Devlet ve İktidar Krizinde Bir PR* Çalışması

Proletaryanın kendi kızıl bayrağı vardır. Hiçbir faşist burjuva-feodal klikle yan yana gelmez. Birkaç kırıntı uğruna düşmanlarının bayrağı altına girmez. Düzen muhalefeti, AKP karşıtlığı üzerinden tüm sınıf ve tabakaları kendi saflarına toplama politikası izliyor. Uzun yıllar AKP’nin devlet adına halka zulüm uygulaması, geniş halk kesimlerinin de tepkisini AKP’ye yöneltmesi anlaşılır bir durumdur. AKP kendi meşrebince hâkim sınıfları temsilen devlet politikalarını hayata geçirmiştir. Dolayısıyla AKP karşıtlığı devlet karşıtlığı ile birlikte yapılmadığı sürece sorunun esas faili aklanmış olacaktır. Komünistler için asıl olan hâkim sınıflara ve onların baskı aygıtı devlete karşıtlıktır. Komünistler AKP’nin hayata geçirdiği politikaların devlet politikaları olduğunu da hiçbir zaman unutmazlar.

Yaşanan ekonomik sorunlar, burjuva ekonomistlerin ve siyasetçilerin bile dile getirdiği gibi AKP ve Erdoğan’ın “yanlış” politikaları nedeniyle değil burjuva-feodal sistemin ekonomik karakteri nedeniyledir. Emperyalizme bağımlı komprador ekonomik yapı sürdükçe, başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere tüm emekçilerin açlık ve sefaletinin son bulmayacağını tersine artacağını ısrarla vurgulamalıyız. Diğer yandan güncel sorunlarla stratejik perspektif arasında canlı bağlar kurulmalıdır. Eğer bu yapılmaz, işçi sınıfı ve halk süreçte bir politik güç olarak ağırlığını hissettiremez ise AKP/Erdoğan gitse bile ekonomik ve siyasi koşullar değişmeyecektir. Bir psikolojik deşarj olarak hükümet değişiklikleri halkın kendini iyi hissetmesine sebep olabilir yine aynı hatta belki daha ağır koşullar hüküm sürmeye devam edecek; halk burjuva-feodal sömürü düzenin acımasız çarkları arasında ezilmeye devam edecektir. Komünistler önderliğinde başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi ve ezilenler ehven-i şer için değil kendi çıkarları ve kurtuluşları için dövüşmek zorundadır. Komünistler bu perspektifle çalışır.

Burjuva-feodal düzenin muhalefetteki faşist kliği kendi çıkarlarını tüm halkın çıkarıymış gibi göstermeye çalışıyor. Bunu yaparak sisteme karşı halkta birikmiş tepkiyi de kendi iktidar mücadelesine kanalize ediyor. Burjuva-feodal kliklerin büyük çoğunluğu muhalefette bir klik etrafında ittifak oluşturmuş ve AKP sonrasının planlarını, pazarlıklarını yapmaktadırlar. Muhalefetteki faşist kliğin motor gücü olan CHP, reformistleri, solcuları, Kürtleri hatta devrimcilerin bir kesimini dahi kendi ittifakları etrafında toplamaya, AKP’ye karşı yürüttükleri mücadeleye katmaya çalışmaktadır. Bu kesimleri kendi saflarına çekebilmek için Aydınlanmacı ideolojik söylemler de yaygın biçimde kullanılmaktadır. Tarihsel ilerlemeci bir bakış açısı ile dinci gericiliğin yani AKP’nin iktidara geldiği yıllardan bu yana, siyasal İslamın inşa edilmekte olan rejiminin, kapitalist devletin temel işleyiş biçimlerini ve ilkelerini adım adım yıktığı* iddia edilmektedir. Dolayısıyla dinci gericiliğin bu saldırısına karşı tüm ilericiler ve demokrasi güçlerinin birleşmesi gerektiği propaganda edilmektedir. Elbette bu söylemi dikkatli okuyanlar, bu teorinin burjuva devleti olumladığını ve değneği hâkim sınıf kliklerinden birine büktüğünü görecektir. ‘Dinci gericilik’ öcüsüyle faşist burjuva-feodal devlet savunusu yapılmakta ve halk güçleri oraya çağrılmaktadır. Bu CHP’nin de niteliğine uygun olarak halka karşı kurulmuş tuzak bir politikadır. CHP’nin bunu yapmasında çok şaşılacak bir durum yoktur. Ama reformistlerin, devrimcilerin bir kesiminin bu teoriye teşne olmalarına ise söylenecek sözler vardır.

