Demokratik Alevi hareketi önemli bir eşikten geçiyor. Bu geçiş sürecinin ülke boyutunda faşist düzen partileri arasında yaşanan rekabetle de ilişkisi bulunuyor. Kendi içerisinde Alevi inancının tanımlanmasından dedelik kurumuna, cemevleri gerçeğinden demokrasi mücadelesine kadar birçok tartışma ve ayrışmanın yaşandığı Alevi hareketi, ciddi bir asimilasyon politikasının da hedefi durumundadır. Bugün özellikle faşist güçlerin düzenbaz kimi taktiklerine karşı bilinç ve mücadelenin geri kalması, Alevileri kendi hareketi ve kurumları içerisinde bir yozlaşmayla baş başa bırakıyor. Dün AKP’nin “Alevi açılımı” adı altında yürüttüğü politikanın bir benzeri bugün CHP ve İyi Parti eliyle yürütülüyor. Ve ne yazık ki Alevi hareketi içerisinde bu politikalara sadece düzen partilerinin tabanındaki güçler değil kendini ‘devrimci-demokrat’ kimlikle tanımlayan birtakım şahıs ve gruplar da ön ayak oluyor.
Hatırlanacağı gibi AKP’nin “açılım” politikasının gerçek yüzü bir süre sonra daha iyi anlaşılmış; Cem Vakfı gibi devlet işbirlikçisi kurumlar aracılığıyla da işletilen bu dönem politikaları, “cami-cemevi” taktiklerine geçildiği, baskı ve ayrımcılığın arttığı, şovenizmin ve IŞİD zihniyetinin hâkim olduğu bir sürece evrilmişti. AKP’nin bu gerici politikaları ve genel olarak halka karşı saldırganlığı Aleviler’de ciddi bir tepkinin gelişmesine de yol açmıştı. Ülkede ve bölgede yaşanan gelişmeler içerisinde AKP’nin gerici ve şovenist niteliğinin, başka bir deyimle de Alevi düşmanı politikalarının görülebilmesi görece daha kolay bir durumdu. Oysa bu dönem CHP’nin de AKP karşıtlığı üzerinden Alevi hareketi üzerinde çeşitli taktikler hayata geçirdiği bir dönemdi. Baykal döneminde yoğunlaşan ve daha sonra CHP’nin “normali” haline gelen sağa ve milliyetçiliğe yönelim politikası, Alevi hareketi içinde de Türk milliyetçisi ve devletçi bir çizgiyi geliştirmeyi hedefledi. Halkta ve özellikle Alevilerde, AKP’ye duyulan haklı tepki diğer faşist klikler eliyle demokratik değerlerde bir bilinç bulanıklığına ve çizgi kırılmasına dönüştürülerek Alevilerde ciddi gerilemelere neden oldu. Aleviler her dönem bütünde devlete ve devamında faşist kliklerden birine yedeklenmek istenirken özellikle devrimci mücadeleler ve Kürt ulusal mücadelesiyle yakınlaşmasının önüne geçilmek istendi. Devlet ve hâkim sınıf kliklerinin son dönemde bu politikalarında azımsanmayacak bir başarı elde ettiği bir gerçektir.
ALEVİ HAREKETİ İKİ FAŞİST KAMP ARASINDA KISKACA ALINMAK İSTENİYOR
Bugunkü koşullar düzen siyasetinin iki sağ ve faşist çizgi içerisinde kurumsallaştırıldığı, tüm halkın da bu iki çizgi ve kampa göre şekillendirildiği bir özellik arz etmektedir. Başkanlık sistemi üzerine yapılan değişiklikler devletin daha da merkezileşmesi anlamı taşırken faşist düzen partilerinin “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” olarak iki kampta toplanması da bu merkezileşmenin “siyaset sahnesini” ve “parlamento oyunu”nu şekillendirmektedir. Belirtmek gerekir ki devletin ve düzen siyasetinin merkezileşen ve kamplaşan bu yapısı, ekonomik ve siyasi krizlerin yarattığı ihtiyaçlarla şekillenmiştir. Ve bu ihtiyaçlar esas olarak halka dönük sömürü, baskı ve saldırıların merkezileştirilmesinde anlam bulmaktadır. AKP ve MHP’de ifade bulan “Cumhur İttifakı”nın Aleviler için anlamı bugün çok daha açık ve bilinebilir bir durumdadır. Ancak CHP ve İyi Parti gibi faşist düzen partileri özgülünde aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Düzen siyasetinin halkta ve özelde Alevilerde yarattığı siyasi bilinç bulanıklığı kullanılarak hükümete karşı Alevi dernekleri ve cemevlerinin kapıları diğer faşist partilere sonuna kadar açılmak istenmektedir. Dün ağırlıkla CHP nezdinde sergilenen bu sinsi ve gerici politika bugün onun temel ittifak gücü İyi Parti’yi de içerecek biçimde işletilmektedir.
