[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Faşist sistem merkezinde genel seçim ve Cumhurbaşkanı seçimi olan konsantre bir kampanyayla geniş kitleleri umutsuzluktan, geleceğe dair belirsizlikten, derin ekonomik buhrandan geçici bir süre alıkoydu. Dört bir yandan kuşatılmış kitleler “seçim yoluyla değişim” için seferber edildi. Seçimler egemenlerin güç dengesinde bir değişikliğe yol açmadı; ancak seçim süreci boyunca saflaştırılan, gerici seçim yarışında bir dolgu malzemesine çevrilen halk yığınlarını dört bir yandan kuşatan ablukanın seçim sürecinin sonunda kalkmasıyla birlikte umutsuzluk, belirsizlik, ekonomik buhran tüm acımasızlığıyla sürece yeniden yön vermeye başladı. Gerici sınıfların bir kanadı altında saf tutan halkımız seçim sonrasında düzene öfke kusma yolunda yeniden birleşti!
Egemen sınıfların halkı yönlendirme, düzene yeniden bağlama aparatı olan partilerdeki tartışmalar da dikkate değer biçimde gündemleşti. Seçim öncesi “ülkede değişim” sloganı ile dikkat çekmeye uğraşan CHP, “CHP’de değişim” sloganlarıyla karşılaşmaya başladı. Değişim vaadiyle seçimlere giren Kılıçdaroğlu yenilgi üzerine okların hedefi haline geldiğinde “statüko”yu meşrulaştıran bir konumda durmakta beis görmüyor görünmekte. CHP’de “değişim için” daha ciddi bir mücadele başlamış görünüyor. Kılıçdaroğlu “az farklı yenilgi” ve iktidar olanaklarının haksız kullanımı anlatısıyla bu taleple belirlenecek bir değişimi halihazırda savuştururken faşist siyasi partiler yasasının ve CHP tüzüğünün parti liderine verdiği geniş yetkilere dayanarak “evladı” Ekrem İmamoğlu’nda somutlaştırılan/somutlaştırılmak istenen “değişim” olasılığını kontrolüne almaya çalışıyor. Asgari demokratik niteliklerden uzak bir şekilde gerçekleşen seçimlerin sonuçları farklı olsaydı da her defasında demokratik teamüllere ve niteliklere sahip olmadığı ortaya çıkan CHP’nin halkın çıkarına bir adım atmayacağı kesinlikle görülmüş oldu. Parti liderliği için kendi içlerinde sergiledikleri mücadelede tavırları, tutumları, konumlanışları, sorunları ele alış biçimleri ne ise devletin dümenindeyken de aynısı olacaktı. CHP’nin seçim öncesinde gerici kuşatmanın bir parçası olarak “bir nefes”, “demokratikleşme”, “refah” diyerek halkı aldatma çabaları yerini yenilgiye odaklanan iç mücadeleye ve bunun etrafında dönen gerçekliğe bırakmıştır. Seçim yenilgisiyle birlikte CHP içinde bir liderlik yarışının başlaması kaçınılmazdı.
Yine Millet İttifakı’nın yenilgiyle birlikte bir çözülme mi yaşayacağını, yoksa yerel seçimlere odaklanarak yola devam mı edeceğini bu süreç ve elbette CHP’deki “değişim ve liderlik” yarışı belirleyecektir. İttifakta şimdiden yerel seçimlere yönelik bir pazarlık başladığına göre henüz egemen fikir ittifakın sürmesidir. Sorduğumuz ilk soru bunun sürüp sürmeyeceği hakkındadır. İYİP’in büyükşehir talebi ve belirginleşen “her zaman vererek olmuyor” yaklaşımı bu ittifakın geleceğine dair sorun potansiyelini gösteriyor.
Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP-MHP bloku ve diğer bileşenleri ise meclis başkanlığı seçiminde “birlik ruhunu” güçlü bir biçimde koruduklarını gösterdiler.
