Orta Doğu’da ciddi politik kırılmalar yaşanmaktadır. Türkiye’de faşist klikler arasındaki mücadelenin güç devşirme aracı olan seçim maratonu yeni dengelere neden olurken Aksa Tufanı’nın yarattığı politik etkilerin yeni sonuçlar, yeni çelişkiler ve denklemler oluşturduğu görülmektedir.
7 Ekim Aksa Tufanı, Filistin’in devre dışı bırakılmaya çalışıldığı, yeni ilişki ve kuralların örgütlendiği bir süreci ciddi düzeyde etkilemişti. Siyonist İsrail ABD liderliğindeki emperyalistlerinin güçlü desteği ile özelde Gazze’de genelde ise Filistin ve bölgede daha saldırgan bir tutum geliştirdi. Bu tüm bölgede yeni çelişkileri ve zorlukları koşulladı. Filistin halkı, Siyonist İsrail’in ağır politik baskısı ve savaş makinasıyla kuşatılırken Siyonist saldırganlık bir dokunulmazlık zırhı kuşandı. Bu zırhı kuran emperyalistler, uşağı olan Arap devletlerini, Faşist TC’yi sözde “Filistin davasının yanında” ama pratikte Filistin’i yalnızlaştıran bir konuma itti. Filistin davası ve halkı dost maskeli ve açık düşman güçlerin kuşatmasına alındı. Ancak Gazze direnişi uzadıkça, Siyonist İsrail hedeflerine ulaşmakta geciktikçe Aksa Tufanı’nın yarattığı dalga çelişkileri saçaklayarak büyüttü.
1 Nisan günü bu politik yoğunlaşmaya uygun olarak İran’ın adeta test edildiği bir saldırı gerçekleşti. İsrail, Suriye’de İran konsolosluğunu bombaladı. Saldırıdan sonra ABD ve İran arasında sonra dolaylı ve dolaysız bir diplomatik yoğunlaşma gerçekleşti, İran’ın bu saldırıya vereceği cevabın düzeyi belirlenmeye çalışıldı. Nihayet İran bu yoğun diplomatik görüşmeler ve ilişkiler içinde ABD’nin kabul edilebilir gördüğü bir saldırı ile 13 Nisan’da “topraklarına yapılan” saldırıya yanıt verdi. ABD, Fransa, İngiltere, Ürdün hava savunma sistemleri İran’ın yüzlerce dron ve füze saldırısına karşı devreye girdi. Saldırının bertaraf edildiği ilan edilirken İsrail ve ABD’nin hedefe ulaşan füzeleri ve dronları yok sayan tutumu dikkat çekti. Aksa Tufanı’nda propagandayla Gazze’yi dümdüz edecek politik iklimi hazırlayanlar bu defa İsrail’e yönelik saldırıyı yok sayma yolunu tercih etti. Bu durum İran ve ABD arasında, misillemelerin kabul edilebilir sınırlarda kalması konusunda bir uzlaşma sağlandığına işaret etmektedir. Bununla birlikte İran, İsrail’e ilk defa doğrudan yanıt vererek yeni bir politik durumun oluşmasını sağladı. İsrail saldırılarını bundan sonra da karşılıksız bırakmayacağını beyan etti.
İran ve İsrail arasındaki askeri gerginlik politik yoğunlaşmanın düzeyini göstermektedir. Bunun süreceği açıkça görülmektedir. Orta Doğu’da devletler arası gerginlik ve çatışmanın zemini olgunlaşmaktadır. TC’nin Irak Kürdistan’ı ve Rojava’ya yönelik yeni askeri saldırı hevesi de bu sürecin bir parçasıdır. Ayrıca ABD’nin Kürt Ulusal Hareketini faşist TC tehdidi ile politik kölelik koşullarına getirme çabası göz ardı edilmemelidir.
Faşist diktatörlük bu gergin ortamda Irak Kürdistanı’na ve Rojava’ya yönelik saldırılarını olgunlaştırmak hevesindedir. Tayyip Erdoğan’ın Bağdat ve Erbil’e ziyaret hazırlıkları ve yoğunlaşan diploması trafiği bunun olanaklarını bulmayı içermektedir. Ki Tayyip Erdoğan seçim sonrası balkon konuşmasında sınırları aşan saldırılardan geri durmayacaklarını duyurmuştu.
Bunlar Orta Doğu’daki bir politik krize işaret eder. Bilindiği gibi savaş politik yoğunlaşmadır. Bölgede ciddi bir belirsizlik hali egemendir. Krizin büyüyerek ilerlediği, her bir hesabın ve planın ciddi derecede aksadığı bir süreçteyiz. Faşist diktatörlük için belirgin olan tek şey ABD emperyalizmine uyum zorunluluğudur. Atacağı her adım ABD emperyalizminin bölgesel hesaplarının bir parçası olacaktır.
