Emperyalist kapitalist sistemin yarattığı buhranlar yüzyıllardır büyüyerek, sistemde daha büyük çatlaklar ve sarsıntılar yaratarak süregelmektedir. Emperyalistlerin krizi atlatmak için giriştikleri yöntemler ise ciddi yıkımlara yol açmıştır. Yeni pazar arayışları savaşlarla sonuçlanmış, doğa ve insan kıyımlarıyla yol almıştır. Yeryüzünde, insan toplumu için ihtiyaç fazlası kaynaklar dahi talan edilmiş, ekolojik denge alt-üst olmuştur. Bununla da yetinilmeyerek doğa rant alanına dönüştürülmüş, egemenler ‘gölgesini satamadıkları ağaçları kesmişlerdir.’
Bir ayı aşkın bir süredir dünya genelinde gündemde koronavirüs (Kovid-19) salgınına karşı alınmaya çalışılan önlemler öne çıkmaktadır. Sokağa çıkma yasaklarından, maske dağıtımına, yeni hastane oluşturma çalışmalarına vs. örnekler elbette çoğaltılabilir. Fakat çarpıcı olan halk sağlığının yine hiçe sayılmasıdır. Özellikle Türkiye’de emekçiler fabrikaları doldurmaya devam etmiş, hiçbir bilimsel veriye dayanmayan maske takma zorunluluğu ile pandemiye karşı yeterli önlem alındığı düşüncesi yaratılmıştır. Bu dönemde her şey pandemiyle mücadeleye odaklıymış gibi bir algı yaratılsa da halkın yaşam alanlarında dönük saldırılara pandemi de engel olmamıştır. Salgın, felaket ya da yıkım da olsa egemenler açısından sermayelerini daha fazla nasıl geliştirecekleri sorunu birincil gündem olmaya devam ediyor.
PANDEMİ FIRSATÇILIĞI
Bunlarla birlikte Türkiye’de halihazırda devam eden HES, JES, RES, nükleer santral projeleri hız kesmemektedir. Yine yakın zamanda gündeme gelen Kanal İstanbul projesinin ihalesi, egemenlerin halk nezdinde gerçek yüzlerini bir kez daha göstermiştir. Korona pandemisi toplumun neredeyse tamamını tehdit ederken Kanal İstanbul projesi ihaleye çıkartılmıştır. Kanal İstanbul projesinin ekolojik, sosyal ve ekonomik birçok boyutu tartışılagelmiştir. Büyük bir ekolojik yıkım meydana geleceği aşikârdır. Tarım ve orman alanlarının yok edilmesi, deprem ve tsunami olasılığı, hidrografik etkiler, ekosistem üzerindeki etkiler, milyonlarca hayvanın katledilmesi, arkeolojik ve tarihi alanlarının yok edilmesi vs… Kanal projesinin gerçekleştirileceği alan üzerinde yaşayan insanların zorunlu göçe tabi tutulacak olmaları ve projenin 75 milyarlık bir maliyet ile gerçekleştirileceğinin öngörülüyor olması… Bütün bunları pandemi koşullarıyla düşündüğümüzde, hâkim sınıfların, toplumun çelişkilerinin farklı yönlere kaydığı bugünkü süreci fırsata çevirmek istedikleri görülmektedir.
Fırsatçılık bunlarla kalmamıştır elbette. Tüm halkın esas gündemini korona oluştururken yapılan yönetmelik değişikliğiyle doğa koruma alanlarında madencilik yapılabilmesinin önü açılmıştır. Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri yapılan yönetmelik değişikliğiyle madencilik faaliyetlerine açılmıştır. Koruma alanlarının yağmalanması işten bile değildir. Bu sürece bir de yeni nükleer santral yerinin arandığı bilgisi damga vurmuştur. Dünya üzerinde nükleer santraller, farklı enerji türleri kullanımına yerini bırakırken Türkiye’de ise yeni keşfedilmişçesine nükleer santraller kurulmaktadır. Tarihsel bir deneyim haznesi bulunmaktadır nükleer santrallerin. Radyoaktif gaz salınımıyla insan sağlığı ve ekosistemde ciddi tahribatlara neden olmaktadır. Çernobil, Fukuşima, Kyshtym, Saint Lauren vs. patlamaları ise tehlikenin daha da çarpıcı yanını göstermektedir.
Sadece pandemi döneminde onlarca örnek gösterdi ki egemenler çevre katliamı ve rant için bu süreci fırsata çevirdiler. Türkiye’nin en derin, en temiz, en berrak özelliklere sahip göllerinden olan ve salgın gerekçesiyle kapatılan Salda Gölü iş makineleri ile katledilmeye başladı. Bursa Kirazlıyayla’da, Artvin Cerattepe’te, Yusufeli’de maden ve enerji firmalarının inşaat çalışmaları özellikle bu süreçte hızlandırıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2020 yılı Mart ayı içerisinde toplam 37 adet proje için “ÇED Olumlu” kararı verdi ve onlarca yerde doğa katliamları hız kazandı.
Türkiye’de halkın yaşam alanlarına sahip çıkması ve çevre mücadelesi noktasında duyarlılığın artması beraberinde birçok çevre saldırısı karşısında direnişler doğurmuştur. Yer yer saldırılar püskürtülerek egemenlerin hayallerini başka baharlara ertelemeleri sağlanmıştır. Gelinen aşamada ise halka sokağa çıkmaması salık verilirken gerçekleştirilmeye çalışılan ihaleler ve hız kazandırılmaya çalışılan projelerle pandemi fırsatçılığı yapılmaya başlanmıştır. Pandemi nedeniyle bir araya gelmenin ciddi tehlikeler barındırdığı, bu nedenle direnç gösterecek kitlenin bekleme durumu söz konusudur. Görünen odur ki çevre mücadelesi daha keskin bir zemine doğu seyir etmektedir. Pandemi sürecinde daha büyük saldırıların altyapısının oluşturulmaya çalışılması bunu göstermektedir.
İnşaat sektörü başta olmak üzere doğanın talan edildiği alanlara kaynak aktarımı hız kesmeden sürmektedir. Tüm bu projelere kaynaklık eden esas öğe elbette ki halkın vergiler yoluyla yağmalanmasından doğan bütçenin dağılımını örgütlemektir. Buna aynı zaman da doğanın yıkımından doğan rant ve emek sömürüsünden doğan değerin eşlik ettiği aşikardır. Çevre mücadelesi kapitalist çarkın varlığına güdümlü şekilde, doğanın rant ve talana açılmasıyla eşdeğer yürümektedir. Haliyle politik iktidar mücadelesine dayanmaktadır ve bu mücadele kazanımla sonuçlanıncaya dek sürecektir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 16 Nisan 2020 tarihli 59. sayısından alınmıştır.