Alt teşkilatlarıyla birlikte faşist düzen partilerinin Alevi kurumlarını ve cemevlerini ziyaretleri saymakla bitmez. Ancak bunlar içerisinde örneğin İyi Parti Başkanı Meral Akşener’in Dersim cemevi ziyareti özel önemdeydi. Dersim gibi devletin ’38 katliamına maruz kalmış, her dönem baskı ve katliam yaşamış, en önemlisi ise devrimci ve yurtsever mücadelelerle anılan bir coğrafyada, faşist bir parti olmakla kalmayıp birebir bu katliamların uygulayıcısı, kontra kadrosu olan güçlerin cemevini ziyaret etmesi özel bir anlam içerir. Bu sadece bir asimilasyon saldırısı değil aynı zamanda celladına boyun eğdirme saldırısıdır. Benzer bir durumu Nazimiye’deki Düzgün Baba Cemevi üzerine ortaya çıkan gerçeklerde de görmek mümkündür. Devletin faşist askeri ve kontra örgütlenmeleriyle iç içe geçmiş bir aşiret yapısı, burdan beslenen bir CHP ve AKP teşkilatlanması ve yine bu yapının bir parçası kılınmak istenen cemevi gerçekliği, Alevilere dönük saldırının mahiyetini de ortaya koymaktadır. Dersim’de Aleviler üzerinde valiler ve CHP üzerinden yürütülen gerici politikalara İyi Parti’nin de katılması bir yanıyla normal karşılanabilir. Ne de olsa hepsi faşist güçlerden birini teşkil etmekte, aralarında nitel fark bulunmamaktadır. Ancak Aleviler için yine de ülkücü-kontra yapının ve söz konusu katliamların aktif kadrosu olan kimi faşist güçlerin anlamı daha farklıdır. Bu politikanın anlamı; Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Gazi’de ve birçok yerde en önde Alevileri katleden kişi ve grupları cemevlerinde yine Alevilere ağırlatarak Alevi inancını ve hareketini onursuz ve işbirlikçi bir kültüre sürüklemektir.
Benzer bir durum yine devlet için özel bir hedef olan Gazi Mahallesi için geçerlidir. Gazi Mahallesi’nde özellikle ’95 ayaklanmasının ardından gelişen yıllarda devletin zor gücüyle cemevi üzerinde yaptığı baskılar bilinmiyor değil. Devrimcilerin cenaze törenleri bahane edilerek artırılan baskı ve saldırılarla Gazi’de polisin, çetelerin ve düzen partilerinin hâkimiyetinin tesis edilmesi amaçlanıyordu. Onca katliam ve kuşatma politikasına karşın Dersim nasıl ki her dönem yeniden devrimci-demokratik bir hareketinin öznesi oluyorsa Gazi Mahallesi de Haziran/Gezi İsyanı ve Kobane Serhıldanı’nda görüldüğü gibi aynı niteliği gösteriyordu. Nitekim 15 Temmuz darbe girişimi esnasında Gazi’nin zırhlı polis araçlarıyla kuşatılması ve mahalleye polis eşliğinde silahlı faşist kitlelerin yürütülmek istenmesi devletin asıl amaçlarının de açık bir ifadesiydi. Biri silahlı ve faşist kimliği açık bu saldırıyla diğeri elinde çiçek, sahte gülümsemeler eşliğinde yapılan kurum ziyaretlerinin özünde bir farkı yoktur. Her ikisi de halkın devrimci, ilerici düşünce ve değerlerinin gelişim gösterdiği alanları asimile etmek, yozlaştırmak ve en önemlisi yok etmek istemektedir. Farklı olan sadece başvurulan yöntemlerdir.
