[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Türk devletinin, Suriye’de cihatçı çetelerin rejimi devirmesi üzerine kurduğu hedefler ve Emevî Camii’nde namaz kılma hayallerinin elinde patlamasının üzerinden yıllar geçti. Rusya’nın ekonomik ve askeri olarak sahada konumlanışı faşist Türk devletinin planlarını suya düşürmesinden itibaren Türk devletinin krizi derinleşmiş durumdadır. Rusya ve rejim güçlerinin ilerleyişi ve cihatçı çetelerin bu alanlardan temizlenmesi Türk devletini yeni arayışlara sokmuştur. Türk devleti için şimdi yeni sonuçsuz hedefler söz konusudur.
2017’de toplanan Soçi Zirvesi’nde İdlib ve dört bölgedeki gerilimin düşürülmesi kararlaştırılmıştı. Rusya’nın müdahalesiyle rejim güçleri Hama, Derea ve Guta bölgesinin doğusunu ele geçirdi. Bu şehirlerde bulunan İslamcı çeteler Türkiye’nin kontrolünde olan İdlib’e geçmek durumunda kaldılar. Türk devleti bu çetelerin bizzat hamiliğini üstlendi. Ancak Suriye iç savaşında yaşanan gelişmeler ve rejim güçlerinin kaybedilen alanları çetelerden temizlemesi ve hâkimiyet kurması, Türk devletinin planlarının çökmesine sebep olurken aynı zamanda Erdoğan’ın Moskova kapısına koşmasını ve Putin’le görüşmesini beraberinde getirdi. Bu durum Rusya’nın, Türk devletini istediği noktaya getirdiğinin somut bir göstergesiydi. Rusya ve rejim güçlerinin gerçekleştirdiği hamleler Erdoğan ve Türk devletini uzlaşmaya itti. Bunlardan biri Soçi Mutabakatı olarak bilinen Rusya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmadır. 2017’deki Soçi Zirvesi’nde Hama, Deraa, Doğu Guta ve İdlib olmak üzere dört yerde gerilimi azaltma bölgeleri kurulmasına karar verilmişti. Rusya’nın etkin desteğiyle Suriye rejimi ilk üç bölgeyi ele geçirdi. Ardından sıra İdlib’e geldi. Hama, Guta ve Deraa’daki cihatçı çeteler Türkiye’nin koruması altında silahlarıyla birlikte İdlib’e gönderildi. İdlib’in rejim güçleri tarafından alınması Türk devletinin planlarının çökmesi demek olacaktı. İdlib’e saldırı Rusya’ya verilen ekonomik ve siyasi tavizler sonucunda durduruldu. Gerek ülkede yaşanan ekonomik kriz ve dış politikada yaşanan sıkışma Türk devletini Rusya’ya tavizler vermeye zorladı.
Yapılan anlaşma neticesinde cihatçı çeteler ile Suriye rejim güçleri arasında 15-20 km genişliğinde silahsızlandırılmış bir bölge kurulması ve çetelerin bu bölgelerden ağır silahlarını çekmeleri, yine M4 ve M5 karayollarının açılması ve Rus-Türk ortak devriyelerine açılan M4 karayolunun cihatçı gruplardan tamamen temizlemesi ve her iki ülke garantörlüğünde ticari ulaşımın güvenliğinin sağlanması noktalarında uzlaşma sağlandı. Ne var ki Türk devletinin bu uzlaşma ile kabul ettiği sorumlulukları yerine getirmesi ve İdlib’i cihatçı çetelerden temizlemesi gibi bir durumu olmadı. Cihatçı çeteler de bu uzlaşmaya yanaşmadılar. Türk devleti İdlib’i kontrol altında tutmak ve planlarını hayata geçirmek açısından zaman kazanmak isterken Rusya bu durumu bildiğinden var olan durumdan en güçlü şekilde yararlanmanın koşullarını aradı. Rusya, sorumluluklarını yerine getirmekten aciz Türk devletinden ekonomik ve siyasi tavizler kopararak uzlaşmadan elde ettiği avantajı kullanmayı sürdürdü. S- 400 füze alımı, Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımının ve kontrolünün Rusya’ya verilmesi gibi birçok projeyi Türk devleti onayladı. Rusya en başından itibaren Erdoğan ve AKP’nin bir NATO üyesi olarak kendisine karşı konumlanacağının, attığı adımların ABD ve NATO ekseninin dışına çıkmayacağının farkında olmuştur. Ancak Türk devletinin zayıf noktalarını taktik bir yakınlaşmayla da olsa kullanmaktan ve kendi planlamalarında kolaylaştırıcı bir unsura çevirmekten geri durmamıştır. Bu temelde hem Suriye’de hem de Türkiye’de alan açma karşılığında birçok taviz koparmaktadır. Türk devletinin faydacı politikalarını bilen Rusya onun her an ABD denetiminde hareket ettiğini bilmektedir.
Türk devletinin Suriye’deki esas politikası yayılmacılık ve oluşabilecek Kürt kazanımlarını yok etmek veya olası kazanımların önünü almak üzerine kuruludur. Bu planları gerçekleştirebilmek açısından İdlib şehrinin kendisi için güvenli bir bölge olmasını, çünkü buradaki çeteler üzerinden İdlib ve Efrin’de kalıcı olmayı, aynı zamanda Suriye Kürdistanı bölgesi olan Rojava’yı, özellikle de merkezi rolünden dolayı Kobanê’yi işgal ederek Kürt ulusunun kazanımlarına son vermeyi istemektedir. Türk devleti Kürt bölgelerinde tehdit ve işgal politikalarından vazgeçmediği gibi İHA ve SİHA’larla insanlar katledilmekte, alanlar bombalanmaktadır.
