve kapitalizmin devrilmesi ve sosyalist üretimin örgütlendirilmesi görüşünü ihtiva ederek veya kapitalizmin gelişmesinin sadece tek bir belirli aşamasını, örneğin mutlakiyetçi-feodal sistemin kalıntılarının yıkılarak kapitalizmin serbest gelişme şartlarının yaratılması olarak özetlenebilir. Böylece programın, biri azami ve diğeri de asgari olmak üzere iki kısımdan oluşur.” (Stalin, s.35)
Proletarya hareketinin amacı hiç kuşkusuz kapitalizmin serbest gelişme şartlarını yaratmak değil, bu şartların sosyalizm için yaratılmasıdır. Amaç sosyalizmdir. Hemen devamında Stalin: “Şurası bir gerçektir ki programın asgari kısmı için çıkarılan strateji, azami kısmı için çıkarılan stratejiden farklı olacaktır ve stratejiye, hareketlerinde, Marksizmin programında formüle edildiği gibi, hareketin amaçları kılavuzluk ederse, strateji gerçekten Marksist denmeye layık olabilir.” der.
Burada strateji farklılığının hedef, o hedefe kimlerle ve kimlere karşı mücadele edilerek ulaşılacağı bakımından konu edildiği açıktır. O halde aynı teoriyi ve program anlayışını hayata geçirmeyi savunduğumuza göre biz de bu “aynı” işe yükümlü olduğumuzu kavramalıyız, aynı yolu veya yöntemi uygulamalıyız; Mao Zedung’un yaptığı gibi… Marksist teorinin ve Marksist programın devrimler hakkındaki tezlerini, bu devrimlerin karakterini, dayandığı sınıfları, kimlere karşı olduğunu bilmeksizin proletarya hareketinin amacına göre düşünmek, devrimler gerçekleştirmek olanaksızdır.
Stalin’in bu konudaki tezlerini Mao Zedung’un katkılarıyla birleştirmeyi ihmal etmeden öğrenmek, incelemek, ayrıntıları açığa çıkarıp bilgi hanemize yerleştirmek gerekir. Demek ki biz, onun yolunda ilerleyenler Marksist programı oluşturmak, somut durumdan hareketle sosyalizme doğru yolu açmak için bugünün görevlerini, asgari programı ve devam ederek azami programı sunmakla yükümlüyüz. Amacı, görevleri, mücadele biçimlerini ve buna göre örgütlenme biçimlerini içeren somut bir kılavuz edinmeliyiz. Ancak bununla süreci yönetecek bir hareketin adımı atılmış olacaktır. İbrahim yoldaşın “önderlik” sorumluluğunu almakla birlikte attığı adımların bunu içerdiğini kim inkâr edebilir. Onun bugüne kadar gelen süreçte bize kılavuzluk eden “programatik görüşleri” hemen hemen aynı değerdedir. Bu görüşlere dayanan hareketin yetkinleşmesi için bu doğrultuda güçlü adımlar atmak gerekmektedir.
Stalin yoldaş stratejinin temelini ve önemini açıkladıktan sonra şöyle diyor:
“Esas darbenin doğrultusunu belirlemek, tüm savaş dönem için operasyonların karakterini önceden belirlemek demektir, yani tüm savaşın sonucunu onda dokuz önceden belirlemek demektir. Stratejinin görevi budur.” (Stalin, s.36)
KOMÜNİST İRADEYİ OLGUNLAŞTIRALIM
“Tüm savaşın sonucunu onda dokuz belirlemek” gibi çok ciddi bir görevin tamamlanmasından daha önemli ne olabilir?! İbrahim yoldaşın büyük oranda yerine getirdiği bu görevin tamamlanması kaçınılmazdır, zorunludur. Bu yönde atılmış adımı güçlendirerek sürdürmekle yükümlüyüz.
Peki bu ne anlama gelir?
Bunun anlamı hareketi Marksist teori ve Marksist program etrafında kenetlemek, gidilecek yolu başta hareket için aydınlatmak, savaş döneminin eylemlerini, şiarlarını, direktiflerini, kararlarını aynı temele kavuşturmak demektir. Yaşadığımız çeşitli problemlerin, hatta bölünmelerin, bazen açmazların temelinde bu konudaki zayıflığımız, yetmezliğimiz gelmektedir. Nerede, hangi durumda ne yapacağını bilmeyen ve bu nedenle çok farklı davranışlar sergileyebilen bir hareketin komünist niteliği açıktır ki sorunludur. Yakın geçmişimiz kadar bütün bir tarihimiz de bu konuda hatırı sayılır sorunlarla karşılaştığımızı kanıtlar. Bunlar ne tesadüftür ne de dönemlerin, o dönemlerdeki “mayası bozuk” kişilerin yarattığı sorunlardır. Bunlar nihayetinde olgunlaşmamış bir proleter hareketin sorunlarıdır. Artık olgunlaşmak için nelere yoğunlaşmak gerektiğini biliyor olmalıyız. Stalin ve özellikle Mao Zedung’un sundukları “devrimimize dair öğretileri” kılavuz edinildiğinde yolun önemli derecede aydınlandığı görülecektir. Programımız üzerinde özenle durmak, bunu hareketin temeli haline getirmek ve özellikle her somut alanda, işte, görevde üretmek, zenginleştirmek aydınlanmak kadar aydınlatmak demektir. “Proleter devrimlerin uzun süreli, sürekli ve baştan sona bilinçli bir mücadeleyi gerektirmesi bize bu devrimlerde stratejinin önemini gösterir.” Proleter devrimler çağının geldiği aşama çok daha karmaşık, zorlu ve keskin mücadeleler içeriyor. Proleter hareketin sosyalizm yolunda aldığı yaralar henüz kanamaktadır. Halk kitlelerinin birleştirilmesi görevini tartıştığımız her yerde karşımıza çıkan güçlükler bize bu gerçeği hatırlatmaktadır. Komünist hareket içinde “yetişip” komünist hareketin devrimlerdeki öncülük görevini, üstelik “tamamen” yadsımak gibi revizyonist görüşlere saplananları görmek de aynı nitelikteki gerçeği hatırlatmalıdır. Yakın zamanda dahi komünistlerin birlik zeminini parçaladıktan sonra “en geniş birlikler” için çabaladıklarını ileri sürenlere rastlamamız da aynı bilgiyi içermektedir. Aynı temel üzerinde olmayı başaramadıkça, üzerinde olduğumuz temeli bütünlüklü bir program olarak tanımlamadıkça bu sorunlarla baş edebileceğimizi düşünmemeliyiz. Sorun nihayetinde yöntem sorunu ise, burada yöntemi, esas darbenin doğrultusunu proleter hareketin önüne koyarak “büyük” adımı atmak gerekir. Halkın birliğini gerçekleştirmek üzere komünistlerin birliğini pekiştirmek ve proleter hareketin güçlerini olgunlaştırmak için bu bir zorunluluktur. Daha önce vurguladığımız gibi:
“Ne var ki proleter devrimciler için durum başkadır. Onlar ancak toplum bilimini, sınıf savaşımının yasalarını ve kurallarını, sınıfların analizini kavramakla iyi bir stratejisyen olabilirler.” (Yeni Demokrasi)