Komünistler için politik ilericiliğin ve gericiliğin kıstası sınıfsal konumdur. Ne din ne de tarihsel olarak ‘ileri’ olmak politik ilericiliğin veya gericiliğin kıstası olamaz. Bu anlamıyla komünistler meselelere bir burjuva ideolojisi olan Aydınlanmacılık perspektifinden bakmazlar. CHP sistemin faşist bir partisidir. “Dinci gericilik”, “dinci faşizm” kodlaması ile CHP ile ittifak yaparak faşist düzene karşı mücadele ettiklerini düşünenler ancak hayâl görüyorlardır. Sistemin temel kurucu unsuru olan bir parti ile sisteme karşı mücadele ettiklerini savunanlar en hafifiyle kendilerini ve halkı kandırmaktadırlar. Solcuların, reformistlerin ve bir kısım devrimci yapıların ilericilik-gericilik kıstaslarının yanlışlığı ise onları sınıf işbirlikçiliğine sürüklemekte, faşist bir partinin yörüngesine girilmesine sebep olmaktadır. Bu aynı zamanda devletin, sistemin restore edilmesine payanda olmak demektir.

Bazı devrimci çevrelerin bu tutumlarına teorik kılıf uydurma çabalarını da görmek mümkündür. Örneğin, İstanbul yerel seçimlerinde devrimci bazı çevrelerin tavrı ibretliktir. Bu sınıf uzlaşmacı politikayı ne yazık ki devrimci çevrelerden savrulanlar olmuştur. Reformistler zaten CHP ile yan yana olmakta herhangi bir beis görmemektedir. Onların karakterine uygun bir tavırdır! Önümüzdeki süreçte de bu uzlaşmacı politikaların hayat bulması güçlü olasılıktır. S. Peker’in ifşaatı sonrası temiz siyaset söylemleri etrafında devleti merkeze almayan, faşizmi salt “dinci faşizm”, “dinci gericilik” olarak açıklayan yaklaşımlar da sınıf işbirlikçiliğinin ürünüdür. Çürümüş olan sistemdir, devlettir… Gerici olan burjuva-feodal sistemin bizzat kendisidir.

Burjuva-feodal faşist partilerin muhalefetteyken “demokrat” kesilmesi ve halkı inandırmak için reformistlerin de onlara çalışmaları sınıf karakterlerini ve ideolojileri göstermektedir. Komünistler ise bıkmadan usanmadan demokrasi sorununun böyle boş laflarla çözülmeyeceğini; Türkiye’de demokrasi, sömürü, baskı, ayrımcılık, yolsuzluk, çürüme gibi sorunların devrim haricinde çözülemeyeceğini; bunun için bu sorunlarla mücadelenin de devrim mücadelesinin bir parçası olarak ele alınması gerektiğini; böyle ele alınmadığında sisteme hizmet edileceğini anlatacaklardır.

Komünistler için devletin reorganize edilmesi, yıpranmış devlet işleyişinin düzeltilmesi gündem olamaz. Bilakis devletin ve kurumlarının krizinin derinleşmesi için çalışırlar. Yine komünistler bilir ki tüm çürümüşlüğüne rağmen bu sistem kendiliğinden yıkılmaz. Onun için politik öznenin önemine de vurgu yaparlar. Hâkim sınıfları, sistemi ve devleti politik çalışmalarının hedefine koyan politik özne bu yozlaşma, çürüme, mafya ve çeteleşmeye karşı mücadeleyi de devrim mücadelesinin bir parçası olarak hedefler. Bu sistem yıkılmadığı sürece çeteleşme-mafyalaşma, yozlaşma, yolsuzluğun yeniden ve yeniden üretileceğini halka anlatırlar. Hâkim sınıfların muhalefetteki kliğinin sahte “demokrat” görünümünün ancak hükümete gelene kadar olduğu defalarca kez yaşanarak da öğrenilmiştir. Devrimle; sistemin kendisi ve tüm çürümüşlüğüyle onun parçası olan hükümet, muhalefet ve mafya da temizlenecektir. Egemen sınıfların sömürü düzenine son verilerek ekonomik olarak ondan beslenen diğer asalak yapılar da tasfiye edilecektir.

