Türkiye 31 Mart 2019 yerel yönetimler seçimine derinleşmiş bir ekonomik ve siyasi kriz eşliğinde giriyor. Esasında kriz, yarı-sömürge yarı-feodal yapısı nedeniyle Türkiye’nin kalıcı bir realitesidir ve bütün dönemler gibi, bütün seçimlerde de rastlanılır bir durumdur. Oysa bahsettiğimiz güncel kriz emperyalist-kapitalist sistemin “neoliberalizm” politikasının iflasıyla ilişkili, onunla içerik kazanmış ve süreğen krizin daha karmaşık, daha derinleşmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Oluşan bu nesnel durum ezilen ulus, ezilen cins ve ezilen inanç kesimleriyle birlikte, başlıca çelişkiler üzerinde keskinleştirici, kızıştırıcı bir etkiye yol açması ise bugünkü Türkiye’nin gerçekliğidir. Bir süredir devam eden bu siyasal kriz ve buna uygun olarak şekillenen seçim kampanyaları, bu yerel seçimlerin de “beka sorunu” eksenine oturan ve sistemin bu sorunu bertaraf edecek şekilde yeniden organize edilmesinde ki halkalardan biridir. Bunun “başkanlık” sistemi şeklinde gerçekleşmesi ancak egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin konusu olan yönetme biçimine dair sorunların çözülememiş olması, seçimlerin bir yandan egemenler arası mücadelede bir arenanın daha kurulması diğer yandan AKP-MHP bloğunun “güven oylaması” olarak şekillenmesi görülmektedir. Ki buna uygun olarak egemen sınıf klikleri saflaşma, bloklaşma ve ittifak ilişkileri geliştirmekte ve seçimler bu biçimiyle yeni bir mücadelenin yoğunlaşmasına sahne olmaktadır.
Kapitalist-emperyalist sistemin mabedinde başlayan ve üzerinden on yıl geçmesine rağmen atlatılamayan kriz, neoliberalizmin iflasının habercisiydi. Bütün dünyayı ama özellikle Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkeleri saran “sıcak para”, son yıllarda bu ülkelerden, emperyalist merkezlere doğru akışını arttıran bir süreç ve yönelim içindedir. 2018 Ağustos-Eylül aylarında TL’nin dolar/euro karşısında yüzde 70 oranında değer kaybetmesi bu döviz kaçışıyla ya da TC’nin oluşan döviz talebiyle ilişkilidir. Türkiye’nin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı tasfiye edilmediği ve Türkiye “kapitalizmi/sermayesi” kendi ayakları üzerine dikilemediği, zayıf ve cılız hali nedeniyle emperyalist sermayeye bağımlı, ondan beslenen yapısı ile “karacanın suyun peşinde koşması gibi” Türk hakim sınıfları da emperyalist sermayenin arkasında koşmaktadır. Türk hakim sınıflarının devlet iktidarı için keskinleşmiş çatışmasında, Tayyip-AKP kliğinin kaybetmeme odaklı konumlanışında hatta “Cumhurbaşkalığı Hükümet Biçimi”ne geçiş ve bir dizi gelişmede bu durum belirleyicidir. Türkiye’ye dönük emperyalist sermaye ihracının istikrarlı biçimde gerçekleşmesi ve gelen sermayenin devlet eliyle dağıtılması sorunu Türk hakim sınıfları açısından yaşamsal önemdedir. Tayyip-AKP, temsil ettiği kliğin palazlanması için devlet kapısını ardına dek açtığı gibi, gelen sermayede “arslan payı” bu kliğe tahsis edilmiştir.
Emperyalist sermayeye erişim imkanının daralması ve pahalanması, sermayenin içine girdiği yeni kriz döngüsünün hakim sınıflar cephesinde iki klik arasındaki çelişkinin çok daha kızışmasına ve öte yandan işbaşındaki klik içerisinde de muslukların kısılacak olmasıyla iç hesaplaşmanın körüklenmesine yol açmaktadır. Türkiye’nin bu sosyo ekonomik gerçekliği yerellerin yönetimine dair bir seçimin özgül ağırlığını kat be kat büyütmekte, belediyeler seçimini Türk hakim sınıflarının ittifaklaşmış iki kliği arasında keskin bir iktidar savaşına dönüştürmektedir. Bu rekabet sadece egemen sınıf klikleri arasında olup biten bir şey değil, toplumsal kesimler arasındaki ilişkilere ayrışmalara ve birbirine karşı düşmanlaşmasına yol açan bir durum yaratmaktadır. Yine halk güçleri içindeki kimi politik öznelerin seçimlere yüklediği aşırı anlam birbirleri arasındaki rekabette yıkıcılığa el verirken, aynı zamanda devrimci ufukta ve perspektifte daralmanın, bayağılaşmanın geldiği boyutu işaret etmektedir.