Bölgesel gelişmelerin yarattığı kriz, belirsizlik ve yönetme sorunları faşist diktatörlük için içerde de benzer bir tablo çıkarmaktadır. Ekonomik ve politik kriz, bunun derinliği ve boyutu faşist klikler arasındaki güç dengelerini oynatmıştır. 31 Mart yerel seçimleri CHP ile muhalefetin güç kazanmasıyla bitmiştir. Egemen klikler arasında güç dengelerinin değişim eğilimi hiç kuşkusuz toplumsal çelişkileri etkileyecek, mücadeleci güçlerin durumuna tesir edecektir. Bu güç değişimi mücadelesinde esas gücü oluşturan klik arasında bir yandan çözülmeler baş gösterirken diğer yandan o gücü koruma çabası süreci yönetmeye dair sorunları da artıracaktır. Düne kadar rahatlıkla hayata geçirdiği kayyım politikası, bu kez Van’da adeta bir “Serhildan”la karşılanmıştır. Genel tepki ve kitlelerin ihtişamlı direnişi AKP-MHP blokuna geri adım attırmıştır. Bu egemen blok açısından yönetme zorluğuna işaret eder. Toplumsal çelişkilerin de yeni prizmadaki ilk kırılmasıdır.
Bunun yanında Tayyip Erdoğan’ın bir yandan yenilgiyi kabul eden diğer yandan anlattığı “Cumhur İttifakı’nın birinci olduğu”na dair başarı hikayesi ve “biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” retoriği klikler arasındaki mücadelenin potansiyeline işaret etmektedir. Devlet Bahçeli’nin ise “Türk tarihi sandıkta yazılmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır” söylemi CHP’ye verilen mesajdan çok oluşan toplumsal çelişkilere karşı bir konumlanma olarak değerlendirilmelidir. Ekonomik ve politik kriz 4 yıllık seçimsiz bir dönem boyunca derinleşerek devam edecektir. Bu yönetme krizi kitlelerin büyüyen öfkesi ile birlikte düşünüldüğünde değişim için mücadele etmek isteğine bir eğilim oluşturacaktır. Toplumsal çelişkilerin bu olgunlaşmasına karşı egemen klik halkı “daha cesaretli olmayın” şeklinde bugünden uyarma ihtiyacı hissediyor.
Hem ekonomik kriz hem politik kriz hem de klikler arası güç dengelerinin değişim eğilimi ve mücadelesi hiç kuşkusuz halkın kurtuluş mücadelesine yeni olanaklar anlamına gelmektedir. Alternatifsiz bir sistem algısı kitleler nezdinde 31 Mart yerel seçimlerinde faşist diktatörlük lehine dağılmıştır. Bu devrimci-demokratik güçler açısından ciddi bir zorluğa işaret etmektedir. Egemen sınıflar için en ciddi sorun hoşnutsuz, öfkeli kitlelerin sistem içinde bir alternatif bulamamasıdır. Bu açıdan komünistler ve devrimciler bugün CHP’nin bu temelde düne göre daha fazla bir rol üstlendiğini, kitleleri yönetmede egemenlerin bir avantaj sağladığını görmelidir. Bunun yanında seçimlerin gerici klikler arasındaki güç değişimine işaret ettiği ve bu durumun hoşnutsuz, yaşam koşulları daralmış, sefalete sürüklenen, örgütsüz kitleler için hak arama mücadelesinde daha fazla olanak sunduğu da tespit edilmelidir. Komünistler birinci tehlikeye karşı net konumlanışla devrimin sorunları ve ihtiyaçları ekseninde süreci örgütlerken harekete geçme zeminine işaret eden ikinci durumu güçlü şekilde kullanmalı ve seferber olmalıdır.
Toplumsal çelişkilerin izleyeceği seyri daha sıkı incelemek, değişimlerin izini sürmek ve konumlanmak hayati derecede önemlidir. Bu bağlamda 1 Mayıs’ta DİSK, KESK, TMOBB, TTB gibi kurumların pratikte ne yapacaklarından bağımsız Taksim çağrısı oluşan yeni politik iklimin bir yansımasıdır. Örgütsüz, hazırlıksız da olsa kitlelerin eğilimi de bu yöndedir. Politik özgürlükler ve ekonomik hak talepli çağrılara kitleler daha fazla ilgili olacaktır. Zira bıçak kemiktedir. Bu durumu güçlü bir kitle çalışması, enerjik bir devrimci mücadele, daha acımasız bir ideolojik savaşım, daha cüretli bağımsız bir çizgi ve eylem hattı ile örgütleme görevi vardır. Geniş kitlelerin siyasal değişim söylemine kulağını daha fazla açacağı, daha sıkı bir takibe alacağı ve daha fazla ilgi göstereceği bir süreç yaşanacaktır. Bu daha fazla harekete geçme eğilimi, daha fazla örgütlenme çabası demektir. Bu eksende güçlü 1 Mayıs çalışmaları örgütlemek, politik iktidar değişimi için çağrıları yükseltmek, halkın bağımsız eylemi ve mücadelesi için devrim propagandasını daha güçlü yapmak esaslı görevimiz olmalıdır.