Sermayenin günümüz temsilcisi AKP hükümeti nezdinde sistemin ekonomik ve politik krizi derin bir şekilde sürüyor. Türk hakim sınıflarının bu krizi kendi cephelerinde aşmak için kitlelerin önüne getirdiği seçimler, aslında sistemin iç olgusu olan krizin aşılmasında başarılı olacak mı? Başka bir soruysa; sistemin hem başarı ümit ettiği hem de bir iç olgu olan ve giderek derinleşen krizin aslında seçimlerle ortadan kalkmayacağı gerçekliğini bildiği bir süreçte reformizm ve oportünizmin konumlanışını nasıl değerlendireceğiz?
Yazımızın iki ana hedefi var; sistemin kriz(ler)i ve buna bağlı seçimlerin buradaki yeri ile reformizmin/oportünizmin krizi.
HAKİM SINIFLARIN “UMUTSUZ” KRİZ AŞMA ÇABASI
Türk hakim sınıflarının yaşadığı siyasal ve ekonomik krizin yansımaları ve beraberinde getirdiği olgular; hakim sınıfların yönetememe sorununu, kitlelerin de memnuniyetsizliğini yukarı noktalara çıkarmış durumdadır. Fakat derin akımlar köpükte değil, ırmağın altındadır. Ekonomideki tıkanma ve belirsizlikler, siyasal olarak geniş kesimler tarafından meşruiyetin sorgulanması başlıkları altında özetleyebileceğimiz her birisi dikkate değer olgular, içinden geçtiğimiz “seçim” sürecine rengini veren bir biçimde ilerlemektedir.
Türk hakim sınıfları da kendi sınıf çıkarları doğrultusunda -kendi klik dalaşlarıyla birlikte- sistemi tahkim etme çabasında ısrarla durmaktadır. Mevcut AKP hükümeti, bu süreçte “köpüğün görünen yüzünde” beliren bir simge olsa da mevcut kriz, bir devlet krizi olarak etkilerini sürdürmektedir. Buna bağlı olarak da “erken seçim”, bu krizin aşılması için “umutsuz” da olunsa sarılınan bir can simidi görevi görmektedir. “Umutsuz” diyoruz, çünkü mevcut ekonomik ve politik kriz, seçimle ortadan kalkmayacak kadar derinleşmiş, etki alanını mevcut konjonktürü şekillendirecek bir pozisyona getirmiştir. Bu doğrultuda seçim sürecinin iyi okunması, bu süreçte kitleleri mevcut sisteme karşı devrimci mücadelede seferber etme çabası önemli bir yerde durmaktaydı. Bu noktada seçim öncesinde seçime ve sürece ilişkin değerlendirmelerimize tekrardan girmeyi gerekli görmüyoruz.
OPORTÜNİZMİN KRİZİ, DEVRİMCİLİKTEN REFORMİZME “TERFİ”
Sınıf mücadelelerinden ibaret olan toplumlar tarihini sorgulamak, bundan öğrenme çabası içerisinde olmak; günümüz için “karmaşık” olanı anlamak, “zor” görüneni kolaylaştırmak adına kullanılacak yöntemlerden birisidir. Gel gör ki bu yöntem, içinden geçtiğimiz süreçte kendine “devrimci” diyenlerin belki de hiç kullanmadığı bir yöntem de olmaktadır aynı zamanda. Yaşananlardan, yaşanmışlıklardan ders çıkarmama pratiği, günceli analiz etme, güncele perspektif sunmada kısa vadede geçiştirmeci, uzun vadede ise devrimci literatürden vurgularsak “çapsız” belirlemeleri ortaya çıkarmakta.
Devrimci ve demokratlar için meşruluğunun sorgulanmaması dahi gereken bir “seçim”e tutarsız ve çelişik yaklaşımlarda bulunularak; devrim iddiası, kitlelerin öfkesi ve memnuniyetsizliği -yine kitlelerin ‘an’daki taleplerinin de etkisiyle- legalist ve reformist hayallere yerini bırakmaktadır.
