Emperyalizm, savaş, kriz, tefecilik, acımasız bir tekelleşme ve çürüme dönemidir. Tekelleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu nesnel durum, tekelci burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirmek, işçi sınıfı ve ezilenler üzerinde ideolojik-politik hakimiyet kurmak için “burjuva demokrasisi”nin yetmediği, ekonomik-siyasi ve sosyal krizlerine çare olmadığı noktada faşist devlet biçiminin doğmasına zemin sunmuştur. Bu anlamda faşist devlet biçimi emperyalist çağın sosyal-ekonomik-siyasal gerçekliğinin bir sonucu ve ürünüdür. Sosyal-siyasal-ekonomik temelde krizlere çare üretmenin bir ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştır. Ekonomik temeli sermayenin tekelleşmesine dayanır. Sosyal temeli ise çürümüş şovenizm, en bayağı ırkçılıktır. Faşist diktatörlük emperyalist tekelci burjuvazinin tarihsel olarak dönem dönem baş vurduğu bir devlet biçimidir. Gelişmiş toplumsal ve sosyal yapı, burjuva demokratik devrimlerin kitlelere kazandırdığı demokrasi bilinci, kriz üreten ekonomik-siyasal-toplumsal yapısının maliyetini sömürge ve yarı-sömürgelere mal eden niteliklerinden kaynaklı kapitalist-emperyalist merkezlerde faşist devlet biçimine dönemsel olarak ihtiyaç duyulmaktadır.
Ancak emperyalizme göbekten bağımlı, onun zincirinin birer halkası olan yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerin sosyal-ekonomik ve siyasal krizlerinin daha istikrarlı ve kararlı olması, esas eğilim halini alması faşist devlet biçimin bu ülkelerde daha güçlü bir sosyal-ekonomik temel bulmasına yol açmaktadır. Bu yüzden bu tip ülkelerde faşist devlet biçimi sürekli ve kararlı bir hal alır. Siyasi rejimini emperyalist politikaların ihtiyaçlarına, uyumlu hale getirmek, bu zemini korumak için en baskıcı, en acımasız, en zalimane şiddet politikası ile sürdürülmeye çalışır. Çağın karakteristiğine, gerici egemen sınıfların ve tekelci dönemin deneyim ve birikimlerine ve onun yarattığı nesnelliğe uygun olarak faşist devlet biçimi bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Yarı-feodal toplumsal yapıya sahip ülkelerde burjuvazi oldukça zayıf ve güçsüz bir sermaye yapısına ve buna bağlı olarak politik kimliğe sahiptir. Bu zayıflık onun feodal kalıntılarla birleşmesini ve onlarla tarihsel ittifakını zorunlu bir durum ortaya çıkarır. Bu bağlamda bu ülkelerde faşist rejimin en önemli sosyal dayanaklarından birisi feodal unsurlar, feodal kültür ve şekilleniştir. Faşizan baskı biçimleriyle rejimi güvence altına alır ve bu temellere ve esaslara dayanarak sistemine biçim verir.
KURUCU İDEOLOJİNİN SINIFSAL YAPISI
Türkiye’de “milli mücadele”ye önderlik eden komprador büyük burjuvazi ve büyük toprak ağaları bu şekilde bir ittifakla yeni devletlerini inşa ederken emperyalizme bağımlılığı kabul ederek yarı-sömürgelik statüsü kazanmış ve temel kuruluş felsefesini faşist karakterde inşa etmiştir. Uluslararası gelişmelerin ve dönemin ruhunun da etkisiyle zaman içinde faşist tekçi ideolojik yapısını, sosyal ve toplumsal şekillenişi ve siyasal rejimini pekiştirmiş, sağlamlaştırmıştır. Dönemin revaçta ve popüler olan tek millet, tek lider, tek din, tek dil, tek bayrak argümanını tüm siyasal ve toplumsal yaşama zerk etmiştir. Bu şekilleniş egemenlik kurduğu coğrafyadaki çok uluslu, çok inançlı, çok kültürlü yapının parçalanması, sindirilmesi üzerine ideolojik-politik-askeri saldırıları, katliamları da içeren bir kanlı süreçle işletilmiştir. Ermeni Soykırımı ile temelleri atılan, Rum-Pontus ve Süryani soykırımlarıyla sürdürülen dinsel ve ulusal homojenleştirme, Cumhuriyetin hemen kuruluşundan sonra Kürt ulusunun asimile edilmesi, ulusal haklarının yok sayılması ve bu uğurda gelişen mücadelelerin büyük çaplı kıyımlarla bastırılması şeklinde bir ulusal homojenleştirme politikasına evrilmiştir. Bunun yanında diğer ezilen milliyetler de bu baskı ve sindirme politikasına maruz kalmış, ulus oluşturamayan dağınık ve zayıf yapısı bu milliyetler üzerinde yoğun ve etkili bir Türkleştirme esaslı asimile etme politikasına dönüşmüştür.