Faşist Klikler, Tercihler ve Yönelim
Yerel seçimlerin oturduğu genel politik iklim bir yanıyla faşist diktatörlüğün gömlek değişimini sürdürmesini içerecekken, diğer yanı bu gömlek değişiminin yarattığı ağır baskı-sindirme ortamını faşist kliklerden diğerinin bir basamak olarak kullanması ve kitlelerin sisteme olan muhalefetini kendinde mas etmesini içerecektir. Kuşkusuz ezilenler cephesinde de bu süreç iki yönlü ilerleyecektir. Birincisi, kitlelerin öfkesini “anayasalcı”, “sistem içi”, “iyileştirmeci” yaklaşımla ideolojik terbiye etme hedefidir. İkincisi ise egemen sınıfların şovenist, işgalci, halk düşmanı yönelimine karşı “korku iklimi” yaratarak tek yanlı bir yaklaşımla sorunun özünü karartan değil sorunu açık ve net şekilde ortaya koyan ve bunu politik güce çeviren anlayışlardır.
Özellikle, AKP-Tayyip ve MHP kliğinin estirdiği faşist rüzgara karşı, bir seçim süreci daha geniş bir kitleye “ondan kurtuluş için sandığı işaret etme”, “bu defa bunun gerçekleşeceği”, “AKP-Tayyip gitsin de yerine kim gelirse gelsin” şeklindeki esası “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” propagandası yapılmaktadır. Geniş kitleler, özellikle AKP-MHP karşıtı kitle, büyük şehirlerde CHP-İYİ Parti ittifakını desteklemeye yönlendirilmekte ya da bu kitleye kim nerde güçlüyse onun peşinden gitmesi salık verilmektedir. Bu açıkça kitlelerin siyasal tercihlerini sadece sistem içinde tutma değil, aynı zamanda bir dünya görüşünden onları mahrum bırakma, pragmatizmi meşrulaştırma, ideolojik olarak şahsiyetsiz ve kimliksiz bir durum oluşturmayı içermektedir. Bu sebepten önümüzdeki yerel seçimlerde güçlü bir boykot seçeneği önümüzde durmaktadır. Bu gücümüzün olduğu yerlerde ittifak geliştirmemize ve kendi adaylarımızı göstermemize engel değildir. Ancak salt AKP-Tayyip-MHP kliğine odaklanmış bir siyasal propaganda ya da “kötünün iyisi” siyaseti ile oluşan kuşatmanın mutlak ve kesin bir duruşla dağıtılması gerekmektedir. Bu seçim yine kitlelerin bu kuşatma altında olacağı, bunun daha da sıkılaştırılmaya çalışılacağı bir seçim olacaktır.
Yine süreç, Kürt düşmanlığının tırmandırıldığı, Kürt ulusal haklarına karşı Türk ulusundan ezilen halkın düşmanlaştırıldığı bir şovenizm kampanyası sürece rengini verecektir. Özellikle Rojava kazanımlarına karşı işgal, saldırı ve yoğun bir politik-ideolojik kuşatma bu dönemde de etkin olacaktır. Bu süreç seçimlerde egemen sınıflar arasında bir şovenizm-gericilik yarışı şeklinde tezahür edecektir. Özellikle şovenizme karşı etkin, cüretli ve atak bir yoğunlaşma ile “Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayyin Hakkı”nın propagandasına odaklanılmalıdır. İşgal saldırılarına karşı devrimci savaşım ve mücadele egemen sınıflara karşı yürütülmelidir. Unutulmamalı ki egemen sınıfların yaşadığı siyasal krize ekonomik kriz de eşlik etmektedir. Bu durum ezenler cephesinde de ezilenler cephesinde de dengelerin değişimine el verecek çelişkilerin varlığına işaret etmektedir. Kitlelerin ekonomik temelde yaşadığı çelişkiler politik krizin niteliğini, ezilen toplumsal kesimler arasındaki dayanışma ve ortak hareket etme zeminini güçlendiren koşullar anlamına gelmektedir. Bu noktalara odaklanacak bir seçim çalışması gerekmektedir. Belirlenen seçim tavrını bulunduğumuz her alanda en yaratıcı ve etkin bir şekilde hayata geçirerek egemen sınıfların sıkışmışlığını derinleştirmeye odaklanalım.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28. sayısından alınmıştır.