Devletin sistematik bir politikası haline gelen gerilla cenazelerine, mezarlarına ve cenaze törenlerine yönelik saldırılara dair Halkların Demokratik Partisi (HDP) Amed Milletvekili Hişyar Özsoy ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Devletin bu saldırılarının yeni olmadığını ifade eden Özsoy, “Devlet ölülerimize yüklediğimiz anlamı yok etmek istiyor.” dedi.
YENİ DEMOKRASİ- Yoğun bir ülke gündemi var. Kürt Ulusal Hareketi’ne, işçilere, emekçilere, kadınlara ve gençlere topyekün bir saldırı politikası izleniyor. Bu politikaların içerisinde de silahlı mücadeleye, gerilla mücadelesine yönelik saldırılar özel bir yer kaplıyor. Aslında bu saldırı politikası yabancı olmadığımız, 90’lardan bu yana ayyuka çıkan bir saldırı politikası. 90’larda gerilla cenazelerine işkenceyle başlayan süreç, bugün üzerine Adli Tıp Kurumu işkencesi, cenaze törenlerine yönelik saldırılar biçiminde şekillenerek devam ediyor. Devlet adına “çözüm süreci” verdiği süreci bitirmesinin ardından, neden ilk olarak gerilla mezarlarına, şehitliklere saldırdı?
HİŞYAR ÖZSOY- Devlet çözüm sürecini rafa kaldırdıktan sonra hemen mezarlara, mezarlıklara saldırdı, o mezarlıklar, şehitlikler 2013-2015 arası dönemde oluşturulmuştu. 90’lardan bu yana çatışmalarda hayatını kaybetmiş gerillalar, hatta kimi sivilleri, dağ taş arayıp bir yer bulmaya çalıştılar onlar için. Süreç bitirildikten sonra devlet de ilk buralara saldırdı. Bu bir rastlantı değildir. Ölüm, kutsiyet üretilen bir alandır. Bir anlam ve değer üretme alanıdır. Devlet mezarlara, cenazelere, mezarlıklara saldırarak, Kürtlerin ölüm dünyasını, kendi değerlerine, siyasal, kültürel inançlarına göre düzenlemesini engelliyor. Bu anlamda yürütülen kavga; ölümün anlamının ne olacağına dair. Ölüm meselesi, son dönem siyasal teorilerde de öyle tartışılıyor. Ölüm egemenlik ile ilgili bir mevzudur. Egemen olan da; bir ülkede kimin ölüp kimin yaşayacağına karar verendir. Bir de egemenler, o ölümün hangi anlama sahip olup olmayacağına karar vermek isterler. Türkiye Cumhuriyeti devleti, öldürdüğü Kürtlerin bedenlerini de hiçleştirmeye çalışıyor, yani hiçbir anlam ve değer kazanmaması için. Bu saldırılar son 20-30 yılın saldırıları değil, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam eden saldırılardır, cumhuriyetin kuruluşuyla at başı giden bir süreçtir. Devlet, yaklaşık yüz yıldır, devlet egemenliğine karşı gelen herkesin ölü bedenlerini hiçleştirmeye çalışıyor; bu bazen bir komünisttir, bazen bir Ermenidir, bazen bir Alevidir, bazen de bir transseksüeldir. Kendisi gibi olmayan, egemenliğini kabul etmeyen bütün ölülere karşı tarihsel ve sistematik bir saldırısı söz konusudur.
YENİ DEMOKRASİ- Devlet, aslında birbirinden ayıramayacağımız araçlarla saldırıyor. Adli Tıp Kurumları da bu saldırıların bir aracı haline getirildi, DNA süreci işkenceye dönüştürüldü. Devlet bu kurumları nasıl bir amaçla kullanıyor?