FAŞİZMİN ÖZEL HEDEFLERİNDEN GAZİ MAHALLESİ’NDE HAYATA GEÇİRİLEN POLİTİKALAR
Hatırlanacağı gibi bundan birkaç yıl önce Gazi Cemevi’nde, Gazi Polis Karakolu’ndan polis amirlerinin, ilçenin MHP ve Ülkü Ocakları teşkilatlarından yöneticilerin katıldığı bir yemek organizasyonu yapılmış ve yemek öncesinde bu yemeği organize eden cemevi yöneticileri teşhir edilmiş ve cemevi önünde protesto örgütlenmişti. Söz konusu “misafirler” yukarıda anlattığımız tabloda olduğu gibi ’95 Gazi Katliamı’nın sorumluları hatta bazı isimler boyutuyla birebir uygulayıcısıydılar. Ülkü Ocakları yöneticisinin cemevi yöneticisine Osmanlı tuğrası hediye etmesi aslında amaçlanan şeyin de açık bir ifadesiydi. Bunun kabul edilmesi ise “düşkün”lüğün göstergesiydi. Durum bu kadar vahim bir hal almıştı.
İlerleyen süreçte buna benzer örnekler pek ortaya çıkmasa da yakın zamanda bu sefer İyi Parti üzerinden bir cemevi ziyareti organize edildi. Ve ne yazık ki söz konusu cemevi yönetiminde bulunan ve kendini devrimci-demokratik kimlikle tanımlayan kimi kişiler bu ziyarete engel olmak bir yana memnun ve mutlu pozlar vermekten de geri kalmadı. İyi Parti Sultangazi İlçe Teşkilatı’nın Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Gazi Şehitleri Cemevi’ne gerçekleştirdiği bu “ziyaret”in anlamı açıktır. Gazi Mahallesi tam da Alevi hareketinin içinden ve kendini devrimci-demokratik kimlikle tanımlayan güçlerle kurulan ilişkiler üzerinden dejenere edilmekte ve halkın ilerici değerleri tasfiye edilmektedir. Bir yanda polis ve çeteler bir yanda cami dernekleri, kimi muhtarlıklar ve gerici dernekler üzerinden örgütlenen işbirlikçi-kontra ağ diğer yanda ise her türlü ilerici-demokratik kurumun içini boşaltan ilişkiler yumağı… Her birinin biçimi ve aktörleri farklı olsa da tüm bu politikalar aynı amaca; Gazi Mahallesi gibi mekânları tasfiye etmeye, faşizmin ve faşist partilerin hâkimiyetini tesis etmeye hizmet ediyor.
İYİ PARTİ’NİN TARİHİ ALEVİLER DE DAHİL OLMAK ÜZERE KATLİAMCILIKTIR
İyi Parti’nin tarihi MHP’nin ve Ülkü Ocakları’nın tarihidir. Ve bu tarih devlet içinde ve devlete uşaklık temelinde oluşmuş, halka dönük onlarca katliamın sorumlusu ve icracısı faşist-kontra bir tarihtir. Bugün İyi Parti’nin AKP-MHP kampında olmayıp CHP’yle bir kamp oluşturması; tamamen kendi iktidar ve çıkar hesaplarının bir sonucudur. Her iki faşist kamp da özünde aynı niteliktedir; diğer yandan İyi Parti dün neyse bugün de odur. Siyasi çıkarları ve seçim hesapları, bugün onu “kuzu postundaki kurt” rolüne getirse de ne tarihin gerçeği ne de bu faşist güçlerin sınıfsal gerçeği değişmemiştir.
