[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Yazıyı dinle “]
6 Şubat depremleri sonrasında depremi yaşayan bölgelere başlatılan destek çalışmaları farklı faaliyet gruplarını ve anlayışları barındırıyordu. Deneyimsiz, deneyimli gönüllüler, sivil toplum kuruluşları ve devrimci-demokrat örgütlerin oluşturduğu destek grupları farklı tavırları, tutum ve beklentileri de beraberinde getirdi. Bu yazımızda halkın özne olduğu çalışmaların, “ideolojiden yoksun” yürütülmesinin yarattığı sorunlara eleştirel bir bakış sunacağız. Bahsedeceğimiz sorunlar silsilesini disiplinli bir şekilde tartışmak için yapılandırılmış bir süreç izlemek gerekmektedir. Bu anlamda depremin ilk anından başlayan sorunları ele alarak başlayacağımız yazımızı bugün hâlâ varlığını koruyan sorunlarla sürdüreceğiz.
Depremin duyulduğu, kapsamanın derinliği, felaketin büyüklüğü kabaca da olsa anlaşıldıktan itibaren deprem bölgelerine nasıl ulaşılacağı ve bu bölgelerde izlenecek yollar/süreçler üzerinde tartışmalar yürütüldü. Tartışmaların önceliğini enkaz altında kalan insanların kurtartılması ve yaralıların sağlığa eriştirilmesi oluşturdu. Kısıtlı imkânlar, deneyimsizlik ve afet sonrası kuruluşlarının sistemle dolaylı-dolaysız iş birliği içinde olan insanların tahmininden de çökük halde olması işleyişi içinden çıkılmaz bir hale getirdi. İlk şokun atlatılmasından sonra enerjilerinin büyük çoğunluğunu fon arayışı içinde geçiren birçok dernek, yardımların toplanmasında dayanışmayı değil, projelendirmeyi temel aldı. Deprem bölgesi dışındaki insanlarla ve deprem bölgelerinde bulunulmasına rağmen yerli halk ile yeni ilişkiler kuramadı. Geliştirilen ilişkilerin büyük kısmını alışveriş noktalarını saptamak oluştururken dayanışmanın değil fonun sağladığı ekonomik güç birçok STK’de üstenci ve kibirli davranışların önünü açtı.
TABİ OLMAK VE BÜROKRATİZM
Sahip olunan ekonomik imkânlara rağmen, bunları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmanın gecikmesindeki temel sorun olan sistem araçlarına ve mekanizmalarına tabilik STK’lerin krize müdahalesini aksattığı gibi kendilerinde de yılgınlığa yol açtı. Rant politikalarıyla enkaz yaratmış ve bu enkazda, halkın, halk güçlerinin dayanışmasını bir tehdit unsuru olarak gören sistemin mercilerinden izin alma süreci işleten sivil toplum grupları, beklentilerinin karşılığını alamayarak, kendilerine cevap veren merci bulamayarak ellerindeki imkânların da işlevsiz hale gelmesini yaşadılar. Sistemin çelişkileri karşısında körlüğe bürünmenin hafifliği ile üstenci tavırlarını sürdüren kimi “toplumcular” toplumu tali, bürokratizmi esas belledi. Bazı STK’ler içinde deprem gibi kriz süreçlerinde alınan kararlarda aşırı demokrasiciliğe bürünen, özünde vicdan güzellemesi yapan ve yaşamını projelere yaslamış birkaç kişilik yönetici ekibin inisiyatifi ile uygulanan kararların halktan kopukluğu da gözlemleniyordu. Nitekim bu durumu en somut haliyle devlet ile ters düşme korkusuyla yaşam alanları için direnen halkın yanında bulunmama, kaçma ve gizlenme pratiklerinde de gördük.
ALKIŞLARLA YAŞAYAN FİGÜRANLAR
Kitle iletişim organları, özellikle sanal medya, burjuva-feodal basının çarpıtmalarının karşısında deprem sonrası dayanışmanın ihtiyaçlarını saptamakta ve karşılamakta oldukça işlevsel kullanıldı. Burjuva-feodal basın ise depremin ilk anından itibaren rant politikalarını yıkım ile ayrıştırmaya, devletin deprem bölgelerindeki acizliğini ve liyakatsiz kurumlarını aklama görevini üstlendi. Depremin üstünden geçen birkaç günden sonra haberlerde, fon müziği eşliğinde yaşananların dramatikleştirilerek lanse edildiğine tanıklık ettik. Burjuva-feodal basının başlattığı dramatizeye sanal medya ve akabinde bölgede bulunan sivil toplum kuruluşları eşlik etti.