Türk devleti kuruluşundan itibaren sınıf farklarını yok saymış, “kaynaşmış ve birleşmiş ulus” kimliği dışındaki her türlü farklılığı, ideolojik-politik yaklaşımları düşmanlaştırmıştır. Bu anlamda kesin, kararlı bir anti-komünist ideolojik şekilleniş içinde olmuştur. Bunun yanında her türlü liberal, demokrat burjuva görüşe var olma zemini sunmamıştır. Sisteme muhalif olan her kesim düşman olarak tanımlanmış, beka sorunu olarak görülmüştür. İşçi sınıfı, köylülük ve diğer ezilen sınıfların hak ve özgürlük talepleri yok sayılmıştır. Bu kesimlerin kendi örgütlenmelerine izin verilmemiş, tam bir örgütsüzlük koşullarına hapsedilmiştir. Rejim yazılı olan yasaları yanında örfi hukuk ve yazılı olmayan toplumsal hukuk kuralları ile tepeden tırnağa faşist bir ideolojik şekilleniş ve biçim almıştır. Ülkemizde özgünleşen bu faşist devlet biçiminin bugün de özgün kavramsallaştırılması faşist Kemalist diktatörlüktür. Önder İbrahim Kaypakkaya’nın bu noktada Kemalizm çözümlemesi ve devlet tahlili sosyal, siyasal gelişmeler ve dünyadaki tüm değişim ve gelişmelere göre biçim alan yeni yapılara ve oluşumlara rağmen halen geçerliliğini korumaktadır. Faşist Kemalist diktatörlük sürekliliği sağlanmış bir devlet rejimi olarak komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının tüm kesimlerinin çıkarlarını koruyan kollayan faşist niteliği ile yaşamını sürdürmektedir.
Faşist Kemalist diktatörlüğün, emperyalizmin ihtiyaçlarına yönelik dönemsel siyasi şekillenişini, faşist özün değişime uğraması olarak dair tanımlamak, faşizmi anlamada onun dayandığı sosyal ve ekonomik temele dair bir kavrayışsızlık ve gerilikten ileri gelmektedir. Faşizmi parti diktatörlüğü ile sınırlandıran, çok partinin ve parlamenter rejimin olmaması ile ölçütleyen, onu dönemsel politikalara bakarak tanımlayan, klikler arası güç dengelerinin ölçüsüz durumda olmasının yarattığı sonuçlarla okuyan, sistemin krizinin boyutlu ve derinlik kazanması ile oluşan değişkenliği ya da kimi niceliksel değişimleri teorik dayanak yapan anlayışları ret etmek, doğrunun izinden ayrılmamak teorik-politik-ideolojik sapmaya karşı oldukça önemlidir.
AKP VE TAYYİP’E ZORLA GİYDİRİLEN GÖMLEK
Bu bağlamda özellikle son dönemde Tayyip-AKP kliğinin sistem içinde oldukça güçlü konuma gelmesi, emperyalizmin bölge politikasında üstlendiği rol gereği devletin almaya çalıştığı biçim ve yaşanan değişimler faşizm tanımında ve devletin niteliğinin değerlendirilmesinde ciddi sapmalara kapı aralamıştır. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu politikası, AB yönelimi ve Kürt meselesi de dahil bir dizi toplumsal sorunda “açılım ve demokratikleşme” adı altında izlediği politika, klikler arası çatışmada sistemin en çürümüş askeri-bürokratik unsurlarını kusma girişimleri, seçimler ve parlamentonun klikler arası mücadelede daha işlevli bir araç olarak kullanılması uzun süre ülkeye “demokrasinin geleceği” yönlü bir tartışmanın sürmesini ve devamında halk güçleri içinde çok güçlü bir tasfiyecilik-reformizm rüzgarının esmesini sağlamıştır. Bu kliğin devletin geleneksel değerleri, felsefesi ve ideolojisi ile çeliştiği, bunu değiştirmeye yönelik politik bir kimliğe sahip olduğu yönlü derin ideolojik kırılmaları gösteren, sorunu özüyle değil yüzeye vuran köpükle ele alan eğilim, teori ve tutumlar ortaya çıkmıştır. Sistemin en temel değer yargılarıyla, onun faşist ideolojik yapısıyla esaslı sorunu olmayan, emperyalizme bağlı ve bağımlı komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının tüm çıkarlarını gerçekleştirmeye odaklı bu sınıfların sadece bir kliği ve temsilcisi olan kesimlerden demokrasi beklemek, sorunu, o sınıfların hangi rejime ihtiyacı olduğu gerçekliğinden tam bir koparma durumudur. Uzun süre liberal burjuva düşüncenin, AKP’den demokrasi bekleyen, sistem içindeki iç yarılmaları, emperyalizmin bölge politikaları ve Türk devletine verilen rolü yok sayarak halk güçlerini etkilediğini belirtmek gerekir.