Başkanı Meral Akşener’in ‘kişisel’ tarihi bile İyi Parti’nin ne olduğunun açık kanıtıdır. Bilinmektedir fakat yine de hatırlatalım ki yolsuzlukların, çetelerin, faili meçhullerin ve katliamların damga vurduğu 90’lı yılların DYP’sinde yer alan Akşener, o dönem AKP’ye katılan ilk DYP’lidir de. Fettullah Gülen’i de övmekten geri durmayan bu faşist aktör, aynı zamanda Susurluk’ta açığa çıkan devlet-mafya ilişkilerinin üstünü kapatma göreviyle Mehmet Ağar’ın yerine İçişleri Bakanlığı’na getirilen bir devlet kadrosudur. Dönemin Başbakanı Çiller ile özel kuvvetler üniforması içinde verdiği fotoğraflar hâlâ hatırlarda olan Akşener, aynı Çiller’in devlete bağlı çete ve kontracıları savunduğu “Bir ülke, millet ve devlet uğruna kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidir.” sözlerinde olduğu gibi kendisi de o dönemden hiçbir hicap duymaz. 2016’da şunları ifade etmekten geri kalmaz: “Faili meçhullerin sorumlusu O’dur’ diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum.” Daha sonra MHP’li olan ve faşist-ırkçı söylemlerini hiç esirgemeyen Akşener’in ve partisi İyi Parti’nin tarihi bu kadar açıktır ve o tarih Alevilere uygulanan katliam, baskı ve asimilasyon politikalarıyla da doludur. Bu nedenle hiç kimse Alevi kurumlarına ve cemevlerine faşist güçlerin ve özellikle böylesi şovenist-kontra bir tarihe sahip faşist yapıların rahatlıkla girmesini, boy boy fotoğraflar vermesini ve en başta Alevileri aşağılamasını “normal” görmemeli ve göstermemelidir.
DEMOKRATİK ALEVİ HAREKETİ İLERİCİ BİR SOKAK VE KÜLTÜR HAREKETİDİR
Demokratik Alevi hareketi, bu dönemde özellikle kendi kurumları üzerinden etkisizleştirilmek ve devlete bağlanmak istenmektedir. Bunun bugünkü asıl aktörleri de CHP ve İyi Parti gibi faşist düzen partileridir. Cemevleri ve dernekler üzerinden belediyelerle, devlet kurumlarıyla kurulan maddi temelli ilişkiler, siyasi ve kültürel olarak da onların dümen suyuna girmenin aracı olmaktadır. Neticede parayı verenin amacı kendi düdüğünün çalınmasıdır. Özellikle seçim dönemlerinde yoğunlaşan bu maddi ve siyasi ilişkilerin, bugün “Millet İttifakı”nın kendince “iktidara hazırlandığı” koşullarda daha da yoğunluk kazandığı ortadadır. Bu ilişkilere karşı durmak, halkta ve özelde Alevilerde söz konusu sinsi saldırıya karşı bilinç oluşturmak ise en başta devrimcilerin, komünistlerin bir görevidir.
Tarihine baktığımızda demokratik Alevi hareketinin inançlara eşitlik temelinde demokratik bir sokak ve kültür hareketi olduğu görülecektir. Büyük mücadelelerle tuğla tuğla örülen dernek ve cemevlerinden, baskı ve katliamlardan, milyonluk eylem ve mitinglerden geçilerek gelinmiştir bugünlere. Alevi hareketi, devrimci-demokratik bir çizgiyle halkın ilerici kültürünün geliştirildiği nice çabalarla; cemlerin, sazlı sözlü sohbetlerin, deyiş ve türkülerin, halk oyunlarının, tiyatroların vs. içinden geçmiş ve ezilen bir inanç olarak ülkedeki demokratik mücadelenin temel ayaklarından biri olmuştur. Ne var ki bugün çıkar ilişkileri içerisine çekilmekte, kimi yönetici ve dedeler eliyle satın alınmak istenmekte ve sadece ibadet kurumları olarak cemevlerinin içine hapsedilmek istenmektedir. Oysa Alevi inancını ve yolunu tanımlayan asıl ögelerde Pir Sultan’ın “Bozuk düzende sağlam çark olmaz.” bilinci ve Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” kararlılığı vardır. Bugün yeniden canlandırılması ve geliştirilmesi gereken de bu bilinç ve kararlılıktır. Alevi hareketini gerici-faşist güçlerin bir etkinlik sahası haline getirmek isteyen politikalara asla izin verilmemelidir. Alevi hareketini çürüten ve katliamcılarının “gönüllü” esiri haline getirmeye hizmet eden hiçbir pratiğe sessiz kalınmamalı ve her alanda buna karşı mücadele bilinci geliştirilmelidir. Bu görev dün olduğu gibi bugün de devrimcilerin ve tutarlı demokratların omuzlarındadır.