Bir tarafta devlete ve onun yürütme gücünü elinde bulunduranlara karşı mücadele yükseltilirken diğer taraftan halkı kandıran diğer faşist kliğe karşı da teşhir çalışması ve halkı uyarma görevi asla ihmal edilmemelidir. Onların sözde “demokratlığı” sözde ilericiliği tarihsel deneyimlerle birlikte anlatılmalıdır. Halkın mücadele enerjisinin sistem içinde eritilmesine karşı bu enerjiyi devrimci mücadeleye kanalize edecek çalışmalar hızlandırılmalıdır.

S. Peker de halkı kandırmada bir aparat olarak kullanılmaktadır. Sorun AKP ile sınırlıymış gibi gösterilmek istenmektedir. Sorunun kendisi bu devlet ve sistemdir. S. Peker, rant devşirme ve halk düşmanlığı yaptığı saflardan kovulduğu için diğer faşist klikler için ‘devletin yüceliği’ temasıyla halkla ilişkiler çalışması yürütmektedir. CHP ne kadar demokratsa ve halk için çalışıyorsa S. Peker de o kadar demokrattır. İfşaat ve itirafları ile birlikte onun niteliği değişmemiştir. S. Peker, konjonktürdeki gelişmeleri okuyor ya da o kapsamda yönlendirilerek yeni dönemde rant pastasından pay alabilmek için çalışıyor. Canla başla hükümetin dün birlikte yol yürüdüğü kişilerin “açıkları”nı ortalığa saçarak gidişlerini hızlandırıyor. Kendisine yeniden rant payı verecek olsalar, karakter olarak her an saf değiştirebilir de. AKP ile pazarlık yapıyor bile olabilir. Bu, şimdiye kadar yaptıklarının niteliği değiştirmez. Peker, CHP’nin ‘kirli siyaset’ söylemini güçlendirmeye argüman sunmaktadır. AKP’ye her şey fatura edilip onunla sistem ve devlet arasındaki bağ koparılarak devlet temize çıkarıldığı gibi Kemalizmin de bir kez daha toplumda güçlenmesine alan açılıyor. Oysa AKP de en az CHP kadar, Kemalizm savunucusu ve onun ürünüydü.

Sonuç olarak, çetelere karşı sistem içinde kalarak mücadele edilemez. Çünkü çeteler sistemin organik birer parçasıdır. Bu nedenle onlara karşı mücadele devrim mücadelesinin bir parçası olmak zorundadır. Sistem içinde çetelere karşı mücadele kaçınılmaz olarak burjuva feodal-devleti mükemmelleştirme çabasının bir parçası olur. Bu devleti meşrulaştıranlar ise hâkim sınıfların ideolojik tahakkümünü yeniden ve yeniden tesis etmesine destek oluştururlar. Çeteleşen siyaset-yönetim-medya gibi alanlarla birlikte onların da parçası oldukları bir bütün sistemin örgütlü hali devlettir. AKP’nin çürümüşlüğü sistemin çürümüşlüğünün yalnızca bir bölümüdür. AKP’nin çürümüşlüğü, çeteleşmesi de ancak devrimle temizlenir. Gerisi lafı güzaftır. Aksini söyleyenler halkı kandırıyor, yalan söylüyorlar! Bu nedenle S. Peker’in anlattıkları da bir kez daha demokratik halk devriminin ne kadar zorunlu olduğunu göstermektedir. Sorulacak soru devrim mücadelesinin niye geliştirilemediği üzerine olmalı; mafyanın anlattıklarını magazinel olaylara değil devrimci çalışmalara sevk etmeliyiz.

* Ergin Yıldızoğlu – ‘45 milyon doları unut’ – Cumhuriyet Gazetesi, 10 Haziran 2021

(SON)

S. Peker’in Konuşmasının Anlam ve Önemi -I

S. Peker’in Konuşmasının Anlam ve Önemi -II