Gelinen noktada beğenilme ve paylaşılma arzusu o denli büyüdü ki bazı insani yardım merkezli derneklerin çalışma prensipleri ve rotaları değişti. Değişen rota azınlık grupların, mezhep-ulus-statü ayrımları da yapılarak desteğe erişim kısıtlandı, hemen hemen gidilen her sahada odak noktası kamera objektifleri oldu. Yerel halkın fotoğraf çekimine karşı sesini yükselttiği sahalara, “güvenliğimiz yok” denilerek gitmemeye kadar uzanan bir süreç de başlamış oldu. Yerelde yaşayan halkın ifade ettiği bir diğer gözlem ise fotoğraf veya kamera kaydı alınmadığı anlardaki tavırlara yönelikti. İnsanlara, üstenci ve kibirli tutumlarla yaklaşan STK’ler, gösteriş budalalığının gerekliliklerine göre davranışlarını kontrol etmekteler. Kaydın bulunmadığı zamanlar azarlayan, mahcup eden tavırlar yerini kibar, anlayışlı ve kucaklayıcı bir görünüme bırakıyor. Gösteriş budalalığını ve sahada alkış bekleyen figüranlığı birkaç cümlede özetlemek gerektiğinde, Yaşar Kemal’in Tek Kanatlı Bir Kuş kitabındaki şu cümle aklımıza geliyor: “Bunlar gösteriş için kendilerini tutarlar da uçurumdan aşağı atarlar. Atarlar da paramparça olurlar. Sırf paramparça olmuş, desinler diye.”
Sergilenen tiyatronun gayesi yazılan projeleri gerçekleştirmek, fon merkezlerinin gözdesi olmak ve kendi dar çıkarlarıyla örülü vicdanlarının rahatlığını sürdürmek, bu burjuva konforu tatmak diyebiliriz. Halkın çıkarları ile çelişki içindeki çıkarlar “bizi sevsinler, bize ‘iyi’ desinler” niyetinden de öteye gidemezdi, gidemiyordu.
YEREL ÖRGÜTLENMELER VE SİVİL TOPLUM
Deprem öncesi var olan ve deprem sonrası kitleselleşen yerel örgütlenmelerde dayanışmayla sivil toplum arasında kurulamamış köprüleri görmekteyiz. Yereli besleme, büyütme gayesi taşımayan ancak projelerde “yerelde kalkınma” başlığı altında büyük fonlar peşinde koşan kimi kurumlar, yereldeki çalışmalardan kopuk çalışma yürütme hayali peşinde koştu. “Tanrının eli” benzetmesiyle yerel halkın katılımı düşünülmeden, üstenci şekilde tasarlanan kalkınma projelerinin somut tahlilde bir karşılığı olmadı. Yerel örgütlenmelerin doğallığında siyasi tutuma sahip olmaları, birçok sivil toplum kuruluşunun korkaklığını ve burjuva temelli işleyişini açığa çıkardı. Tüm bu sinmeye karşı kibrini koruyan kimseler depremi “siyaset üstü” bir olgu olarak lanse ederek suçlayıcı tavırlara sarıldı. Nadir birkaç sivil toplum kuruluşu dışında yereldeki örgütlenmeler ve dayanışmalarla tanış olmaya dahi yanaşılmaması STK’lerin halktan kopukluğunu göstermektedir.
HALKTAN KOPUK OLAN DAYANAK DA OLAMAZ
Esası halk ile ilişkilenmek olmayan her girişim, bitmeye ve çürümeye mahkûmdur. STK’lerin kendilerinden bağımsız veya bağımlı şekilde bir anda deprem bölgelerinden çekilmesinin temel nedeni de bundan kaynaklanmaktadır. Bugün deprem bölgelerine bakıldığında büyük bir boşluk göze çarpmaktadır. Bu sonucu “insan” temelli destek mekanizmasının işlevsizliğinin somutlaşması olarak okumak mümkün. Devrimci-demokrat örgütlenmelerin kısıtlı imkânlar ile daha kalıcı ve geniş çalışmalar yürütebilmesi ve hâlâ yürütebiliyor olmaları şans veya koşullar değildi. Ortaya çıkan bu farklılığın nedeni bu grupların, örgütlerin hareket noktasının diğerlerinden ayrışmasıdır. STK’lerin beslendiği AB veya diğer ülke fonlarıyken, devrimci-demokrat örgütlenmeler Marksizm’in çelikten ideolojisinden, devrimci duyarlılıktan, halkla daimî olan ilişkiden ve halktan beslenmektedir. Dolayısıyla devrimcilerin geliştirdiği ilişkilerin temelini oluşturan bu özellik olmadan, emekçi halktan kopuk çalışma yürütmek, bireysel zenginleşmenin ve “bir şeyler yaptım” demenin rahatlığından öte gitmemektedir.
Deprem sonrası ayyuka çıkan temel birkaç noktaya değindiğimiz yazımızı, daha sonra değineceğimiz noktalar için parantez açarak noktalıyoruz. Eleştirilerimiz kendi özgül gücümüzün farkına varmak, yeniden inşanın ve mücadelenin temel dayanak noktasının kitlelerle geliştirilecek ilişkinin niteliğini vurgulamayı da kapsamaktadır. Devrimci nitelik barındırmayan hiçbir dayanışma ve destek somut bir gelişim sağlamayacağı gibi halkı geriletici unsurları taşımaktadır. Tüm gerici, “Oblomovluğa” yönelten pratikler karşısında kitlelerin dinamiğini besleyelim, mücadeleyi büyütelim!