Kürt meselesinde uzlaşmaya dayalı, diyaloğu esasa oturtan, barışçıl biçimleri kullanarak “çözüm süreci” adı altında işletilen devlet tutumu demokratikleşme beklentisi ve umudu olarak karşımıza çıkmıştır. Bunun dinamosu ise “devletin geleneksel değer yargılarıyla” karşı karşıya iken, sistemin düne kadar dışladığı ve ancak seçimlerle başa gelen AKP olarak ilan edilmiştir. Böylece artık devletin yavaş yavaş ve bir süreç boyunca demokratikleşeceği, faşist özünün yıkılacağı, buna güçlü destek verilmesi gerektiği tartışması ve düşüncesi neredeyse tüm kesimleri içine alan bir şekilde yürütüldü. Bu iklimi besleyecek şekilde gazeteler, TV’ler ve tüm orta sınıf aydınların öbeklendiği düşünce kuruluşları, toplantılar devreye sokuldu. Çok uluslu, çok inançlı toplumsal yapıya karşı devletin geleneksel faşist tutumu keskin bir eleştiriye ve bombardımana alındı.
“Hafızayı beşer nisyanla maluldür” sözünü anımsatarak kısa bir yakın tarih anımsatması yapmakta fayda var. Kürt meselesinin yanına, Alevi, Roman, Ermeni, Rum, Süryani vb. açılımları ve bu kesimlerin temsilcileriyle yoğun ve sıkılaştırılmış diyalog zeminleri oluşturuldu devlet tarafından. Kemalizm eleştirisi sadece komünistlerin tekelinden alındı. Ortalama her solcu, İslamcı ve liberal burjuva tarafından Kemalizme çeşitli yönleriyle ama kesinlikle tek taraflı olarak yoğun bir eleştiri bombardımanı başlatıldı. Kürt politikası ve “Aydınlanmacı laik” çizgisi esas hedefler arasına konuldu. Bu klikler arası kapışmanın da dozunu olabildiğince yükseltti. Bu demokratikleşme rüzgarına “Ergenekon” umacası ile örgütsel ve ideolojik ivme kazandırıldı. Yaşanan her gelişme demokrasiye daha fazla temas ettiğimiz, faşizmden daha fazla uzaklaştığımız koşullar olarak pazarlandı. Tıkanmış ve kalp krizi halinde olan sisteme bu şekilde yapılan anjiyo, onu hem bölgede bir aktör hem de kitlelerin kafasını daha fazla bulandırarak kendisine nefes aldıracak olanaklar sağladı. Devlet ve faşist niteliğine dair kafa karışıklığı bu dönem boyunca AKP-Tayyip kliği lehine bir halkla iletişim çalışmasına dönüştü adeta. Emperyalizmin bölge politikası, devlet içinde daha uyumlu bir kliğin güçlenmesi için sunulan destek, Türk hakim sınıflarının buna ihtiyacı gözden kaçırıldı. Oluşan tablo devletin değiştirilmesi, demokratikleşmesi olarak tanımlandı. Bu noktada İslami argümanlar, bu temele oturmuş ideolojik şekillenişler de aktif biçimde devreye koyuldu. Yakından bakıldığında devletin Türk-İslam damarıyla şekillenmiş politik-felsefi çizgisinde esaslı değişimin olmadığı, tüm yaşananların tıkanmış, kriz yaşayan sistemin tipik şekilde kendini yeniden organize etmesi olduğu hakim sınıfların bir kliğinin gücünü pekiştirmek için bu duruma yaslandığını ortaya koymuştur.