Rusya, Türk devletinin Kürt kazanımlarına saldırılarına karşı pragmatist bir tutum izlemektedir. Kürtlerin ABD’yle olan yakınlığını sorun olarak gören Rusya, SGD ve YPG’yi ABD’den uzaklaştırmak ve rejimle müzakereden başka bir seçeneklerinin olmadığına ikna etme çabasında. Rusya, Kürtleri istediği noktaya çekmek için Türk devletinin saldırılarına göz yummakta ve alan açmaktadır. Türk devletine açıktan işgal onayı vermemekle birlikte Rojava’da hava saldırılarına göz yumması Rusya’nın ABD ve diğer emperyalist güçlerin kuşatma politikalarına karşı Türk devletini kullanma politikasıdır. Emperyalist güçler arasındaki denge politikaları kapsamında taktik politikalar geliştirmektedirler. SDG ABD desteğiyle Deyrizor ve Rakka’ya girince Rusya karşı hamle olarak Efrin’in işgaline onay vermişti. Rusya Kürt otonom bölgelerine sıcak bakmakla birlikte özellikle Kürtlerin rejim güçleriyle müzakere masasına oturması konusunda kararlı görünmektedir. Rusya, Ankara ve Şam arasındaki ilişkilere arabuluculuk yaparak Adana Mutabakatı çağrısında bulunurken AKP hükümetinin ülkede yaşanan ekonomik kriz ve seçimler sürecinde içerde ve dışarıda yaşadığı sıkışmışlıktan kaynaklı Esad ile görüşebileceğini G20 Zirvesi sonrası gazetecilere açıklamıştı. Bu talebe Rusya olumlu bakarak ev sahipliği yapabileceğini belirtirken Esad kabul etmeyerek Türkiye’nin koşulsuz olarak topraklarından çekilmesi talebini yineledi. Bu açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Danışmanı İbrahim Kalın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmek için Türkiye’nin Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlara son vermesini istemesinin ve derhal çekilmesi talebine karşı, “Suriye’de kara harekâtı her an başlayabilir” açıklamasında bulundu. Türkiye’nin bir kara harekâtı elbette Rusya ve ABD’nin vereceği onaya bağlıdır, ancak Erdoğan barışçıl bir politika izleme yoluna gidebileceği ve Suriye’yle sürecin sil baştan ele alınabileceğini ima etmiştir. Böyle bir sürecin inşa edilmesi hiç de kolay değildir. Türk devletinin fiili işgali ve yarattığı hegemonyadan taviz vermesi asıl gündemdir. Bu da ilişkileri zorlu hale getiren bir durumdur.
Yaşanan bir diğer gelişme 19 Mayıs’ta Suudi Arabistan’da toplanan Arap Zirvesi’ne 12 yıllık bir aradan sonra Beşar Esad’ın katılması oldu. 2011 yılında üyeliği askıya alınan Suriye, tekrardan yerini almış oldu. Katar ve Kuveyt’in şerhlerine rağmen Suudi Arabistan’ın ağırlığı ve izlediği politikaların bir sonucu olarak bu gelişme yaşanmıştır. Suriye’nin Arap Birliği’ne girmesinde esas pay ise Rusya ve Çin’e aittir. Bu durumu aynı zamanda Esad yönetiminin kalıcılığının bir göstergesi olarak okumak gerekir. Ancak Suriye’deki dengelerin yeniden kurulduğunu, Esad’ın mutlak egemenliğinin yeniden inşa edildiğini belirtmek hatalı olacaktır. ABD alanda çeşitli biçimlerde ve belirleyici bir aktör olarak varlığını sürdürmektedir. Bu durum Suriye’nin bir savaş alanı olarak kalmasına, yeni çatışmalar için ortamın hazır tutulmasına neden olmaktadır. Bunun yanında Suriye’nin çok uluslu ve çok inançlı yapısı ve bunun oluşturduğu çelişkiler ve çözüme dair uzlaşmazlıklar Suriye’de suların durulmayacağına dair başka bir faktördür. Suriye meselesi bir bütün Orta Doğu’nun şekillenmesinden bağımsız düşünülemez. Bu da emperyalist hegemonya savaşımı anlamına gelmektedir. Emperyalistler arası çelişkinin keskinleşmesi, Suriye’de uzlaşma ve barışa dair her arayışın ve girişimin daha büyük çatışmalar için zemin hazırlamasını getirmektedir. O yüzden ortaya konulan eğilimler, planlamalar hayat bulmamaktadır. Görünürde kendi çıkarlarına göre hareket eden Türk devletinin ise yıllar geçtikçe aslında NATO’nun ve aynı zamanda Avrupa devletlerinin politikalarına işlev kazandırdığını, bu güçlerin güvenliği ve çıkarları doğrultusunda hareket ettiği anlaşılmaktadır. Suriye’deki mevcut durumun en çok bu kesimlerin çıkarlarına hizmet ettiği, Türkiye halkının da Suriye halkının da bu durumdan zarar görmekte olduğu kesin biçimde meydandadır.