Hakim sınıfların her türlü iç dalaşına rağmen, faşizm koşullarını her geçen gün daha da ağırlaştırdığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Çok yakın sayılacak geçmiş süreçte bırakalım devrimcileri, geniş kitleler nezdinde dahi meşruluğu yitirilmiş, kitlelerin “kurtuluş” bağlamında heyecanlanmadığı seçim süreçleri yaşandıktan sonra, bu kaos ve öfkeyi kendi reformist hayallerine kurban edenler, ne geçmiş tecrübelerden ders çıkarmış oluyor ne de bahsettikleri “andaki dayanışma”yı böyle gerçekleştirebiliyorlar. Bu doğrultuda esasen mevcut sistemin tahkim edilmesine hizmet eden fakat birçok yapının “dayanışma” olarak sosladığı yaklaşımları, tabiri caizse oportünizmin en alasını tarihin sayfalarına yazmıştır. Yine bu yaklaşımla “yanlış yaptıysak öz eleştirimizi veririz” denerek küçümsenmekte, hem kendi hem de kitlelerin akıllarıyla resmen dalga geçilmektedir. “Kitlelerin önemi” vurgusunun altında kitle kuyrukçuluğunun kutsanmasıyla legalizm yeniden yeniden keşfedilmeye çalışılmaktadır.
Proletaryanın büyük öğretmeni Lenin’in “Ne Yapmalı?” adlı eserinden yapacağımız alıntı, seçim öncesi ve sonrası süreçte, yukarıda bahsettiğimiz şekilde sürece yaklaşan oportünistleri karakterize etmek için yeterli olacaktır: “Bir oportünist her formüle kolayca imzasını atar ve onu aynı kolaylıkla terk eder, çünkü oportünizm demek, kesin ve sağlam ilkelere sahip olmamak demektir.”
’71 DEVRİMCİ KOPUŞUNDAN KOPUŞ!
Devrimin objektif gücüne nazaran subjektif gücün geri düzeyde seyrettiği bir gerçekliktir bu yadsınamaz. Bu geri düzey, gökkubbenin altındaki kaosun “az da olsa iyileştirilmesi”, “nefes aldırılması” argümanlarıyla seçim sürecinde kitlelere devrim propagandası yapmaktan çekinen, kitleleri sisteme karşı devrim için örgütlemeyi bilinmeyen bir tarihe/sürece bırakan anlayışı da beraberinde getirmektedir. Unutulmamalıdır ki reformizm, kitle hareketlerinden yanlış sonuçlar çıkarılarak canlandırıldığı gibi, devrimci mücadelenin geliştirilemediği momentlerde de canlandırılabilir.
Seçim öncesi süreçte kendini gösteren, hakim sınıfların fiili saldırıları dahi yaşanan durumu gözler önüne sermektedir. Baskı, yasak ve öncekilerde olduğu gibi katletmeye varan pratikler karşısında kitleleri devrimci mücadelenin bileşenleri haline getirme iddiası yerine oportünist ve reformist hayallere kurban etme, oportünistlerin seçim sonrası daha büyük bir “iç yıkımla” karşılaşacağını gösterecektir. Öyle ki seçim propagandası yapanların, seçim sonrasına hazırlığı mümkün mertebe yine aynı reformist çizgide ilerleyecektir. Böylesi bir süreci yaşadığımız “bugün”de kitlelerle birlikte kendilerini sistemiçileştirenlerin, seçim sonrası “özeleştiri vererek” kitleleri devrim mücadelesinde seferber edecekleri bu sefer de bizler için “hayal dünyası”nda durmaktadır.
Bu noktada kitlelerin andaki taleplerini sistemiçine yedekleyen anlayış, aynı zamanda Türkiye Devrimci Hareketi’nin dönüm noktası olan ’71 Devrimci Kopuşu gerçeğinin de reddi olmaktadır. Dönemin koşulları içerisinde devrimci bir çıkış olan, kitleleri parlamenter hayaller deryasından söküp alarak devrim ile reformizm arasına kalın çizgiler çeken anlayış, elbette ki bu oportünistlerde eğreti duracaktır.
Bu reddin yarına evrileceği nokta ise esas tehlikeyi barındırmaktadır. Bu yanılsamalı atmosferde, işçi sınıfının, emekçi ve ezilenlerin özneliğine dayalı devrimci mücadele olanakları yerine öfkeyi sistem içileştiren bu red ve anlayış, yaratılan sahte umutları yarına taşıyacak ve bugün çekilen ideolojik teslim bayrağı, yarın” gerçekler” karşısında iflas bayrağı olarak çekilecektir.