AKP-Tayyip kliğinin 10 yıllık dönemi boyunca esen bu rüzgar, egemen klikler arası çatışmanın derinleşmesi, sistemin yeni bir politik kriz içinde daha güçlü debelenmesi ve bölgesel krizin ortaya çıkardığı sonuçlarla yarılmanın ve krizin derinleşmesi, durumu tersine döndürmeye başladı. Özellikle bölgesel kriz, Kürt meselesinin geldiği boyut, Suriye meselesi ve genel anlamda yaşanan politik krizle bir varoluş denklemi içine girdiğini düşünen egemen sınıflar ve onun hakim kliği AKP-Tayyip’in politik yöneliminde gösterdiği değişim demokrasi beklentisini devletin niteliği ve faşizm konusunda başka bir uç noktaya taşımıştır. Faşist diktatörlüğün topyekûn saldırısı, hiçbir farklı sese ve tutuma müsaade etmemesi, geniş kitlelere yönelik yoğun sindirme ve katliam politikası, Suriye ve Suriye Kürdistanı’nda izlediği askeri saldırganlık ve işgal yönelimi, yine Kürt meselesinde inkarcı, imhacı ve katliamcı çizgiye hızla demirlemesi düne kadar “demokrasi beklenen” kliğin devletten bağımsız artık kendi “İslamcı faşist” iktidarını kurduğu, Bonapartist bir diktatöryaya dönüştüğü iddiasına evrilmiştir.
FAŞİST KLİKLERDEN DEMOKRATİK GÜÇ ÇIKARMA HAYALİ
Özellikle bu noktada AKP-Tayyip Erdoğan kliği üzerinde faşizm tanımı, devletin niteliği meselesi, faşist klikler arası ilişki ve bunların özüne dair sınıfsal yaklaşımlardan ciddi bir kopuş ve kafa karışıklığı yaşanmaya başlamıştır. AKP-Tayyip kliğinin Türk hakim sınıflarının çıkarlarını gerçekleştirmede, emperyalizmin ekonomik-politik çıkarlarına sadakatle güçlenmesi, farklı faşist kliklerle dönemsel ittifaktaki başarısı ve buna paralel devşirdiği güç ve bu gücü kullanma yeteneği var olan kafa karışıklığını artırdığı gibi, devlet ve rejimin niteliğine yönelik muğlaklığı ve ideolojik kırılmaları da derinleştirmiştir. Parti faşizmi, Bonapartizm, “İslamcı faşizm” gibi tanımlar Türk hakim sınıflarının siyasi tarihini, devlet geleneğini, kurucu değer yargıları gibi esaslı ve köklü meselelerini gözden kaçıran, bugünkü gerçekliğe ideolojik düzeyde miyoplaşan bir yaklaşımı getirmiştir. Bir önceki dönemin tersine başka bir ideolojik savrulma boy vermiş ve bir önceki sürecin öğeleri tarafından rüzgar estirilmeye başlamıştır. Kemalist faşist diktatörlük esaslı değer yargılarıyla, kurucu felsefesiyle, ideolojik temelleriyle, devletin çıkarlarını gerçekleştirdiği egemen sınıf gerçekliği tüm bu manipülasyonlara, gerçeği görmeyen kör gözlere rağmen olduğu gibi durmaktadır.