Yeni kabine ekonomide ne yapılacağı, ekonomi yönetiminin kime emanet edileceği tartışmalarının ortasında ilan edildi. Ekonomide “ortodoks modelin” tercih edildiği Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanı ilan edilmesiyle netleşmiştir. Mehmet Şimşek Nureddin Nebati’den görevi devralırken “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda önemli olacaktır. Makro finansal istikrarı önceliklendireceğiz.” diyerek “hibrit/heteredoks” modelin militan savunucusu selefini rencide etmiştir.
Seçim sonrasında ekonomi yönetimindeki bu değişim güvenli liman arayan emperyalist sermayeye göz kırpmaktadır. Emperyalist tekeller ve kurumlar için güvenilir isim olan Mehmet Şimşek Maliye Bakanlığı’na getirilirken yine aynı tedrisattan geçmiş Hafize Gaye Erkan da Merkez Bankası Başkanlığı’na atandı. Emperyalist sisteme sıkı şekilde bağlı ekonomik yapının başka bir yola sapma şansının olmadığı böylece teyit edildi. Ayrıca bu değişim “yerli ve milli” demogojisine bir süre ara verildiğine işaret ediyor. Seçime kadar baskılanan döviz kurundan vazgeçilmiş ve döviz kurunda başlayan dalgalanma bir devalüasyon oluşturmuştur. Seçim süreci boyunca izlenen politikalar sonucunda döviz ve altın rezervleri boşalmış, iç borç dışında ülke emperyalist tekellere 45 milyar borçlanmıştır. Yeni kabinenin Merkez Bankası’nın gerçekliği, yansıdığı kadarıyla böyle.
Bu durumda yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon ve onu takiben yüksek işsizlik kaçınılmazdır. Süreç IMF kurallarına, bir anlaşma olmasa da daha sıkı bağlanarak örgütlenecektir. İşçi sınıfına ve emekçilere, küçük esnafa daha ağır faturaların kesilmesi, vergi yükünün artması bunun esaslı parçaları olacaktır. Tüm ekonomik haklar mali disiplin altında budanacak, “makro finansal öncelikler” gözetilerek alım gücünde gerileme, ücretlerde erime ve şirket iflasları daha fazla gündeme gelecektir. Krizin faturası halka artık “hibrit modelle” değil “ortodoks modelle” ödetilecektir. Kitlelerin yaşamsal sorunları ve geleceğe dair belirsizliği büyüyecek, değişim isteği ve arayışı boyutlanacaktır. Seçim öncesi faşist kliklerin açık ve örtülü şekilde emperyalist tekellere vadettikleri güven ortamına dair değişim, seçim sonrası hızla devreye girmiştir.
Seçimlerin bir kaybedeni ve değerlendirilmesi gereken kategorisi daha var. O da parlamentarist, sınıf iş birlikçi, faşist devlet gerçeğinin üstünü örten ve halkı kendi hayallerine mahkûm eden reformist kesimlerdir. Bu kesimlere, onlara güçlü şekilde yedeklenen kimi devrimci güçleri de eklemek gerekmektedir. Seçim kampanyalarını “tek adam düzenine, faşist şefliğe son” argümanıyla parlamentoda koltuk kapmaya ve Erdoğan’ın gönderilmesine odaklayan bu kesimler seçim sonrası ise “seçim endeksli değişim ve yaklaşımları” eleştirmekten geri durmamışlardır. Oportünizmin durumdan duruma, koşuldan koşula kılık değiştiren, sonuçlara göre konum alan yaklaşımı şıpın işi ortaya çıkmıştır. Bu kesimler ortada bir yenilgi olduğunu kabul ederken yenilenin oportünist karakterleri olduğunu kabul etmekten tamamen ve zinhar uzaktırlar. Güçlü “Faşizm seçimle değil mücadeleyle gidecek” söylemi seçim sonrasının ortak söylemi haline gelse de bunun geç kalınmış bir aydınlanma olduğu vurgulanmak zorunda: Günaydın, fakat şimdi cenazedesiniz!