HİŞYAR ÖZSOY- Bu devletin bütün kurumları, ölülere karşı topyekün bir saldırıya geçmiş durumda. ATK süreci, aileler için sonu gelmez bir yas. Yas tutabilmenin ön koşulu, ölünü gömebilme, görebilme, öldüğünü kabullenmektir. Birçok aile var biliyoruz, çocuklarını 2 kere 3 kere gömmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla ailelerimiz süreklileşen bir yas tutma hali içerisindedir. Devlet de bunu psikolojik bir savaş aracı olarak her tarafa yayıyor. Sadece ölüler değil, anneleri, babaları, kardeşleri, yoldaşları böyle bir saldırıya maruz kalıyor. 90’larda da cenazeler parçalanıyordu, meydanlarda sürükleniyordu, kulakları kesiliyordu biliyoruz. Hatta ilk serhildanlar, bu işkencelere karşı ortaya çıkmıştır. Fakat son 5-6 yıldır daha sistematik bir hâl almıştır, basitçe insanları korkutma meselesi değil, basitçe bir psikolojik savaş değil çünkü ölüm demek, mezar demek kendinizi bir toprağa nakşetmeniz demektir. Eğer sizi mezarsız bırakmak istiyorsa hem fiziki mekandan hem de tarihsel zamandan sizi silip atma pratikleridir. O açıdan, üç beş kendini bilmezin basitçe bir saldırısı değil, sistemli, kurumsal bir devlet politikası; en azından 1925’ten bu yana böyledir bu.
YENİ DEMOKRASİ- Aslında TC devletinin kuruluşuna denk düşen saldırı politikası. Bugün de ölülerimizi öldürmek üzerinden yürütülen bir savaş politikası. TC devletinin kuruluş döneminde Seyit Rıza ve yoldaşları, Şeyh Sait idam edildi, mezar yerleri yok fakat bugün ezilenlerin direniş tarihinde yerlerini almışlardır. Bu saldırılara karşı aslında bugün tartışmamız gereken, mücadele ve mücadele yöntemleri olmalıdır. Ne yapabiliriz, ne yapmalıyız?
HİŞYAR ÖZSOY- Seyit Rıza, Said-i Kürdi ve Şeyh Sait örneği, şu açıdan önemlidir. Mezhepleri, aidiyetleri ne olursa olsun Kürtler, devletin egemenliğini kabul etmediği anda böyle bir ölüm politikasıyla karşı karşıya kalıyorlar. Birisi, Sünni, Nakşibendi tarikatı lideri, birisi Alevi dedesi diğeri Van’da bir medrese hocası. Üçünün ortaklaştığı nokta bu devletin egemenliğiyle karşı karşıya gelmeleridir, diz çökmemeleridir. Bu iki Said ve bir Seyit’in içerlerine girebilecekleri bir mezarları yok; kendi ülkelerinde, kendi coğrafyalarında. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nde devletin egemenliğini kabul etmeyenlerin başına gelebileceklerin en net resmidir, çok berraktır. Kendi ülkende içine girebilecek dört metrekare mezar bulamıyorsun, bu tartışmanın odak noktası burasıdır. Ölüm, toprak ve egemenlik, bu üç kavram burada iç içe geçiyor. Dolayısıyla devlet hiçleştirmeye, Kürtler de ölülerine anlam ve değer katmaya devam edecektir. Bu mücadele de böyle devam edip gidecektir.
Devletin bu siyasetine yönelik biz HDP olarak da aileler olarak da ses yükseltmeye çalışıyoruz. Ama malesef devletin bu sistematik saldırısına karşı sistemli bir karşı koyuş geliştiremedik. Yapılması gereken bu mezarlara, mezarlıklara, cenazelere dönük vahşi saldırılara karşı akademisyenlerin, siyasetçilerin, ailelerin, hukukçuların, sivil toplum örgütlerinin ortaklaştığı bir otonom, özerk platform. Herkesin bu noktada kendi ölüsüne, kendi hikayesine sahip çıkacağı bir platform oluşturmak lazım. Bu yönlü çalışmalarımız da var. Aileler ayağı, hukuk ayağı, oluşturulursa sistemli bir politika izlenirse devletin ölülere yönelik bu saldırısı püskürtülebilir.