Parlamentonun varlığını, muhalefetin kısmen de olsa yaşam alanı bulmasını, örgütlenme ve siyaset yapma hakkının kısmen var olmasını, genel oy hakkının bulunmasını, işçi sınıfının ve diğer ezilen toplumsal sınıfların örgütlenme olanaklarının görece sürüyor olmasını faşizmin olmadığına kanıt olarak sunan yaklaşımlar, bugün bunların daraltılarak da olsa varlığını koruması karşısında Bonapartizm, “İslamcı faşizm”, tek adam diktatörlüğü gibi kavramlarla tanımlamaktan geri durmamaktadır. Bu yaklaşımlar devletin dümenindeki hakim kliğe gereğinden fazla rol biçmek, diğer hakim kliklerin durumunu ve gerçekliğini karartmak, işçi sınıfı ve ezilenleri sınıf işbirlikçi yola sokmak açısından tehlikeli yaklaşımlardır. Bu genel yaklaşım içinde özellikle Kemalizmin özü ve niteliğini karartacak tutumla da boy vermektedir. Kemalizm’in faşist bir ideoloji olduğuna dair muğlaklaştırma da bu süreçte ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bir önceki dönemde Kemalizmden türeyen tüm gerici saldırıları kaldıracağını iddia eden AKP’nin şimdi aynı gerici tutumu perdesiz, örtüsüz hayata geçirmesi karşısında keskin bir savruluş yaşanmaktadır. CHP ve tüm türevlerine hatta AKP karşıtı faşist diğer kesimlere karşı sempati besletecek bir güzelleme dönemi yaşanmaktadır. Kemalist ideolojinin taşıyıcı unsuru olan faşist partiler, demokrasi mevziisi olarak sunulmakta, onlara “AKP faşizmine karşı” kurtarıcı rolü yüklenmektedir. Trajik bir tablo söz konusudur. Bu trajik tablo ideolojik tutum almaktan yoksun, sürece tek yanlı bakan, gelişmelerin sınıfsal ve politik muhtevasını kavramayan titrek ve korkak küçük burjuva ve orta burjuva sınıfın dünya görüşünün yansımasından başka bir şey değildir. Düne kadar faşizmi egemen sınıfların bir sistemi olarak görmek yerine asker egemenliğinde arayan yaklaşımlar AKP ile demokrasi heyecanı yaşarken şimdi Tayyip önderliğinde AKP’nin fazlaca devşirdiği gücü ile icra ettiği topyekûn saldırı karşısında CHP ve bağlaşığı faşist kesimlerle “faşizmi” devirme heyecanı yaşıyor.
Anti-faşist, ilerici, demokrat kitlelerin Kemalizmin etkisine devrimci ve demokrat öznelerin bu kafa karışıklığı yüzünden daha fazla girmektedir. Bu bağlamda hala Kemalizmle hesaplaşma sorunu, onun özü ve niteliğine dair ideolojik bir netlik sorunu söz konusudur. Sosyal ve siyasal gelişmelerin Kemalizmin faşist bir ideoloji olduğu ve devletin kurucu felsefesi olduğuna dair ispatı, içinden geçtiğimiz dönemde silikleşmektedir. Adeta 1960’larda orta sınıf liberal-aydın çevrenin Kemalizmi sol, ilerici ve anti-emperyalist gören tutumları hortlatılmakta ve geniş kitleler AKP-Tayyip karşıtlığı üzerinden bu zehirli faşist ideolojiye sempati duyar hale getirilmektedir. Bu tablo ideolojik ve politik netsizliğin, devlet ve faşizm konusunda yaşanan muğlaklığın bir sonucudur. Bu yaklaşımları ret etmek zorunludur. AKP faşist kliğinin icra ettiği topyekün saldırılara karşı amansız bir savaşıma girerken, faşist Kemalist diktatörlüğün ruhu ve benliğiyle egemenliğini sürdürdüğünü, egemen kliklerin güç dengelerinde yer değiştirmesiyle bu gerçekliğin değişmeyeceğini kesin ve kararlı bir şekilde vurgulamak gerekir. Aksi taktirde işçi sınıfı ve ezilenler faşist klikler arasında adeta pinpon topu gibi git gel yaşayamaya devam edecektir. Demokrasinin halk savaşı ve devrimle gerçekleşme zorunluluğu flulaştırılmaktadır. Faşist kliklerin mücadelesinde meze olmamak, kitlelere berrak bir kafayla genel tabloyu anlatmak ancak soruna sınıfsal perspektiften bakmakla mümkündür. Bu bakış açısının olmadığı nokta ise bir dönem AKP’den başka bir dönem CHP’den demokrasi bekleyen, halkın demokrasi beklentisini ve kavgasını gerici kliklerin potasında eriten bir yaklaşıma kesin şekilde kapı aralar. Bugün için en büyük tehlike ise budur. Bu noktada en fazla saldırıya uğrayan ise komünistler olmaktadır. Aslolan gerçeklerdir ve gerçekliği çok yönlü görme ve doğru tutum alma özelliği de komünistlerde saklıdır. Bunun dışındaki her tutum tarihsel ve politik olarak sınıf işbirlikçiliğinden kurtulamayacaktır. Ve asla politik gücünü halkın tam kurtuluşuna çevirmeyi beceremeyecektir.
*Bu yazı 5 Eylül 2019 tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 43. sayısında yayımlanmıştır.