Oportünist hurdalıklarından gerekirse kullandıkları bir doğruyu çıkararak yenilgiyi hafifletmeye çalışmaktadırlar.
Seçim değerlendirmesinde HDP yenilgiyi kabul ederken “Temsili ve orta sınıf siyaset biçimine sıkışmak yerine siyasetin toplumsallaşmasını merkeze alacağız” özeleştirisiyle bu süreçte doruk seviyeye ulaşan sınıfsal tutumuna dair bir itirafta da bulundu. Bunun özeleştiriden çıkan bir düzeltme kıvamında sunulması bir şekilde gelişmiş bulunan “siyasal ve sınıfsal tutumun” üstünü örtme girişimi olması güçlükle olasıdır. Zira aynı değerlendirmede “’İlkelerde katı, pratikte esnek’ olma şiarıyla tarihsel mücadelelerin toplamı olan HDP fikriyatında ısrar…” edeceklerini de beyan ettiler. Bu da özeleştirinin seçim başarısızlığına duyulan tepkiye papaz nezdindeki kitlelere günah çıkarma işlemi olduğunu düşündürtmelidir. Bilinmez, görünmez, deneyimlenmemiş bir çukura düşülmedi; HDP içinden olacakların öngörüldüğünü okuduğumuz için böyle düşünmek daha gerçekçidir. TİP ise hâlâ “kaybedilen vekillikler”, “stratejik oy pususu” vs. üzerinden “yarım zaferinin” keyfiyle meşguldür.
Seçimlere kilitlenmiş, faşizmi sandıklarda alt etmeye yemin etmiş, emek lehinde ittifak ve politikleşmiş kitleyle temas etmek gibi temel devrimci sorumlulukları seçimlere katılım gerekçesi yapmış; ama aynı zamanda devrimci ilkeleri ve yaklaşımı seçime kurban ederek hareket eden devrimci güçlerin şimdi “seçimle değişim olmaz” söylemi değinilmeden geçilemez bir durumdur. Bu, kaybettiğini bulma çabasından çok oportünizmin kendini kurtarma hamlesidir. Zira kitleleri yanlış bilinçlendiren, yönlendiren ve onları kurtuluş yoluna değil iyileştirme yoluna sevk eden tutumlarından bir vazgeçiş, tutarlı bir özeleştirel yaklaşım söz konusu değildir. Bu bağlamda çıkarılan sonuçlar ilkesiz, tutarsız ve yanlış politik tutumdan kopuşu içermekten uzak, hurdalıkta kalan bir doğruyu kullanma yaklaşımıdır.
MLM’ler halka gerçek kurtuluşu, seçim tavrıyla ve politikasıyla tecrit edilme, lanetlenme pahasına anlatmakta, örgütlemekte ve yönlendirmekte ısrar etmiştirler. Kuşkusuz geniş kitlelere ulaşmada, devrimin sorunlarını onlara taşımada ve devrimin ihtiyaçları için yeni ve daha güçlü örgütlenmeler yaratmada ciddi bir başarı kaydedememişlerdir. Ancak kitlelerin tarihsel eğilimi ve temel politik ihtiyaçlarıyla birleşmeye odaklanarak devletin gerçek niteliğini ve esas yönelmesi gereken hattı tüm yanlış eğilimleri karşısına alarak ortaya koydular. Bu bir şekilleniş, halkın bağımsız eyleminin politik gücüne dair güçlü bir konumlanıştır. Zira bu seçimler halkın bağımsız eyleminin iğdiş edildiği, devrimin ve devrimci ilkelerin silikleştirildiği ve önemsizleştirildiği bir kampanyaya da dönüşmüştür. MLM’ler en başta buna karşı konumlanmış, bu sorunun altını çizmiş ve mücadele rotası belirlemiştirler. Bu rota doğrudur. Bu rotada ilerlenecektir.